Birçok tasarımcının dünyayı kirletmemek için tasarım yapmayı bırakma düşüncelerine karşın o, kalitenin savunucusu. “Tabii ki ben de bu çoktanlığa ve fazlalığa karşıyım ama kaliteye karşı değilim. Milyon birinci sandalyeyi üretmenin bir anlamı yok. Ama bana bir yaşam tarzı sunduğu, benim devinim içindeki hayatıma bir yenilik getirdiği anda anlamlı olmaya başlıyor” diyen Defne Koz ile üç ayrı ülkede sürdürdüğü yaşamından ve tasarımdan konuştuk.
Maison Française: Tam anlamıyla endüstri ürünleri tasarımının ne kadar içindesiniz?
Defne Koz: Nissan, Sharp gibi önemli endüstriyel markalar için tasarımlar yaptım. Siz eğer bazı teknolojileri, tüm detayları biliyorsanız ve üretimine aşinaysanız tasarlarken kendinizi aşamıyorsunuz. Bildikleriniz doğrultusunda kendinizi hep kısıtlıyorsunuz.
Örneğin araba konsepti konusunda bir birikimimin olmaması Nissan için önemliydi. Adamlar benden olabilirliğin yanı sıra farklı bakış açıları istediler. Eğer ben sürekli araba yapıyor olsam, araba üretilebilirliği içinde tasarım yaparım. Ama ilk kez araba yapan bir kişinin sınırsız yeni fikri olabilir. Gerçek endüstrilerle çalışmayı seviyorum. Kısıtlayıcı, sizi sınırlayan ama müthiş üretim teknikleri var. Sınırları aşabilmek mümkün; hüner, endüstriyi bir şekilde ikna edebilmekte yatıyor.
MF: Bir ürün tasarımcısı olarak tekstil tasarımına bakışınız nedir?
D. Koz: Issey Miyake bir çağ yarattı. Öyle bir kumaş işliyor ki kumaş dikilmeden, fabrikadan çıktığında size bir elbise oluyor. İkinci bir müdahaleye gerek kalmadan siz kumaş rulosunu açıp giyiyorsunuz. Aksesuarların ne kadar gereksiz olduğu vurgulanıyor. Tabii bu sürekli kılınabilir mi, belki… Tekstil tasarımı deyince aklıma iki kulvar geliyor; biri son derece gelişmiş teknolojiyi, Miyake’nin yaptığı gibi tekstilin içine sokmak. Bir diğeri geçmişimizdeki saray kültüründen kalan perde, halı, kumaş gibi tekstilleri günümüze yorumlamak olabilir.
MF: Yeni bir tasarım yaparken geçmişteki zenginliklerden esinlenmek konusunda bir sınır olmalı. Çağdaş tasarımlarınızla bu dengeyi çok iyi sağlıyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz? D. Koz: Bir şeyi bugüne taşırken yüzeysel bir şekilde taşırsanız, işte o sizin bahsettiğiniz şey oluyor. Eğer oradaki ince çizgiyi kaçırırsanız ucuz olabilme tehlikesi var. Pazar işi olur ki pazardaki ürünlerde bile bir tat vardır. O kültürü günümüze taşımak için çok dikkatli olmak lazım. İstediğiniz formun kültürünü, geçmişini çok iyi anlamak, dinlemek gerekiyor. Ya kullanılışına ya da malzemesine bir yenilik getireceksiniz.
Önemli olan bir ürünün bana verdiği his ve kalite. Çağdaş bir ürünün kanı mca olması gereken artısı bana yaşatacağı kalitedir. Dokunduğumda hissedebileceğim duygu. Bunlar bugünü yapan ürünler olmalı. İlk aldığımda mağazada çok cezp edecek ama eve geldiğimde hiçbir şey vermeyecek bir ürün yerine her geçen gün bana yeni bir şeyler anlatan bir ürün olmalı.
MF: Tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
D. Koz: Dışarıdan nasıl algılanıyorsa, ben zaten onu vermek istiyorum. Sizi bıktırmayacak ve dolayısıyla zaman içinde yaşlanmayacak ürünler tasarlamaya çalışıyorum.
MF: Moda ve trentler sizin tasarlama sürecinizi nasıl etkiliyor?
D. Koz: Trendi bir tasarımcı zaten kendisi yaratı r. Sonuçta tasarımcının görevidir; ileriyi düşünmek, trent belirlemek. Modadan çok hazzetmiyorum şöyle ki, moda işin içine girince sizin ürününüzün geçici olma tehlikesi doğuyor. Eğer bir trend yüzeysel olarak uygulanırsa moda haline dönüşüyor ve bir süre sonra demode oluyor. Benim tasarımımda yapmak istediğim bu değil. Çünkü genel olarak hayata bakışım bununla çok bağdaşmıyor. Sadece tüketim için tüketmek bana ters geliyor. Modaya, güzel giyinmeye, güzel şeyler almaya tabii ki varım ama kişiliği yok etmemek lazım.
MF: Bir tasarımcı her şeyi tasarlayabilir mi?
D. Koz: Evet, olabilir, yeter ki o işe tutkuyla sarılsın. İtalya’da 1994’e kadar tasarım okulu yoktu, tasarımcıların hepsi mimardı. Şu an hâlâ klasik olan birçok tasarımı mimarlar yapmış.
MF: Tasarım eğitimi almasaydınız, ne yapardınız?
D. Koz: Kesinlikle sinemayla ilgili bir şeyler yapardı m, yönetmenlik gibi. Sinemacılık sektörü beni çok etkiliyor. Sinema pek çok sanatı içine alan bir dal; işin içinde edebiyat, görsel sanat, ürün tasarımı, müzik ve yeni birçok teknoloji var.
MF: Aynı anda üç şehirde yaşamak zor gelmiyor mu?
D. Koz: Ben artık ülkeler, sınırlar göremiyorum. Her taraf bir bulut ve ben de bu bulutlar arasında dolanıyorum gibi hissediyorum. Farklı kültürlerle yaşamak, farklı şeyler görmek düşüncelerimi de farklılaştırıyor. Bu beni çok renklendiriyor ve keyiflendiriyor.
Defne Koz Design Studio;
www.defnekoz.com