Cengiz Aktar*
Muktedirin sırf kendi bekası için yarattığı kaos büyük ihtimalle beklentilerini karşılamayacak. Ama arı kovanına soktuğu çomak en başta Kürt meselesinde memleketin ve bölgenin dengelerini altüst edecekyepyeni bir dönemin habercisi gibi duruyor. Erdoğan ve dava arkadaşları bakkalınkinden biraz hâllice bir hesapla Kürt Siyasî Hareketi’nin (KSH) silâhlı damarını provoke ederek oy toplama sevdasına düştüler. Keşmekeş ortada.
Ne olduğu bilinmeyen ve asla bilinmeyecek olan Suruç Katliamı 20 Temmuz’daydı. O günden bu yana memleket iyi bildiği şiddet sarmalına ve bütün ezberlerine rücu etti. Kürtler, devleti elinde tutanların keyfî şiddetine kendi ezberleriyle cevap verdiler. Şiddet- karşı şiddet sarmalı memleketi bir daha teslim almış durumda. Yalnız bu defa, verilen cevabın yepyeni bir boyutu var. Gündeminin ilk sırasında Kürdistan’ın fiilî özerkliği var bundan böyle, Türkiyelilik değil. Bu bir egemenlik serhildanı.
KSH Ocak 2013’ten bu yana Türkiye zemininde federal arayışı samimiyetle sürdürdü. Bunun en somut ifadesi, kimsenin hatırlamadığı Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na HDP’nin yaptığı katkılardır. Bu esnada KSH, iki buçuk yıldır bölgeyi tahkim etti. Mart 2013 yerel seçimleri, birbiriyle komşu 9 ilin yerel yönetimi ile bunlara komşu başka illerin ilçelerinden oluşan bir fiilî Kürdistan’ı ortaya çıkardı. KSH’nin Türkiye için tasarladığı “H” ile başlayan HDP ve HDK kurumlarının yanında Kürdistan için kurulmuş bulunan “D” ile başlayan DBP ve DTK yapıları mevcut. Misâlen Demokratik Bölgeler Partisi DBP genel seçime girmez. Temmuz’da muktedir ipleri koparır koparmaz bölgesel yapılar devreye girdi.Özerklik ilânları art arda geldi. İç Güvenlik Yasası’nın ana gerekçesi böylelikle hayata geçince yasa da topyekûn uygulamaya geçti. Botan’ın merkezi Cizre bu muharebenin simgesel meydanıydı; sokağa çıkma yasakları, belediye başkanı tutuklamaları, polis saldırısı ve polise saldırıyla arkası geliyor.
Osmanlıda, Türkiye’de merkez iktidarını asla paylaşmaya yanaşmaz; yerel yapılar da hiçbir zaman aynı mülk/ devlet içinde ademimerkezî bir yapıyı dayatabilecek kadar güçlenemezler. Merkezkaç güçler siyasî, askerî ve haricî koşullar elverdiği ölçüde merkezden ayrılırlar (Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan) ama aynı devlet yapısı altında iktidar paylaşımı hiçbir zaman gerçekleşmez. İşte Kürtler 1800’lerin başından bu yana bu coğrafyada kotarılamayan o siyaseti denedi, yine olmadı.
Zira KSH’nın bu hayatî hamlesinin karşısında resmî Türkiye’nin, Sezgin Tanrıkulu gibi bir iki aykırı ses dışında söyleyeceği hiçbir şey, önereceği hiçbir politika yok. Ocak 2013- Temmuz 2015 arasında KSH’nin muhatabı olan AKP artık muhatap değil. Barış inşasından ne anlamadığı faş olan, şark kurnazı, hesapçı ama beceriksiz bir AKP’den bahsediyoruz. Müzakerenin, çatışma çözümünün ne olduğundan ve barışın düşmanla yapıldığından bihaber…
Birkaç nüansla aynı dili konuşan siyasî Türkiye’nin toplumu daha farklı değil. Memleketin Türk yakasında “terörle mücadele” ezberine ve şehit edebiyatına hızla geri dönüldü. Bunda, gelen cenazeler, güvenlik güçlerine saldırı haberleri, Erdoğan Medyası’nın yayını kadar “hâkim milletin” fıtratı, “Kürt” olan her şeye şaşı bakışı da rol oynadı. “Türk Türkiye’nin” siyasî ve ahlakî takati olup bitene anlam vermeye yeterli değil.
O yüzden Süper Lig takımları “Teröre karşı birlikteyiz” sloganlı formayla sahaya çıkıyor; “evde zor zaptedilen kefenli %50” sokakta “Kürt suratlı” avında; toprağın fıtratındaki etnik/dinî temizliğin davulları kulak zarı patlatıyor.
Böylesi bir ortamda Erdoğan seçimini kazansa ne fark edecek? Ahlâk, siyaset, iktisat, tedrisat her konuda dökülen tefessüh etmiş bir memleketi yönetebilir mi?
Enseyi karartmamak gerekirse: Şiddet ortamında HDP’nin marjinalleşmesi, her ne kadar siyasî temsiliyetini zayıflatma ve arzulanan barışçı siyasetin önünün kesilmesi riskini taşıyorsa da, hattâ seçim olup olmayacağı belli olmasa da istikbal için HDP’den gayrı bir siyasî zemin yok. Sahiplenilmesi elzem. Diğer yanda bu memlekette bir nebze vicdanı ve kiyaseti kalmış olanların şiddet içermeyen her ihlâl karşısında daha fazla sivil itaatsizlikten başka bir aracı yok. Üçüncüsü, çoktandır uluslararasılaşan Kürt meselesinin müstakbel çözümü, şekli ne olursa olsun, bundan böyle üçüncü tarafların sorumluluğundadır.
Bu yazı Taraf'ta yayımlanmıştır