Oğlu Camilo Guevara, babası Che Guevara’yı "eşkıya" ve "katil kişilik" ifadesiyle tanımlayan TBMM Başkanı İsmail Kahraman'a "Che’ye dil uzatan birinin, öncelikle onun tarihiyle ilgili bir iki şey biliyor olması gerekir. Sağcı, solcu fark etmez, eğer dürüst bir insansanız, hassas bir insansanız, en azından şöyle dersiniz: ‘Yahu bu ilginç, enteresan bir insan’. O koşullar içinde sadece silahlı mücadele yolu açıktı. Başka bir şansları yoktu" diye seslendi. Camilo Guevara, daha önce de Meclis Başkanı Kahraman gibi konuşanların olduğunu belşirterek "Tarih bir tanedir. Yalanlarla yapılmaz. Che’nin düşmanları onu öldürdükten sonra, tarihini de saptırmak istediler. Onun hatırasını, mirasını silmeye, yalan yanlış şeylerle zedelemeye çalıştılar. Jose Marti (Küba’nın milli kahramanı) 'İnsan, başkaldırısının büyüklüğüyle ölçülür' demişti. Babam dev bir imparatorluğa kafa tuttu" ifadesini kullandı.
Camilo Guevara'nın Hürriyet'ten Çınar Oskay'a verdiği söyleşi şöyle:
Adınız, babanızın arkadaşı, devrim kahramanı Camilo Cienfuegos’tan mı geliyor?
- Evet, Küba’da çok Camilo vardır. Kaderimizi belirleyen, tarihimizin en güçlü karakterlerinden biriydi. Karizmatikti ve gerçek bir halk adamıydı. Tam bir Kübalıydı. Bir uçak kazasında öldü.
O da çok gençti galiba...
- Evet, maalesef. Kübalıları çok üzen bir olaydır. Birçok çocuğun ismi ona adandı. Bende onlardan biriyim. Çok şefkatli, sevgi dolu, doğal biriymiş.
Havana’da Devrim Müzesi’nde Che ile ona ayrılmış bir oda ve ikisini yan yana savaşırken gösteren bir heykel var. Yakın arkadaş mıydılar?
- Evet, hem de çok. Devrimde de beraber çarpıştılar. Küba’da bağımsızlık mücadeleleri hep ülkenin doğusundan batısına ilerlemiştir. İspanyol sömürgeciler döneminden beri. İşte Fidel (Castro), bu doğudan batıya harekât görevini Camilo ile Che’ye verdi. Sonunda Santa Clara’daki kritik muharebe devrimin yolunu açtı. Camilo şehrin çevresini tuttu, Che kenti işgal etti. Batista güçleri bir daha belini doğrultamadı. Ama dostlukları daha önce, kaçak olarak Küba’ya girdikleri Granma teknesinde başlamış. Bu felakette Camilo elindeki son kutu sütü babamla paylaşmış. O da bunu hiç unutmamış.
Adınızı babanız mı vermiş, anneniz mi? Anneniz Aleida March da efsanevi bir devrimci...
- Aslında benim adım babam gibi Ernesto olacakmış. Ama annem bunun bir çocuk için baskı oluşturacağını, kafamı karıştıracağını düşünmüş. Sonunda Ernesto olmayacaksa Camilo koyalım demişler.
"Babam kasırganın kalbindeydi"
Annenizle ilişkiniz nasıl?
- İyi, çok iyi, o benim annem... İşle ilgili sık sık görüşüyoruz.
1968’in öğrenci liderlerinden Tarık Ali, bir makalede Che’nin annenize yazdığı son şiirlerden birine yer vermiş. ‘Rüzgâra ve Dalgaya Karşı’ şiirin adı. Biliyor musunuz?
- Hayır, duymadım. Nasıl bir şiir?
Şiir çevirmek korkunç bir şey. Özür dileyerek deneyeyim...
Oğullarımızın bir fotoğrafı,
Cebimdeki tabancanın en güzel mermisi,
Gizli ve derinde, çocukların silinmez hatırası,
Senin ve benim bir gün birlikte yarattığımız,
Bana kalan bir parça hayatı da,
Tereddütsüz ve mutlulukla devrime veriyorum,
Bizi birleştiren hiçbir şey, bundan daha güçlü olamaz.
- Bu anneme yazdığı bir mektup olabilir. Bazıları yayımlandı, bazılarını annem sakladı.
Çocukken hiç içinizden “Keşke babam sıradan bir insan olsaydı ama burada, yanımda kalsaydı” dediğiniz oldu mu?
- Babasızlık zor bir şey, evet... Bir ulusun köklü bir değişim sürecini yürütüyordu. O anın gerektirdiği irtifaya ayak uydurmak zorundaydı. Sarsılmaz bir etik anlayışı vardı. “Kendim yapmadığım bir şeyi başka birinden de isteyemem” diye bakardı. Örnek olmak, öyle yönetmek isterdi. Kasırganın kalbindeydi ve bir misyonu vardı. O ölmeye gitmedi ki. Dünyayı değiştirmeye gitti. Herkesin bir babası var. Elektrikçi, marangoz,öğretmen, doktor... Evden çıkıp bir kaza geçirip ölebilirler. Bir doktor hastalanabilir. Bir sürü Kübalı doktor var Afrika’da, böyle hastalanan... Ebola ile savaşıyorlar orada. Babam Che, dünyayı değiştirmek istedi. Bunu yapmaya çalışırken öldü. Büyük bir onurla... Tabii ki onu her gün yanımda görmek isterdim. Ama hayat böyle...
"Fidel, gitmesini hiç istemedi"
Kim bilir dünyada kaç insan babanızın Bolivya’daki ölümünü hatırlayıp hâlâ üzülüyordur, “Keşke gitmeseydi” diyordur. Sizin de aklınızdan geçiyor mu bu?
- Fidel de böyle düşünüyordu. Ama Che’nin ahlaki bir sorumluluğu vardı. Hemen o ‘ilk anda’ gitmek... Hatırla, Che örnek olmak isteyen biriydi. Kendisi gitmeden başkalarını ölüme gönderemezdi. Ben onun bu duruşunu anlıyorum. Tabii ki babamın ölmesini istemezdim, Fidel de gitmesini istemiyordu. Ama yine de gerçekten anlıyorum onu. Onurlu bir adam olarak buna mecburdu. Generalleri ölürken oturup kenardan seyredebilecek biri değildi. Kongo’da savaşan Kübalıların da hep yanındaydı. İnsanlar ölümle sonuçlanabilecek bir tehlikeye atılıyordu ve o en önde olmalıydı.
"Bababmı kopuk kopuk hatırlıyorum"
Babanızı hiç hatırlıyor musunuz?
- Çok kopuk kopuk... Net hatırlıyorum diyemem. O Küba’dan Kongo’ya geçtiğinde üç yaşındaydım. Sonra döndü Küba’ya ama gizli şekilde. Öldüğünde ise beş yaşındaydım. Doğru düzgün görememişiz zaten onu hiç...
Türkiye’de, şu oturduğumuz yerde bile emin olun tartışılmıştır bu konu... Che’nin Küba’dan Fidel’le sürtüştüğü için ayrıldığı söylenir. İkisi arasında bir ego çatışması var mıydı sizce?
- Biraz önce sana Camilo ile Che arasındaki şahane dostluktan bahsettim ya... Buna benzer müthiş bir dostluk da Fidel ile Che’ninkidir. Bir insanın maske takıp gerçek duygularını gizlemesi çok zordur. Babam, konuştuğu insanın gözüne, içine bakan biriydi. Karşısındaki insanı anlamak konusunda eğitimli, yetenekliydi. Eğer Che’nin Fidel hakkında söylediklerini bilseydin, anlardın... Çok büyük saygı ve sevgi vardı. İkisi de birbirine her zaman sadık kaldı. Meksika yıllarında örgütte herkes hapse giriyor. Sonra Kübalıların büyük bölümü salınıyor ama Che içerde kalıyor. Che “Beni beklemeyin, devrime devam edin” diyor. Ama Fidel “Devrime devam edeceğiz ama seni de burada bırakmayacağız” karşılığını veriyor. Sonunda Che hapisten çıkıyor ve Küba’ya birlikte geliyorlar. Granma teknesinde felaketi yaşıyorlar. Yoldaşları ölüyor, vuruluyor. Sonra Sierra Maestra Dağları’nda Fidel’in komutan (commandante) atadığı ilk kişi Che oluyor. Kardeşi Raul’u, Almeida’yı, Moncada saldırısına birlikte katıldığı birisini değil, Che’yi komutan yapıyor.
Acaba entelektüel bir yakınlık mıydı?
- Öncelikle dava arkadaşlığı... Zamanla ilişkileri derinleşti. Kardeş gibi oldular. Fidel ile Che kardeşti. Tabii ki görüş ayrılıkları olabilir ama sonuçta kardeşlerdi. Sonradan Küba vatandaşı yapılan sadece bir kişi daha vardı; 19. yüzyıl bağımsızlık kahramanımız Maximo Gomez. İkincisi ise bir Arjantinli olan babama verildi. Sonra Che, devrimin dünyadaki yüzü oldu.
Fidel’in “Ben ön planda olayım” gibi bir takıntısı yoktu o zaman...
- Fidel artık devlet başkanı olmasa da devrimin tartışılmaz lideridir. Ahlaki otoritedir.
Tanışıyor musunuz onunla?
- Artık belli bir yaşta ve dinlenmede... Ama eskiden ailemize, özellikle babam öldükten sonra çok destek oldu. Çok duyarlı biridir. Kendi ailesi için bile vakti yoktu ama fırsat buldukça bizimle zaman geçirirdi. Önemli zamanlarda hep yanımızdaydı. Annemin en zor anlarında ona yardımcı oldu. O yüzden diyorum ki, Fidel’in rol yapıyor olması imkânsız... Duyguların saf ve temizse bu görünür, bunun taklidi olmaz.
Küba, özellikle Soğuk Savaş yıllarında, hem Sovyetler Birliği’ni hem de burnunun dibindeki ABD’yi çok ustaca idare etti. Bazen aklımdan geçer, bu adamlar küçük bir Karayip adasının değil de sanayileşmiş ülkelerin başında olsaydı dünya ne yönde değişirdi diye...
- Bizde şöyle bir deyim vardır... “Anneannemin ... olsaydı” diye.
Tamam, anladım, bizde de var o!
- Ne olurdu bilmiyorum ama buradan bile Latin Amerika’yı geri dönülemez şekilde değiştirdiler.
Küba Başkan Yardımcısı Miguel Diaz-Canel ile ilgili ne düşünüyorsunuz? O mu başkan olacak Raul Castro’dan sonra?
- Seçilirse evet, ama kesin değil. Devrim için çok çalışmış, prensipli bir adam. Bizim ulusal projemiz Raul Castro’nun gitmesiyle sona erecek bir şey değil. Tarihi, derinlere dayanan sebepleri var. Hayallerimiz öyle bir anda ortadan kalkacak şeyler değil.
"CHE ticaretine sinir"
Dünyanın her yerinde Che Guevara tişörtleri, posterleri var. Bir votka markasına bile adını vermiş. Che imajının ticarileşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bunun tek sebebi birilerinin para kazanmak istemesi, buna şüphe yok... Buna tabii ki karşıyım. Ama şu da var: Birçok kişi bunları kendini Che ile özdeşleştirdiği için giyiyor. İki yanı keskin bıçak? Bu adam kim diye merak edip öğreniyorlarsa, bunun faydaları olabilir. Ama Che’nin imajını onun tarihi kişiliğinden ayırmak isteyenler de var. Mesela İtalyan faşistleri bir gösteride Che pankartı taşımış. Bu, olacak şey değil tabii! Yani iyi yanlarına baksam da bu ticari işlere biraz sinirleniyorum.
Kısa süre önce Türkiye’nin Meclis Başkanı, Che gömleği giyen liselilere kızdı, Che için “Kendisi infazlar yapan katil kişilik” dedi. Ne düşünüyorsunuz?
- Biliyorum. Küba Büyükelçiliği resmi bir tepki verdi, kınadı zaten. Tarih bir tanedir. Yalanlarla yapılmaz. Che’nin düşmanları onu öldürdükten sonra, tarihini de saptırmak istediler. Onun hatırasını, mirasını silmeye, yalan yanlış şeylerle zedelemeye çalıştılar. Jose Marti (Küba’nın milli kahramanı) “İnsan, başkaldırısının büyüklüğüyle ölçülür” demişti. Babam dev bir imparatorluğa kafa tuttu. Ahlaki açıdan tertemizdi. İnsanların hayran olacağı, takip edeceği bir örnekti. Che’ye dil uzatan birinin, öncelikle onun tarihiyle ilgili bir iki şey biliyor olması gerekir. Sağcı, solcu fark etmez, eğer dürüst bir insansanız, hassas bir insansanız, en azından şöyle dersiniz: ‘Yahu bu ilginç, enteresan bir insan’. Ve öğrenmek istersiniz. Che, her şeyden önce büyük bir hümanistti. O koşullar içinde sadece silahlı mücadele yolu açıktı. Başka bir şansları yoktu.
"Tabu insan doğasıyla ilgili"
Camilo Guevara, 26 Ekim’de Piramid Sanat’ta açılacak sergisi için “Bu sergide sıradan bir tabuyu ele aldım. Tabular insan doğasıyla ilgili bir sorun” diyor. “Toplumun çekici bulduğu şeyler bunlar. Reklamcılık, kitle iletişim araçları seyirci çekmek için erotizmi, bedeni kullanır. Ben de burada aynısını yapıyorum.”
Cogito Ergo Sum
"Burada da 'düşünüyorum öyleyse varım' diye yazıyor. Bunların hepsi bir sorunun parçası... Aynanın arkasına gözlerini dayadığında erotizmi görüyorsun ama aynalardan yansıyan kendini de görüyorsun. Temaya tek başına yoğunlaşamıyorsun. Kendini gördüğünde kafan karışıyor. Kendini de analiz ediyorsun. Biraz böyle bir şey... Ben de resmin bir parçasıyım hissi veriyor. Işık ise görmene engel oluyor. Görüşünü engelliyor. Işık patladığı için bakmaktan rahatsız oluyorsun ... "