CHP sözcüsü Haluk Koç, siyasete nasıl ve neden girdiğini anlattı. Koç, "1999, 18 Nisan’ında CHP baraj altında kaldığında ağladım. Partiyle hiçbir ilişkim yoktu, siyasetin içinde değildim. Sonra bir grup akademisyen arkadaşımla beraber CHP’ye başvurduk, ‘Katkı yapmak istiyoruz’ dedik" diye konuştu.
CHP Parti Sözcüsü, Samsun Milletvekili Haluk Koç, aynı zamanda tıp doktoru. Bu nedenle Meclis’te kendisine “hoca” diye hitap ediliyor. Siyasetteki ciddi duruşunun yanı sıra hoş sohbeti, esprileriyle de tanınan Koç, partisinin son kurultayında oy kullanırken “dede olduğunu” öğrendi. Koç, kendisi gibi torunu Deniz’i de Beşiktaş’lı yaptı.
Dereceyle bitirdiği Galatasaray Lisesi’nin parasız yatılı öğrencisi olan fanatik “Beşiktaşlısı” Koç, hayatının fazla bilinmeyen yönlerini Vatan gazetesinden Deniz Güçer'e anlattı:
- Hayat hikayeniz ilginç başlıyor. 11 yaşında evden ayrılıyorsunuz, Galatarasay Lisesi’ne yatılı gidiyorsunuz?
Doğru. Ailem Galatasaray Lisesi’ni çok bilebilecek, özelliklerini kavrayabilecek yapıda değildi. Babam ilaç deposunda sipariş memuruydu.
- CHP’lilik var mıydı ailenizde?
Annem çok hızlı CHP’liydi. Sayın Ali Topuz’un il başkanlığı zamanında mahalle organizasyonlarını yapardı. Hatta geceleri babam uyuduktan sonra afişlemeye çıkardı. Rahmetli olduktan sonra bile yatağın altından Ecevit resimleri, 6 oklu bayraklar ve mavi eşarbı çıktı. O dönemi CHP’de kadınlar taşımıştır. Ben annemden kalanları anı olarak aldım. Babam, annemin bu tür aktivilerine mesafeli dururdu. Ben öğrenciliğimden beri ilgi duyuyordum. Lise son sınıfta CHP’nin Özgür İnsan dergisini Mecidiyeköy’de dağıttım.
- Galatasaray’da derece yapıyorsunuz değil mi?
Yatılı okurken parasız yatılı sınavında önemli bir derece elde ettim. Eski deyimle “Leyli Meccani” yani parasız yatılı olarak okudum ondan sonra. Galatasaray Lisesi bana paylaşmayı öğretti. Düşünmeyi ve özgürlüğü öğretti. Türkiye’deki bugün eğitim sisteminin yetiştirdiği kuşakları görünce -kendi çocuklarım dahil- orta öğretimde bizler çok daha farklıydık. Aklımız yettiği andan itibaren ülke sorunlarıyla ilgilenmeye, sorgulamaya başladık. Galatasaray Lisesi’nin mezunlarına baktığınızda, her alanda siyasetten spora ülkeye çok önemli insan kaynağı sağlamıştır. Bizde egoist, bencil davranışlar pek olmuyor. Ondan sonraki yaşamda da o yardımlaşma, kucaklaşma, birbirini arayıp sorma, destek olma ölene kadar devam ediyor.
- Fanatik diyorlar sizin için...
Fanatiğim. Lisedeyken inadına kaçak deplasmanlara gidiyorduk. O zamanlar kötü dönemleriydi, iddiası yoktu. Samsun’a, Eskişehir’e gittik. “Siz salon taraftarınız” diyerek diğerlerini kızdırırdık.
- Galatasaray Lisesi’nde baskı var mıydı “Cimbomu tutun” diye?
Yok yok. Fizik olarak da güçlüydük ayrıca (Gülüyor). Rahmetli Orhan Boran, Mümtaz Soysal da Beşiktaşlı olan Galatasaray Lisesi mezunlarıdır. Ama Galasataray’ı camia olarak ilgilendiren her şeyde ayrım kalkar.
- Fanatik bir Fenerbahçeli’ye Beşiktaş forması giydirdiğinizle ilgili söylenti var, doğru mu?
Doğru. Adını da vereyim: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Hematoloji Profesörü Muhit Özcan. Kendisinin uzmanlık sınavında jüri üyesiydim. Odası Fenerbahçe forması, bayrağı dolu. Sınav sonucunu imzalamadım. “Beşiktaş forması giymesini” şart koştum. Sonra giydi, fotoğrafını çektik, ancak öyle imzaladım (gülüyor).
- Çarşı’yı seviyor musunuz?
Mükemmel bir olay. İnanın Beşiktaşlı olmayıp, protest yaşayan, çevreci, doğacı, sosyal adaletçi Fenerbahçeli ve Galatasaraylılar’ın da sempati beslediklerin görüyorum. Çarşı sadece taraftar grubu değil. Her konuda topluma mesaj veren bir grup. İlgiyle izlemek lazım. Bir bakıyorsunuz dünyanın herhangi bir yerinde olan bir ırkçı yaklaşımı tribünde protesto ediyor, bir bakıyorsunuz HES’lere karşı çıkan bir Çarşı grubu var... İnanılmaz bir espri kapasitesi ve üretme kapasitesi var. Dünyada yoktur herhalde.
- 1 aylık dedesiniz. Hem oğlunuzun hem torununuzun ismi Deniz...
Doğru. 17 Temmuz’da, kurultay gecesi oy kullanırken telefon geldi. Tam da oy kabinindeyim. Telefon çalışıyor. Ben bir yandan işaretlemeye çalışıyorum bir yandan da “Kim bu münasebetsiz?” diyorken baktım eşim. “Çabuk gel nerdesin, hastanedeyiz” dedi. Tam o anda doğmuş. “Bir dakika şunu halledeyim geleyim” dedim” (gülüyor). Hastaneye gittik ve Allah herkesinkini bağışlasın, çok farklı bir duygu. İsmini büyük oğlum Tunç ve eşi Ayşegül koydu. Amcası Deniz, kendisi Deniz oldu.
- Erkek olsa o da Beşiktaşlı olacaktı yani?
Kız olması Beşiktaşlı olmasına engel değil. Beşiktaşlı şimdiden. Beşiktaş tulumu var, giydirdiler bile. (gülüyor).
Örgütün doktoru
- Samsun’da ve TBMM’de size nasıl hitap ediyorlar?
Seçim bölgemin yüzde 95’i “vekilim” değil “hocam” der. Meclis’te de aynı şekilde. AKP grubu olsun diğer gruplar olsun hitap hep “hocam”dır.
- Herkes doktor görünce “Hocam şuram ağrıyor, şu sıkıntım var” der. TBMM’de de durum öyle mi?
Soruyorlar tabii. 14 yıldır CHP örgütüne de hekimlik yapıyorum. Anadolu’nun değişik yerlerinde örgütlerden arkadaşlar kendi dalım olmasa bile dertleri olduğunda “Bizi yönlendir” diyorlar. Sağlıkta en önemli sorun doğru yerde, doğru hekimle karşılaşmak. Sağlığın da tuzakları var. Eski hastalarımla da hala görüşüyorum. TBMM’de gazetecilerden milletvekillerine yakından takip ettiğim insanlar da var. Bazen hissettiklerim oldu ve onları da yönlendirdim. Uzun yıllar birikiminiz olduğu zaman hissedebiliyorsunuz.
- “Samsun’da tedavi ettirmediği insan yoktur” diyorlar...
Seçmenle diyaloğum oldukça iyi. Samsun’da siyaset ayırt etmeden, partizanca davranmadan herkese yardımcı olmaya çalıştım. İhtiyacı olanlara yardım etmeye gayret ettim. Anadolu kentlerinde siyaset yapmanın özelliği var, büyükşehirler gibi değil. Milletvekili olduğunuz kentten kopamıyorsunuz. Muhtarı, esnaf odasını, sokaktaki herkesi tanıyacaksınız.
Baykal’ın listesini deldim
- Deniz ismi Deniz Gezmiş’ten mi?
Evet. Malatya’da doğduğu için bir ara “Fırat” koyalım diye aklımdan geçti, ama sonra eşimle Deniz üzerinde kaldık. Ben zorunlu hizmetimi Malatya’da yaptım. İnsanların hasını orada tanırım.
- Siyasete ne zaman karar verdiniz?
1999, 18 Nisan’ında CHP baraj altında kaldığında ağladım. Partiyle hiçbir ilişkim yoktu, siyasetin içinde değildim. Bu kadar yolsuzluğun hukuksuzluğun içinde CHP gibi belli ilkeleri savunan bir partinin o karambolde parlamento dışına kalmasını hazmededemiştim. Sonra bir grup akamedisyen arkadaşımla beraber CHP’ye başvurduk, ‘Katkı yapmak istiyoruz’ dedik. Eleştirmek en kolay yöntem. Aydınların genelde yaptığı iş katkı vermeden eleştirmek. Sağlık politikalarını nasıl düzenleyebiliriz diye çalışmaya başladık. 2000’deki olağanüstü kurultayda ben Altan Öymen’in PM listesinden, Sayın Deniz Baykal’ın listesini delerek PM’ye seçildim. Sayın Baykal MYK’ta görev yapıp yapamayacağımı sordu. Her gün öğleden sonra, hafta sonlarının tümünü ayırabileceğimi söyledim. CHP baraj altındayken, Çevre Sokak’taki genel merkeze kimse uğramazken, protokolde haber değeri yokken biz karış karış Anadolu’yu dolaştık. Bir dizüstü bilgisayarla CHP’nin sağlık politikalarını 52 ilde anlattık.
- Hayatınızın her tarafında bir Deniz var galiba?
Evet var. 2002’de milletvekili oldum. Seçimden hemen sonra Deniz Bey telefon etti esprili bir şekilde, “Senden bıktım artık. Seni MYK’dan göndereceğim” dedi. “Nasıl tensip ederseniz” dedim. Ertesi gün grup başkanvekili olarak aday gösterdi. Deniz Bey’le değişik açılardan ters düştüğümüz oldu ama saygımı sevgimi hiçbir zaman yitirmedim. Muhalif kaldığım dönemlerde partiye olan bağlılığımı da hiç yitirmedim. CHP ahlakını, kültürünü muhalif çizgime rağmen hep korudum. Kemal Bey’le grup başkanvekilliğinden beri dostluğumuz çok sıkı bir şekilde sürmüştür.
- Yemek yapar mısınız?
Mecburen öğrendik. Çünkü 6-7 yıl bekar hayatı yaşadık. Önce makarna falan, basitlerden başladım. Ama o dönem yani 1973-1979 arası çok tehlikeli yıllardı. Olaylar, tehditler, başka evlere taşındık. Bir yandan da ders çalışıyorduk. O kargaşa içinde bile ben Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni dönem ikincisi olarak bitirdim. Hala tuttuğum ders notları evde durur. Farmokoloji, patoloji notları. Çok iyi eğitim aldık. Bugünkü tıp eğitiminde de sıkıntılar görüyorum. Klasik tıp eğitimini en iyi veren kurum Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesiydi. Bunu ihtisas yapıp Anadolu’ya gittikten sonra anladık. “Çok genç, bundan uzman mı olur” diye baktıkları yerde 3 ay geçtikten sonra diğer hekimlere giden hastalar mutlaka doğrulatmak için “Bir de Haluk Bey görsün” diye gelirlerdi.
- Mutfağı dağıtıyor musunuz yemek yaparken?
Tam tersine tezgah üzerinde hiçbir şey bırakmam. Deterjanla da değil yeşil sabunla köpürterek temizlerim. Deterjanla ne kadar durulasanız da bir kayganlık kalıyor.
‘Topluma borçluyuz’
- Siz kan hastalıkları dalında dünyaca tanınan bir isimsiniz. Mesleğinizi özlüyor musunuz?
Ben siyaseti kamu hizmeti olarak görüyorum. Keşke daha fazla erk kullanabilecek, iktidar pozisyonunda topluma hizmet edebilecek boyutlara ulaşabilsek. Mesleğimi özlüyorum diyemem çünkü çok ağır bir dalda hekimdim. Hep empati yaptım ve bu en kötüsüdür. Karşımda gencecik insanlar... Kötü huylu kan hastalıkları... Kemik iliği naklini Türkiye’de ilk defa en organize şekilde yapan ekibin önce içindeydim ve kısa süre sonra başına geçtim. Sorumluluk aldığım dönemde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 600’e yakın kemik iliği nakli yapıldı. Bunu devlete 30 bin dolara mal ederek başardık. O dönem ameliyat yurtdışında 300 bin dolara yapılıyordu. Bana göre yetiştiğiniz alanda ülkenize artı değer katmak milliyetçiliktir. Sağlığı para karşılığında sunulan bir hizmet olarak hiçbir zaman ne çocuk hastalıkları uzmanı olan eşim ne ben düşündük. Düşünsek çok daha farklı, rahat koşullara ulaşabilirdik. Bu topluma borçluyuz, bu ülkeye borçluyuz.