CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiğinin açıklanmasıyla sona eren halk oylamasının ardından CHP içinde başlayan "sine-i millet" ve "olağanüstü kurultay" tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Genel başkanlık tartışmalarının "son derece anlaşılır" olduğunu savunan Özel, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Kavga çıkarını kapıya koyarım" şeklindeki sözlerine ilişkin olarak "Buna zemin hazırlamak için önce partiyi tartışmaya açmak, partide bir kargaşa yaratmak, bunun üzerinden bir siyaset örmeye çalışmayı doğru bulmuyorum. Herhalde genel başkanı sinirlendiren, kızdıran ve bugüne kadar olmadığı kadar sert bir şekilde açıklama yapmaya zorlayan da bu yapılanın ne bize ne de hayıra ne ülkeye faydasının olmadığını gördüğünden ve ona gösterdiği tepkidir" diye konuştu.
CHP Mersin Milletvekili Fikri Sağlar'ın hükümete yakınlığıyla bilinen Akşam gazetesinde manşete çekilen "Kılıçdaroğlu'nun tek adam olduğuna" dair sözlerine değinen Özel, "Fikri Bey, manşete çekilen cümleleri söylemediğini de söylemiş. Ama ne olursa olsun ihraç ağır bir yaptırım. CHP’nin kendi içindeki tüm mekanizmaların, tüm siyasi aklın bu kriz konusu aşmak konusunda emek sarf edeceğini düşünüyorum" dedi.
Özel, CHP genel başkanlığına aday olup olmayacağına dair bir soruya "Kılıçdaroğlu’nun aday olduğu hiçbir yerde karşısında aday oymayı asla düşünmem. Ayrıca üstlendiğim görev açısından da uygun olmaz" yanıtını verdi.
CHP’li Özel, "CHP yerine, Hayır’ı bir arada tutacak modelleri tartışmalıyız" diyerek, 2019 seçimleri için izlenmesi gereken yolu anlattı. Özel’e göre, 'Hayır' bloku seçimlere 16 Nisan’ın tahribatını ortadan kaldıracak yepyeni demokratik bir anayasa ve Hayırcıların üzerinde anlaştığı, 2019 seçimi sonrası ‘restorasyon hükümeti’ni oluşturabilecek "geçmişiyle hayır bileşenlerinin üzerinde uzlaşabileceği emin bir kişiyle" seçime gitmeli.
Özgür Özel'in Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş'a verdiği söyleşi şöyle:
- Referandumdan hemen sonra CHP’de üstelik sonuçlar başarısız da sayılmazken kongre tartışmaları ve kavga görüntüsü çıktı. Üstüne Kılıçdaroğlu’nun “kapının önüne koyarım” açıklaması ve Selin Sayek Böke’nin istifası geldi.
Şunu görmek lazım: Bir memleket meselesi var ve şu an tam ortasındayız. Şu anda Erdoğan bir tek şeye ihtiyaç duyuyor: Yüzde 49’un kendi kendini parçalaması. Biz hiçbir şey yapmadan yerimizde dursak yeter. Zaten karşı tarafta panik, bizim tarafta da bir umut bir heyecan var. Buna rağmen bizim kendi içimize dönük kavgalar yapmamız çok üzücü. Ben bundan kahroluyorum. Çok yanlış buluyorum. Başlayan bir kongre süreci var. Genel başkanlık tartışmaları elbette son derece anlaşılır. Ama buna zemin hazırlamak için önce partiyi tartışmaya açmak, partide bir kargaşa yaratmak, bunun üzerinden bir siyaset örmeye çalışmayı doğru bulmuyorum. Herhalde genel başkanı sinirlendiren, kızdıran ve bugüne kadar olmadığı kadar sert bir şekilde açıklama yapmaya zorlayan da bu yapılanın ne bize ne de hayıra ne ülkeye faydasının olmadığını gördüğünden ve ona gösterdiği tepkidir.
- Fikri Sağlar’a ihraç talebinin dile getirilmesi aşırı olmadı mı?
Ben Fikri Sağlar’ın Birgün gazetesinde yazdıklarından, söylediklerinden, yaptığı eleştirilere karşı, en üst düzeyde demokratik olgunluk gösterildiğini ve gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizi diğerlerinden farklı kılan parti içindeki farklı eğilimlerin, farklı kanatların olması. Onların kanaat önderlerinin makaleler, köşe yazıları, eleştiriler yazmasında hiçbir sıkıntı yok. Herhalde Fikri Sağlar meselesinde, demecini Akşam gazetesinden okumak ve gazeteye özel bir beyanat verilmiş olması önemli bir sorun oldu. O gazetede son bir aydır partiyle ilgili hakaretleri, iftiraları okuduk. O mecranın seçilmesi gerçekten Fikri Sağlar’ın geçmişiyle de CHP bilinci ile de bağdaşan bir iş değil. Siyasette usul bazen esastan da önce gelir. Fikri Bey gibi çok tecrübeli bir siyaset insanı. Söyleyeceğiniz içerik çok önemli çok kıymetli de olabilir ama bunu kime söylediğiniz önemli. Fikri Bey, manşete çekilen cümleleri söylemediğini de söylemiş. O haber gazetecilik ahlakı ile yapılsaydı sorun olmazdı. Ama CHP’yi karıştırmak üzere yapıldığı belli… Genel Başkan’da oluşan bu sert tepkiyi Cumhuriyet Halk Partisi’nde de bir infial olarak ben gördüm. ‘Niye Akşam gazetesine konuşuluyor, neden bu tip manşete yol veriliyor’ deniliyor. Ama ne olursa olsun ihraç ağır bir yaptırım. CHP’nin kendi içindeki tüm mekanizmaların, tüm siyasi aklın bu kriz konusu aşmak konusunda emek sarf edeceğini düşünüyorum.
- Genel başkanlık yarışında Kılıçdaroğlu’yla devam kararı çıkacağını düşünüyor musunuz?
Süresi geldiğinde yapılacak bir genel başkanlık seçimimde çoklu bir yarış olması CHP’nin dezavantajı ya da güçsüz tarafı değil, güçlü tarafı olur. Birkaç adayın yarıştığı bir yarış olabilir. Ona ihtimal veriyorum ama bunun partiyi yıpratmadan, hatta partiyi güçlendirerek, Türkiye’ye önerdiği demokrasiyi kendi içinde yaşattığını göstererek bu sürecin götürülmesi son derece önemli. MHP’deki her itiraz edenin parti dışında bırakılması süreci varken, AKP’de tek adam görüntüsü varken, CHP’nin Türkiye’ye önerdiği demokrasiyi kendi içinde yaşatması gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun referandum döneminde hayırın taşıyıcı kolonu olan ve tepeden tırnağa hem partideki tük akımları, tüm lider adaylarını, geçmişteki genel başkanı, onlara faaliyet olanağı sunan, teşvik eden ve herkesi kucaklayan tavrı hem partide hem Türkiye’de kabul gördü. Bu kapsayıcılıkta bu yüksek moral ortamında çok adaylı bir yarıştan CHP güçlenerek çıkar.
- Ama Kılıçdaroğlu’na ilişkin de tabanda bir tepki yok mu? Biraz da pasif buluyor.
Seçmenin Kılıçdaroğlu’nun referandum sürecinde gösterdiği Avrupai sosyal demokrat lider modelinin ve kendi yapısına daha uygun, kendi öz varlığı ile çelişmeyen davranış biçimini daha çok takdir ettiği görülüyor. Bu süreçte bize masaya yumruğunu vuran biri yerine, kendinden olmayanlarla müzakereyi, kendinden olmayanlarla konuşmayı, birlikteliği ve onları ikna etmeyi sürdüren bir lider profili gerekiyor. Bunun hayırın birlikteliği açısından önemli olduğunu söylüyorum.
- Yine de referandum akşamı Kılıçdaroğlu’nun yapacağı konuşma ile hayır oylarına yeterince sahip çıkılmadığı gibi bir algı oluştu.
CHP, hayıra sahip çıkmak için elinden gelen her şeyi yaptı ve yapmaya devam ediyor. Liderler böyle zor zamanlarda bazı tercihlerde bulunurlar. Kılıçdaroğlu kendini düşünüp, sokaktaki gençleri, çocukları, üyeleri, Türkiye’nin tüm gençlerini düşünmeyen bir tavır içinde olabilirdi. Bugün, o geçe Kılıçdaroğlu büyük bir yanlış yaptı mı diye tartışıyor olabilirdik. Kılıçdaroğlu aslında bu alacağı tepkileri bile bile kendisini değil, Türkiye’yi ve gençleri düşünen bir adım attı. Kılıçdaroğlu’ndan duyacağımız çok sert tonda ve çok farklı çağrışımlar yaratan bir konuşma belki Kılıçdaroğlu’nun kendisine eleştiren çevrelerden çok ciddi bir kredi getirebilirdi ama sonuçları ne olurdu? Liderler kendi iç dünyalarda böyle kritik gecelerde farklı muhakemeler yaparlar ve karar verirler. O karar bazen kendilerine bir bedel de ödetir. Ben o gece Kemal Bey’in kendisine kazanç sağlayacak bir şey yapmak yerine o gecenin bir son değil başlangıç olduğunun bilincinde ve kendini de riske ederek atmış olduğu önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. O gece partinin tüm kurmaylarına da söylediği şuydu: ‘Ben bu gece sadece bu seçimdeki haksızlıklara değinerek bırakacağım bu meşruiyet tartışmasını yarından itibaren hep beraber en üst düzeyde seslendirmeye devam edeceğiz.’ O gece ben onun gözlerinden deneyimli siyaset adamı, deneyimli bir bürokrat ve bir baba olarak herkesin çocuğunun sağ salim evine gitmesini düşündüğünü okudum.
- Siz genel başkanlığa aday olacak mısınız?
Kılıçdaroğlu’nun aday olduğu hiçbir yerde karşısında aday oymayı asla düşünmem. Ayrıca üstlendiğim görev açısından da uygun olmaz. Grup başkanvekilleri grup başkanı adına mecliste konuşan, onu orada temsil eden kişilerdir. Hatasıyla, sevabıyla genel başkanın ortaya koyduğu performansın bire bir ortağıdır. O yüzden bırakın karşınsa aday olmayı, Kılıçdaroğlu’nun yönetimi ile ilgili bir eleştiri varsa o eleştirinin muhataplarından biri olarak kendimi de görürüm.
- Selin Sayek Böke’nin istifasından sonra gözler size çevrildi.
Selin birlikte çalışmaktan çok keyif aldığımız, parti ve ülke açısından önemli bir değer. Kamuoyunda çok karşılığı olan bir yüz. Bir süredir yaşanan bazı olaylardan sonra rahatsızlığını dile getiriyordu ama istifası hepimiz için sürpriz oldu. Engel olma fırsatını tanımadan gerçekleştiği için de çok üzgünüm. Bugün partinin yüzde 49’u bir arada tutmasının birinci şartının yüzde 49’u doğru analiz etmek olduğunu düşünüyorum. Yüzde 49’u kaybetmemenin yolu da daha ilk günlerden onları üzmemek, sebebi, gerekçesi ne olursa olsun, kamuoyuna yansıyan parti içindeki her tartışma bu açıdan kötü olmaktadır. Bugün yapmamız gereken önümüzdeki seçimi referanduma dönüştürecek sistematiği geliştirmek. Bu sistematiğin ilk adımları parti içinde hızla netleştikten sonra hayırın bileşenleri ile birlikte yöntemi konuşmak..
- Yaşananlar biraz da Kılıçdaroğlu’nun “kapının önüne korum” açıklaması ile ilgili değil mi?
Partinin şu anda 16 Nisan değişikliği hiç yürürlüğe girmemiş gibi bir tartışma yürütmesi yerine her şeyi bir yana bırakıp ilk önce bu yeni durumu analiz edip atılacak adımları konuşması lazım. CHP’de her seçimden sonra böyle tartışmalar olur. Ama parti içinde bir anlaşma zemini yaratmamız gerekiyor. Benim itirazım da bu. Şu anda partinin yöneticileri, yönetimi eleştirenler, yönetimden memnun olmayanlar, yönetime yol göstermek isteyenler, partiyi yönetmek isteyenlerin üzerinde uzlaşması gereken konu yüzde 49’u bir arada tutacak, şeyin rejim tartışmasının ve tek adam oylamasının bir kez daha yapılacağı bir model geliştirmek. Bu modeli konuşmadan kişileri ve parti içini de konuşmak partiye ve daha da önemlisi hayıra zarar veriyor…
- Kılıçdaroğlu 2019’daki seçimde gösterilecek adayın parti üyesi olmaması gerektiğini savunuyor. Oysa yeni sistem yürürlüğe girdi ve bir başkan seçilecek. Bu başkanın ülkeyi bu yetkilerle yönetebilmesi için siyasetçi olması gerekmiyor mu? Yoksa yeni bir Ekmeleddin vakası ile mi karşı karşıya kalacağız?
Hayırın bileşenlerinin ‘bu sisteme göre yarışacağım’ demesi, AKP’nin meşruiyet sorunundan daha büyük bir inandırıcılık ve tutarlılık sorunu olur. Bu sistem, Türkiye'yi siyaseten 70 yıl geriye götürüyor, partili cumhurbaşkanı açısından. Siyaset felsefesi açısından ise 250 yıl geriye götürüyor. Montesqiue tanımladığından beri kuvvetler ayrılığı demokrasinin temeli kabul ediliyor. Önümüzdeki seçimi, seçmene karşı tutarsızlık ve samimiyetsizlikle asla kazanamayız. Ne CHP'li biri, ne CHP'nin genel başkanının adaylığı, ne dışarıdan bulunacak ithal adayla ne başka bir şeyle… Oy oranları, Tayyip Erdoğan’ın ihtirası karşısında fiziki ve siyasi bir denge ve fren haline geldi. Biz şu hayalin peşinden gidemeyiz: ‘Rejim değişti, Tayyip Erdoğan gibi bir aday çıkaralım, yüzde 51’i biz alalım.’ Bu oyunu Tayyip Erdoğan’ın kurallarına göre oynamaya başladığımız takdirde kaybederiz. İnandığımız, parlamenter sistem ve demokrasi ise yapılacak ilk seçimleri 16 Nisan referandumunun ikinci raundu ve final maçı olarak kabullenecek bir anlayışta birleşmemiz gerekiyor. Çok da güçlüyüz o açıdan. Bu 2 yıllık sürede Türkiye’de yaşanacak olayların Tayyip Erdoğan’ın lehine olacak bir süreç üreteceğini de düşünmüyorum.
- Ama yine de bu sistem yürürlüğe girdi.
Erdoğan’ın getirmek istediği rejim ile parlamenter sisteme sahip çıkanlar siyasi pat durumunda şu anda. Bu iş Tayyip Erdoğan açısından bütünlemeye kaldı. Benim partinin yetkili kurullarında dile getirdiğim formül şu: Bizim hayıra karşı tek ve en önemli sorumluluğumuz bu seçimi 16 Nisan’a karşı, rejim değişikliği referandumu haline getirip bu işin bir kez daha oylanmasını sağlamak olacaktır. Çünkü yüzde 49 hayır çıktığını varsaysak bile anayasal sistemin yüzde 1 farkla değiştirilmesi kabul edilebilir bir şey değil. Çok ciddi bir meşruiyet krizi var. Bu kriz ilk gece başladı. Bunu sürdürmek ve bunu 2 yılın sonunda halka en azından bir kez daha sormak gerekiyor.
- Bunun yolu ne?
Hayır diyenlerin birbirleri ile iletişimlerini artırarak sürdürmesi gerekiyor. Kemal Bey zaten tüm hayır bileşenlerini ziyaret edeceğini söyledi. Bunu sürdürüp hayırın basit bir çatı protokolünü yapmamız gerekiyor. Bu, iki sonuç üretecek. Birincisi, ortak aday. Adayımız, Cumhuriyetin, demokrasinin yeniden inşası ya da parlamenter rejimin restorasyon hükümetinin geçici başkanı, tarafsız bir cumhurbaşkanı olacak. Bunun için bir isimde anlaşmamız gerekiyor. İkincisi de, parlamenter sistemi güçlendirerek geri getirecek Anayasa değişiklik paketi önerisinin, bileşendeki bütün partilerin seçim vaatlerinin ilk maddesi olması gerekiyor.
- Peki ama eskiye dönüş mü olacak? 16 Nisan’dan önceki sistem de demokrasiyi sağlamaya yetmedi.
Parlamenter sistem önermeliyiz. Yüzde 49’un şu anda birleştiği bir tek şey var: Parlamenter sistem, tek adam rejimine hayır, kuvvetler ayrılığı… Daha çok şeyde uzlaşması Türkiye'ye çok şey kazandırıyor ama hiçbirimiz hayal görmeyelim.
- Bu, hayır cephesini zayıflatacak bir formül değil mi? Tayyip Erdoğan gibi karizmatik bir adayın karşısında ortak aday bu programla seçim kazanabilir mi?
Zamanı hoyrat kullanmamak gerekiyor. Çünkü bir erken seçim riski de var. Hazır hayırın başarısı bu kadar yüksek ve bu başarının arkasında olan herkesin duyguları bu kadar sıcak iken hızla iletişime geçmek gerekiyor. Hayırın bileşenlerinin ülkeyi hem 82 Anayasası’nın olumsuzlarından kurtaracak hem parlamenter sistemi yeniden getirecek yeni bir Anayasa’da birleşmesi gerekiyor. Üzerinde uzlaşacağımız metnin şöyle olması gerekiyor: Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimi aynı gün yapılacak. Liderler milletvekili adayı olmalı. Çünkü parlamenter sistemden umutlarını kesmediklerini göstermeliler. Bu yüzden bir metinle çıkacağız insanların karşısına: Tek adam rejimi Tayyip Erdoğan başkan seçildiği gün başlar. Biz seçimde kendi partilerimize oy istiyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise ortak adaya oy verilmesini istiyoruz. Bu adayın başkan yardımcıları da seçime girerken ilan edilecek. Bu aday seçildiği günün ertesi günü bir restorasyon kabinesi kuracak.
- Yardımcılar parti liderleri mi olacak?
Hayır, liderler milletvekili olacaklar ama onların önerdiği kişiler geçiş döneminin Cumhurbaşkanı yardımcıları olacak. İsimler konuşulabilir. Geçiş döneminin bakanları da partilerin onaylarıyla geçiş döneminin hükümetini oluşturacak. Ortak adayın seçilmesi halinde, yapılacak ilk iş parlamentoya ortak anayasa değişikliği önerisinin verilmesi olacak.
- Anayasa değişikliği için yeterli çoğunluk yoksa ne olacak?
Cumhurbaşkanlığını kazandıysak, bu seçim sistemine göre parlamentonun yüzde 60-70’i de hayır bileşenlerinden oluşacaktır. Bir de kendisi için hazırladığı, bu hiper yetkili başkanlığı muhalefete kaptırmış AKP olacak. Ben o şartlarda o aşırı yetkili başkanlık sisteminden parlamenter sisteme dönüşün en sıkı savunucusunun da AKP olacağını düşünüyorum.
- Tayyip Erdoğan güçlü yönetim, istikrar, ekonomik kalkınma, teröre karşı mücadele gibi söylemlerle aday olacak. Toplumun güçlü yönetim beklentisi, demokrasi ve parlamenter sisteme dönüş beklentisinin önüne geçmez mi?
Avrupa’daki demokrasilere istikrar getiren bir modelin üzerinde çalışarak Türkiye’ye önermek için vaktimiz var. Yapılacak Anayasa değişikliğinde Cumhurbaşkanının partisiz, tarafsız, sembolik olacağı, bütün toplumu kucaklayacağı yazacak. Anayasa değiştiği günden itibaren parlamentoda en çok milletvekili olan grubun başkanına hükümeti kurma görevi verilecek. Ayrıca pozitif ayrımcılık ve asgari ücretin vergiden muaf tutulması gibi toplumsal talepler de yer alacak.
- Bahsettiğiniz çerçevedeki adayın, sağcı ya da solcu olmasının önemi yok mu?
Bu adayı o yetkileri kullanacak güçlü bir tek adam olarak tasarlarsak kendimizle çelişiriz. Hayırcıların ortak paydasını temsil eden, kişiliğiyle, geçmişiyle hayır bileşenlerinin üzerinde uzlaşabileceği emin bir kişiye ihtiyaç var. Ayrıca toplumun tüm kesimleri heyecanlandıran, demokratik, yeni, hem 82 anayasasının izlerini silen, ortadan kaldıran, hem de 16 Nisan referandumunun yarattığı tahribatı ortadan kaldıran yepyeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Bu ne CHP’ni önerisi olacak ne de bir başkasının. Bütün Türkiye’nin tartıştığı, üzerinde uzlaşabildiği, akademisyenlerin, baroların katkılarıyla yapılacak bu anayasa toplumsal mutabakat ve çözüm bekleyen tüm kesimleri içine almalı.
- 12 Eylül’de darbe koşullarında kurulan sözde toplumsal sözleşmeye karşın 16 Nisan Anayasası toplum sözleşmesinin tamamen bozulduğunu gösterdi. Aslında şimdi siz bozulan toplum sözleşmesini yeniden yapmayı öneriyorsunuz.
Kenan Evren’in sıkıyönetimine, dipçiğine, postalına karşı Tayyip Erdoğan’ın OHAL’i, gazı, tazyikli suyu vardı. Evren’in tuttuğunun 10 katı fazla insan cezaevlerindeydi. Evren’in siyasi yasaklı liderlerine karşı AKP’nin cezaevine attığı HDP’li tutuklu eşbaşkanlar, milletvekilleri var. Dünyadaki tutuklu her 3 gazeteciden birinin Türkiye’de olduğu bir ülke atmosferi ile gidildi referanduma. Evren yüzde 93 aldı, o anayasayı taşıyamadı. AKP’nin bu şartlar altında yüzde 51’i taşıması zaten mümkün değil. Bu yüzden toplumun çok daha yüksek bir kesiminin destek vereceği bir toplum sözleşmesine ihtiyaç var. Hayırı oluşturanlar kendi içlerinde tartışma yaşamazlarsa, bileşenlerin her biri kendi iç sorunları ile boğuşup ülke gündemini ıskalamazlarsa, bunun memleket meselesi olduğunu okurlarsa bütün toplumu heyecanlandıran bir toplumsal talep ortaya çıkabilir.
- Toplum sözleşmesi diyorsak AKP’nin taleplerinin de karşılığını bulması gerekmez mi?
AKP tabanından da büyük destek göreceğini ve AKP yönetiminin bu toplumsal talep ve heyecana karşı direnemeyecek ve bizim bu taslağımızı müzakere edebileceğimiz bir noktaya çekebileceğimizi düşünüyorum. İşin önemli kısmı bu.
- HDP’nin hayır oylarında belli bir ağırlığı olduğu görüldü. Bunun yanında hatırı sayılır da bir milliyetçi-muhafazakâr hayır oyu da var. Hem isim belirlerken hem Anayasa değişikliğini yazılırken bu iki kesim bir arada durur mu?
Kürt sorununu hem çözüp hem de bu birlikteliği ortadan kaldırmamak için hayırın bir başarı hikâyesine ihtiyacı var. Anayasa yazımında vatandaşlık tanımından tutun da, anayasadaki bazı kelimelerin nasıl ayrılık noktaları olduğunu 24. dönem denemesinde gördük. Eğer hayır seçimleri kazanıp tek adam rejimine dur demeyi başarırsa aynı sandıkta birleştikten sonra, bu sefer aynı masada birleşmeyi başarabiliriz. Oluşacak parlamentoda daha önce CHP’nin önerdiği parlamento odaklı görüşmeler yapılması kimseyi rahatsız etmez. Gizli ajanda şüphesi yaratmayacak, birbirine tutulamayacak sözlerin verilmediği, annelerinin gözyaşının rengi olmadığı, Türk de olsa Kürt de olsa akan gözyaşlarının hepimizin yüreğine aktığı ön kabulü ile hareket edecek bir çözüm arayışı bu sefer parlamentoda oluşabilecek. Parlamenter demokrasiyi birlikte geri getirmiş hayırın, Kürt meselesini çözmek için önemli bir irade ortaya koyabileceğini, bunun da tarafların birbirleri üzerinde güven telkin ettiği pozitif iklimle başlayabileceğini düşünüyorum. Burada bizi hataya düşürmemesi gereken şey hayırı bir siyasi birliktelik gibi düşünmek olacaktır. Hayır, bir siyasi birliktelik değil, bir sosyolojik birlikteliktir. ‘Hayır’ tam düşecekken birbirine tutunan, geçmişte belki birbirine hiç temas etmeyenlerin birbirinin kıymetini anlaması demektir.
- Erdoğan’ın yüzde 49 CHP’nin oyu değil sözü doğru mu yani?
‘Yüzde 49 CHP’nin oyudur’ diyen kimse yok. Bu tahlili son yapacak kişi Erdoğan. Yüzde 49’u CHP’nin oyuymuş gibi görüp CHP’nin liderini aday yapmak, CHP’nin rıza göstereceği, CHP’nin kendi üreteceği bir adayı yüzde 49’a dayatmak, yüzde 49’u hiç anlamamak olur. Bu yüzden de yüzde 49’u sosyolojik birliktelik ve başarı varken ortada, bunu siyasi bir birlikteliğe dönüştürebiliriz ama bunun için daha çok başarı hikâyelerini, daha önemli sınavları atlatabiliyor olmak lazım.