T24 - AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Eylül ayında başlayacak "Dolmabahçe görüşmeleri"nin ilk konuğunun STK’lar olduğunu açıkladı. Partilere ve kamuoyuna bir taslak dayatmayacaklarını söyleyen Çelik, darbe tartışmaları için ise “Darbeler dönemi bitti mi çok emin değilim” dedi.
Çelik, gündemdeki konulara ilişki Vatan gazetesinden Deniz Güçer'in sorularını yanıtladı. Güçer'in "Başbakan yeni anayasa için tekrar Dolmabahçe buluşmalarına başlıyor" başlığıyla yayımlanan (13 Ağustos 2011) yazısı şöyle:
Başbakan yeni anayasa için tekrar Dolmabahçe buluşmalarına başlıyor
-Partiniz bir komisyonla yeni anayasa çalışmalarına başladı. Süreç nasıl işleyecek?
Muhalefet, komisyonun amacını bilmeden tepki gösterdi. Biz, anayasada hangi maddeler olacak bunun üzerinde çalışmıyoruz. Önce konuşacak ekibin dersini çalışması gerekiyor. Arkadaşlarımız bir çok ülkenin anayasasının çevirisini yaptı. Anayasının kodifikasyonu başka bir şey. Maddeleri yazmak tekniktir ve siyasetçi bununla uğraşmaz, uzmanları yapar. Ama bir zihni hazırlığımızın olması gerekiyor. Herkes şundan çok emin olmalı; siyasi partilere ve kamuoyuna bir taslak dayatmayacağız.
-Masada kimler olacak?
Sadece TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerle değil, parlamento dışı muhalefetle de meseleyi paylaşmak istiyoruz. Ama mesela “yüzde 1 ve üzerinde oy alan siyasi partiler” gibi bir kriter konulabilir. Çünkü çok fazla siyasi parti var. Zihni hazırlığı olan STK’lar var; TÜSİAD, Anayasa Çalışma Grubu, Yeni Anayasa Platformu... Bu insanlar uzun zamandır arazide, halkla görüşüyorlar. Aslında 82 Anayasasıyla ilgili olması ve olmaması gerekenler biliniyor. Bütün bunları muhalefetle, STK’larla üniversitelerle konuşacağız. Dar yuvarlak masa toplantıları yapılabilir. Benim koordine ettiğim Dolmabahçe Buluşmaları oldu biliyorsunuz. Bu dönem o zemini bu amaçla kullanacağız. 50, 100 kişinin katıldığı toplantılar değil de, mesela 20 kişinin katıldığı toplantılar olabilir.
-Dolmabahçe’de Başbakan’la kimler öncelikle görüşecek?
Anayasa konusunda bugüne kadar çalışma yapmış STK’larla Sayın Başbakan, birinci derecede ilgili olan bakanlarımız ile bürokratlar bir beyin fırtınası yapabilir. Daha önceki toplantılarda ben ‘Şunları davet edelim’ diyordum, Sayın Başbakan önerileri onayladıktan sonra buluşmalar şekilleniyordu. Benim aklımdan geçen, hazırlığı olan STK’larla, çalışma gruplarıyla bir araya gelmenin faydalı olacağıdır. Tabii siyasi partilerle parlamento içinde birlikte bu işi sürdüreceğiz. Kendi mutfağımızda yemeği pişirip, ‘Gelin sizin damak zevkinize uygun yemek hazırladık’ demeyeceğiz.
-Tarih belirlendi mi?
Eylül’de başlayacak. Sayın Başbakanımızla biraraya geldiğimizde kesin tarihi belirleyeceğiz.
- Aklınızda kimlerle görüşüleceğine ilişkin bir liste var mı?
Elbette var, ancak önce Sayın Başbakan’la paylaşmam gerekiyor. Uzlaşma Komisyonundaki arkadaşlarımız, bizim oradaki sözcümüz olacaklar. AK Parti zihni hazırlığını yapmak, kamuoyunun nabzını tutmak için herkesin fikrine başvuracaktır. Masaya oturduğumuzda sözcülerimiz aracılığıyla ‘Öyle diyorsunuz ama şu STK veya üniversitenin kanaati budur’ diyebileceğiz. Dolmabahçe Buluşmaları, bu diyolog sürecinin, katılımcı demokratik anlayışın harekete geçirilmesinin unsurlarından birisi olacaktır.
- Kaç toplantı planlıyorsunuz?
Sayın Başbakanımızın mesaisine bağlı. Bence Anayasa meselesini çok uzatmamak lazım. Yani 1-2 ay değil belki ama 1- 1.5 yılı geçmemesi gerekir, Türkiye’nin başka meseleleri var.
- İktidar partisi bu defa ‘tam uzlaşma’ mesajı veriyor ve bu konuda kararlı görünüyor...
Ortak akılla hareket etmeye hazırız. Yeter ki küçük hesaplar yapılmasın, peşin hükümlü davranılmasın. ‘Şunlar olmaz’ diye yola çıkmak yerine, Uzlaşma Komisyonu önce ‘olur’larla başlamalı. Mevcut anayasayı önümüze alıp, maddeleri değiştirmekten ziyade, yepyeni bir anayasa hazırlamak istiyoruz. Kısa, öz ve daha kapsayıcı, yönetmeliklere, kanunlara ikincil, üçüncül mevzuata konu olacak şeyleri getirip anayasaya boca etmenin anlamı yok. Diyelim 50 başlıkta toplanacak -bence 50 de çok fazla- 45’inde anlaşırsınız, 5’inde çekince varsa farklı platformlarda konuşulabilir.
-Nasıl platformlar?
Örneğin liderler düzeyine bırakırsınız. Bu bir karar değil, öneri olarak söylüyorum. Yunus diyor ya, ‘Gelin tanış olalım işi kolay kılalım”... Sonuçta siyasiler de fanidir. Bırakıp gittiğinizde arkanızda hoş bir seda varsa, ‘Ülkemiz için bunu yaptık, bu şeref bize yeter’ denecekse burada herkesin payı olsun.
- MHP’nin tereddütleri ortada. BDP ise başka bir tavır ortaya koyuyor. Vatandaşlık tanımına esneklik getirilebilebilir mi?
‘Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına asla dokundurtmayız’ dediğimizde bunun ötesi var mı? Bayrağımız, tek devletimiz, tek millet ve tek vatanımız var. Bu hassasiyetimiz, MHP’nin veya bir başka partininkinden daha az değil. Orada sıkıntı şu; insanlar ırk ile milleti birbirine karıştırıyor. Millet eşittir ırk değildir. Milletin bünyesi içinde yüzlerce ırk olabilir. Mesela yeryüzünde ne kadar ırk varsa ABD’de hepsi var.
- Millet tanımını herkesin böyle kavraması gerekiyor değil mi?
Millet, ortak bir geçmişi olan, ortak bir vatanı, gelecek planlaması olan ve ortak değerlere sahip olan insanların gönüllü birlikteliğinin adıdır. Millet kavramı içinde akla gelebilecek Türkiye’deki tüm etnik unsurlar var. ‘Türk milleti mi diyeceğiz?’ diye isme takılıyorlar. Oysa BDP’li arkadaşlarımız ‘Türkiye toplumu’ lafını çok rahat kullanıyor. O zaman Türkiye toplumundaki Türk’ü ne yapacağız? Devletin adı Türkiye, kelime manasına bakarsanız ‘Türkler’in vatanı’ demek. Üstelik cumhuriyetle birlikte konulmamış bu isim, dış dünyada, tüm yabancı medyada Osmanlı döneminde de öyle geçiyor. ‘Türk’ kelimesi takıntı haline getirilirse, sıkıntı yaratır. ‘Türk toplumu’ denmesini yanlış buluyorlar da, ‘Türkiye toplumunu’ yanlış bulmuyorlar. Peki Türkiye toplumu tamlamasının başında da Türk var. Devletin adı Türkiye Cumhuriyeti. Bakın mühim olan uygulama, öz ve içeriktir. Eğer bunları ıskalar, işi isme indirgerseniz, içinden çıkamazsınız. Eski bir hukuk kuralı der ki; isim değiştirmekle gerçeği değişteremezsiniz. Ülkenin adını farklı koydunuz, ama antidemokratik bir anlayış ve yönetim varsa o isim bir anlam ifade etmez. Yaşanmayacak yerin adını isterseniz ‘cennet’ koyun bir şey fark etmez. Türkiye’de bizim dönemimizde devlet geçmişiyle hesaplaşmıştır. Ret, inkar ve asimilasyon politikaları kalkmıştır. Tüm vatandaşlarımızı anayasal vatandaşlık esasısıyla tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak çizgisinde, bu ülkede mesut, kültürel farklılıklarını koruyarak yaşatabilirsek işte o anayasa bizim anayamızdır.
- Anahtar fikir bu mu olmalı anayasada?
Bizim anayasamız çokluk içinde birliğe dayanmalıdır. Osmanlılar buna ‘Kesvet içinde vahdet’ derler. Peşin hükümlerden arınabilirsek, herkesi mutlu edecek bir anayasa yapabiliriz.
- BDP özerklik ilan ediyor?
Terör ve şiddet içermediği sürece insanlar her şeyi tartışabilir, konuşabilirler. Ama terör, kan ve gözyaşı olmamalı. Bazılarının uçuk tekliflerde bulunması, bizi doğruları yapmaktan alıkoymamalı. Bu kadar komplike, kronik bir problemi çözmeye çalışırken arızalar olabilir. Özgürlük alanlarını genişletirken yanlışlardan hareket ederseniz sonuç alamazsınız. Telefon sapıkları var diye insanlara telefon kullanmayı yasaklayamazsınız. Ama işin terörle mücadele kısmı başkadır ve titizlikle yapılmalıdır.
- Öcalan’ın serbest bırakılmasını masaya getirecekler gibi görünüyor?
Eğer biz tüm Türkiye’nin kaderini, demokratikleşmesini, BDP’ye endekslersek bir şey yapamayız. 26 maddelik anayasa değişikliğine ne MHP, ne CHP, ne BDP yanaştı. ‘Arkadaşlarımızın paşa gönlü olacak da demokratikleşmede bir adım atılacak’ diyemezsiniz. Yine de biz sonuna kadar, makul ölçüler içerisinde, bir tarafı abad ederken, diğer tarafı berbat etmeme prensibine dayalı bir şekilde arkadaşlarla çalışmak istiyoruz.
TSK yargıya gitmeliydi
- “Asker-sivil ilişkileri normalleşiyor” diyoruz ama her gün generaller için yakalama kararı çıkıyor. Bunu nasıl normalleşme olarak göreceğiz?
Görebiliriz. Asker asker olduğu için değil, kendisine izafe edilen bir suçun faili olarak yakalama emri çıkıyor. Bunları birbirine karıştırmayın. Kimse rektör, gazeteci, asker olduğu için içeri alınmıyor.
- İyi de henüz o gazeteciler hakkında somut ne iddia ortaya konuldu?
Mahkeme süreci ayrı bir olay. İkimiz oturup hakimlerin, savcıların, avukatların yerine kendimizi koyup, iddianamedeki eksiği fazlayı konuşabiliriz. Diyelim ki büyük bir matbaanız var. Orada gazete bastığınız sürece problem olmaz, ama sahte para basmaya yeltenirseniz, ensenize yapışırlar. Yakalama kararı internet andıcı meselesinden başlıyor.
- Yargının zamanlaması biraz enteresan değil mi?
Esası bir tarafa bırakıp detayları konuşursak, sonuca ulaşamayız. Her iki vatandaştan birinin oyuyla iktidara gelen bir siyasi irade var. Bu AK Parti, CHP veya başka bir parti olabilir. Ama o milletin ordusu, milletin vergileriyle kendisine tahsis edilmiş paralarla illegal bir şekilde bazı internet siteleri kuruyor. Sonra da onlardan ülkenin meşru hükümetiyle ilgili kara propoganda yaptırıyor. Bu çok vahimdir. Eğer TSK mensubu bir general ülkesinin topraklarını korumak için askerlik mesleğini yaparken birileri ‘Sen niye askerlik mesleğinin gereğini yapıyorsun?” derse, ben ona göğsümü siper ederim. Ama bugün siyasetçi de, general de, gazeteci de olsa yanlış yapan olursa ülkenin kanunlarının yakasına yapışması gerekir.
- “Dışarda komutan kalmayacak” yorumlarına ne diyorsunuz?
Bütün generaller falan içeri alınmadı. Hâlâ 300 generalimiz var. Bir şeyi iyi tespit etmemiz lazım: Islak imza meselesi için Sayın İlker Başbuğ ‘kağıt parçasıdır’ demişti. Lav silahları içinse ‘boru bunlar’ dedi. İnternet andıcı ortaya çıktığı zaman; ‘Ben kurumumda illegal faaliyet yaptırmam, hukuk dışı davranan kim olursa olsun kapının önüne koyarım. Yargıya ben sevk ederim’ denilebilirdi. TSK, iddialar ortaya çıktığı zaman kendi içindeki yanlışları ayıklama yoluna gitseydi, -Balyoz için de, Ergenekon ve internet andıcı için de öyle- çok daha iyi olurdu. TSK, Genelkurmay Başkanı’ndan erine 1 milyon kişilik bir camiadır. Bu camia içinde 1000 kişi darbe planları hazırlayabilir. 1 milyonda bin kişi orduyu temsil etmez, ancak ordunun kurumsal kimliğinin buna sahip çıkmaması lazım. Çıkarsa kendisini yıpratır. Ordumuz anayasal ve yasal görevlerini yerine getirsin, hepimizin ordusu olsun, canımız ciğerimiz olsun.
- Askerin iç işleyişine müdahale ne kadar doğru peki?
YAŞ’ta muhalefet, ‘TSK’nın teamüllerine dokunmayın’ dedi. Teamül, tekrarlana tekrarlana alışkanlık haline gelmiş davranış demektir. Mesela kendine ‘merkez medya’ diyen medyanın da bakan azlettirmek, hükümet yıkıp, kurmak, her meseleye maydanoz olmak teamülleri vardı. Darbe yapmak, muhtıra vermek de bizde TSK’nın teamülleri arasındadır. Bu devam etsin mi? Hukuk varken kimse teamüllere göre hareket etmemelidir. Normalleşme dediğimiz budur. Bir husumet asla sözkonusu değil.
- Polis terörle mücadelede sahaya indi. “İktidar kendi ordusunu kuruyor” iddialarına ne diyorsunuz?
Bu da çok yanlış. Bir tarafta 1 milyon kişilik bir ordu, diğer tarafta bir kaç bin kişilik özel yetişmiş birlik var. Böyle şey olur mu? Ama dünyada nizami eğitim görmüş ordular, gayri nizami şavaşan teröristelere karşı başarılı olamamış. Birisi 20 yıldır dağda ve ölmek için oraya çıkıyor. Sen ölmemek için dağa çıkıyorsun. İşin tabiatı neyse ona göre mücadele edilmesi gerektiği prensibinden hareket ediliyor. Kime bağlı olduğundan ziyade nasıl yetiştiği, ne yaptığı önemli. Ülke içindeki terör gruplarına karşı mücadeleyi ise özel birlikler verir. Bu birlikler polise veya askere bağlı olabilir.
Darbe olacak diye korkmadık
- 9 yıllık süreçte ‘Darbe oluyor’ diye korktuğunuz anlar oldu mu?
Korktuğumuz, yüreğimizin ağzımıza geldiği hiçbir dönem olmadı. En somut örneği 27 Nisan bildirisidir. Bir grup arkadaş bir araya geldik ve karşı bildiriyi hazırladık, yani gerekeni yaptık. Çünkü biz bu millete inanan insanlarız. Bugüne kadar bize karşı ne kadar entrika ve tezgah hazırlanmışsa milletin çelik iradesiyle karşılaşmıştır. Çok açık söyleyeyim; Karanlıktan korkan gece yola çıkmaz. Demokrasi treninin karanlık tünellerden geçtiği bir zamanda siyasi arenaya çıktık. O günden beridir, korkmuş ürkmüş, yüreği ağzına gelmiş bir halimiz var mı, hiç yok. Çünkü aklın gereğini yapıyoruz.
- “Darbeler dönemi bitti” diye rahatlıkla söyleyebilir misiniz?
Çok emin değilim. Türkiye’de emir komuta zinciri içinde yapılmış fiili tek darbe 12 Eylül askeri darbesidir. Yani bütün ordu dahil edilmiştir. Mesela 1960, TSK içindeki bir çetenin yaptığı bir darbedir. Ben kurumsal olarak TSK’nın emir komuta zinciri içerisinde bir askeri darbeyi ihtimal harici görüyorum. Ama buna heves eden, teşebbüs eden, bu özlem içinde olan insanların hâlâ TSK içinde ve dışında olabileceğini düşünüyorum. Militarizm üniforma meselesi değil. TSK içinde üniforma giyen öyle insanlar vardır ki, benden daha demokrattır. Ama sözüm ona sivil olup, iliklerine kadar militarist olan, darbe yanlısı olan insanlar var. Bu bir virüstür ve söküp atmak çok kolay değildir.
CHP ile armudun sapı, üzümün çöpü hesabı yaparsak olmaz
- CHP’den 35. madde ve Genelkurmay’ın MSB’ye bağlanması gibi konularda ortak mesajlar geliyor. Muhalefetle yeni dönem nasıl şekillenir?
Muhalefetle ilişkilerimizde saygı meselesini çok önemsiyoruz. CHP, ana muhalefet partisi olması nedeniyle çok daha büyük sorumluluğa sahip. Ama hem CHP, hem diğer muhalefet partileri ile armudun sapı üzümün çöpü hesabı yaparsak hiçbir şey yapamayız. ‘Sen bana şunu dedin, ben sana bunu dedim’ olmaz. Sayın Başbakan tüm davalarını geri çekti. Mühim olan budur. Galipken zalim olmamak, mağlupken zelil olmamak bizim şiarımızdır. Ama Başbakan bundan sonra dava açmayacak mı? Siz arabanın kilometresini sıfırlarsınız ama hareket etti mi kilometre yine yazar. İktidarın sorumluğu olduğu gibi muhalefetin de var. İktidar şamar oğlanı değil.
Gül’ün görev süresi
- Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 2014’te mi sona erecek?
Kişisel olarak ben başından beri bu kanaatteyim.
- Ama TBMM neden 4 yıl görev yaptı deniliyor?
Türkiye’de bugüne kadar 5 yılda bir neredeyse seçime hiç gidilememiş. 2002 yılında Meclis’e geldik ama cumhurbaşkanlığı seçimi ve diğer malum sebeplerden dolayı tekrar ‘milete gidelim’ dedik. Bu parlamentonun tercihiydi. 5 + 5 formülünün getirildiği referandum yapılmadan önce Sayın Gül seçilmişti ve eski anayasa hükmü yürürlükteydi. Anayasa değişikliği geçmişe yürümez, yürümemeli. TBMM kendisiyle ilgili olarak 4 yıl sonra seçime gitmeyi tercih etti ve bununla ilgili bir kanuni düzenleme yaptı. Ama cumhurbaşkanlığı meselesinde böyle olacak anlamına gelmiyor. Bir kanun çıkarıp “Mevcut Cumhurbaşkanı 5 yıllığına seçilmiştir, 5+5 formülü ona da uygulanır ve de tekrar aday olabilir” düzenlemesi yapılsa, bağlayıcı olabilirdi ama şu anda böyle bir kanun yok.
- Yeniden aday olabilir mi sizce?
Bence 7 yıl yapmış olacak ve yeniden aday olamayacak.
YÖK soruşturmaya izin vermeliydi
- Eski bir Milli Eğitim Bakanı olarak sizce ÖSYM Başkanı Ali Demir istifa etmeli miydi?
Orada olup bitenlerin detaylarını incelemiş değilim. Savcılık bir inceleme için karar aldı ama YÖK buna müsaade etmedi. Bence bir şeffaflık olması lazım. YÖK buna müsaade etmeli ve yargı incelemeliydi. Hakikaten suç bulunması söz konusuysa, Ali Bey de oradan gitmeliydi. Ama YÖK müsaade etmedi. ÖSYM’de yılların getirdiği bir kadrolaşma var. Sizi ÖSYM Başkanı yapsalar, eğer oradaki kadro sizden hoşlanmaz, sizi benimsemezse, sizi ofsayta rahatlıkla düşürebilirler. Bunun da bir faktör olduğunu düşünüyorum ama o konuda nihai hüküm cümlesini söylemek benim gö-revim değil.
- Bir soruşturmadan aklanarak çıkması kendisi açısından daha iyi olmaz mıydı?
Çok daha iyi olurdu.