Kendilerine “Yurtta Sulh Konseyi” adını veren cuntacıların 15 Temmuz’daki darbe girişimine ilişkin yapılan soruşturmada adı gözaltı listesinde yer alan Hürriyet’in eski Dijital Yayınlar Koordinatörü Bülent Mumay, BirGün gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Yarın sabah saat 09.30’da İstanbul Çağlayan Adliyesi’ne ifade vermeye gidecek olan Mumay, ilk yazısında, darbe girişiminin ardından darbe karşıtı gazete ilanlarına değinerek, “Pek kıymetli basın patronları, madem o kadar demokrasi aşığısınız, maliyetleri çıkardıktan sonra o ilanların kârlarını, darbe yüzünden can verenlerin yakınlarına bağışlamaya ne dersiniz, hoş olmaz mı? Darbeye hayır, ama darbe üzerinden köşe dönmeye de hayır” dedi.
Bülent Mumay’ın bugün (26 Temmuz 2016) yayımlanan “Hepimiz orada değil, buradayız!” başlıklı yazısı şöyle:
Amentü ile başlayalım.
#DarbeyeHayır.
Hatta el yükselterek devam edelim. #DarbeyeDiktayaNokta. Tankın üzerine çıkmak bir tarafa, altına yatanları, namluların üzerine yürüyen yurttaşları asla unutmayacağız. Bu toprakların biraz cömertçe yetiştirdiği, yakın tarihin en karanlık gecesini yaşatan alçakları da...
Ama unutmamız gereken bir şeyler var. Eğer bir milada ihtiyacımız varsa, bundan böyle ıssız bir adaya düşerken bile yanımıza almamamız, lügatimizden çıkarmamız gereken bir şey var: Ö-te-ki-leş-tir-mek.
•••
Kanlı darbe girişiminin ertesi günden itibaren malum matbuattan bir yaylım ateşi başladı:
“Eyyy Gezicilerrr, neredeydiniz? Boğaz Köprüsü’nde göremedik sizi... Mesele demokrasi değil gerçekten üç-beş ağaçmış...”
2013’te evde zor tutulan, 15 Temmuz gecesinden bu yana neredeyse evinin yolunu unutan “yüzde 50” adına sorduklarını söylüyorlardı. Dünün “Gezi”cilerini bugünün darbesine destek olmakla suçlayanlar birbiriyle yarışıyorlardı. Darbeyi açıktan ya da örtülü olarak destekleyen elbette yoktu, sadece malum çevreler kendileri kadar net bir mücadele bekliyorlardı.
•••
Eğer bu ülkeye dün gelmiş biri olsanız, bu isyana hak verebilirdiniz. Ama bu topraklarda geçirdiğiniz süre 3 yıldan biraz fazlaysa, “el insaf”ı yapıştırırdınız beklemeden. Örnek gösterirken kullandıkları “Mesele üç-beş ağaç değil” sözlerini sarf eden insan bile, hedef gösteren yayınlar yüzünden 3 yıldır ülkesinden uzakta yaşıyor.
Gezicileri darbecilerle aynı yerde hizalamak isteyenler, her itiraz edene “hain”, her sokağa çıkana “terörist”, demokrasi diyenlere yeni düşmanınız “paralel” demeyecektiniz. Gezi’den bu yana toplumu bu kadar kutuplaştırıp, sizden farklı düşünen herkesi ötekileştirmeyecektiniz. Örneğin 15 yaşındaki oğlu aylarca komada eriyip 16 kiloluk bir cenaze olarak kendisine teslim edilen bir anneyi yuhalatmayacaktınız.
Sadece barış için çıktıkları Ankara sokaklarında can veren 103 memleketlimizin, milli maçta ıslıklanmasına en azından “Ayıp yahu” diyecektiniz.
Karaman’da çocuklar tecavüze uğrarken, iktidarın örgütünü aklayıp paklamak yerine önce mağdurların sesi olacaktınız...
•••
Herkesin bir hesap defteri var. Yeni yıkımlar yaşamamak, acıları yarıştırmamak iç in artık o defterleri dürmenin zamanı geldi. Ötekileştirmeden birlikte yaşamanın temellerini atabilmek, her türlü fenalığa aynı gür sesle karşı çıkabilmek için. Hesabı hep birlikte ödedik, tuzlu değil kanlı oldu. Masaları çevirip, yerleri süpürelim. Hiçbir şeyi unutmayalım, ama haklı olmayı değil mutlu olmayı başaralım.
Kandırıldık: Yetmez ve hayır
AK Parti-Cemaat yarılmasından bu yana “bir kısım” sosyal medyanın en sevdiği sporlardan biri, “Bitsin bu hasret” günlerinden örnekler paylaşmak. Fethullah Gülen’in başı ağrısa gazetelere ilan verenlerle dalga geçmeler, parsel parsel arsa dağıtıp “Ona Feto diyemezsin, tamam mı?” tweetleri atan belediye başkanlarını ti’ye almalar...
Tamam yeterince gülüp eğlendik ama bugünün iktidarından beklememiz gereken bir şey yok mu? Hayır, “Ne istedilerse verdik, kandırıldık” diyen başta Cumhurbaşkanı’ndan onlarca gazeteciye kadar yüzlerce ismin “FETÖ’ye yardım-yataklık”tan yargılanmaları değil kast ettiğim. Şöyle bir tane sağlam özeleştiri beklemek çok mu? “Bomba gibi” kitapları yüzünden tutuklanan gazetecilerden, kumpasla makamından çıkarılan savcılardan, icat edilmemiş fontlar kullanılarak hapisler yatan subaylardan bir özür peki?
O kalemler, tespihler ne olacak?
Vakti zamanında Pensilvanya’ya gidip dönen gazetecileri görmeliydiniz. Havalarından geçilmezdi... Yürüyüşleri bile değişiyordu. Ha bir de yanlarından eksik etmedikleri bir şey vardı. Okyanus ötesinden aldıkları hediyeler: Kalem ve tespih... Merak ediyorum, o arkadaşlar malum operasyon sonrası o hediyelerini ne yapacak? Allah muhafaza, polisin eline geçerse örgütsel doküman sayılıp tespih tanelerinden T.C. yazılması işten bile değil.
Demokrat eller cebe
Darbe girişimini en gür şekilde lanetlemek, iktidara “yeminle ben de karşıyım” diyebilmenin en kısa yolu bu ara gazetelere, özellikle havuz medyasına tam sayfa ilan vermek... En kırmızı zeminlisinden, en “Başkomutanımız”lısından...
Kumarda olduğu gibi burada da “hep kasa kazanıyor.” Pek kıymetli basın patronları, madem o kadar demokrasi aşığısınız, maliyetleri çıkardıktan sonra o ilanların kârlarını, darbe yüzünden can verenlerin yakınlarına bağışlamaya ne dersiniz, hoş olmaz mı? Darbeye hayır, ama darbe üzerinden köşe dönmeye de hayır.
“Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kaleeemde…”
Grisi olmayan memleketim, uçlar arasında gidip geliyor. Ya tapıyor, ya nefret ediyor. Hoşlanmayı ya da hazzetmemeyi bilen bir toplum değiliz. Ya seviyoruz, ya nefret ediyoruz. Devleti de, Diyanet’i de, vatandaşı da aynı hastalıktan mustarip. Darbe girişimi sonrası Diyanet’ten gelen “Darbecilerin namazını kılmayacağız” açıklaması fitili yakmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, devamını getirmiş: “Vatan hainleri mezarlığı kuracağız. Gelen geçen lanet okuyacak.”
Vatandaşımız boş durur mu? Gülen’in -daha düne kadar neredeyse türbeye çevirdikleri- doğduğu evi yakmak istediler. Bir havuz televizyoncusu, hızını alamayıp belediye başkanına “Gülen’in evini umumi helaya çevirelim” teklifinde bile bulundu. Velhasılıkelam, “Ya sev, ya terk et”in ortasını bir türlü bulamadık.