Çekimler için gittiği Hindistan'da yılan tarafından ısırılan Bülent Ersoy konuştu. Ersoy, "Neden korkacağım? Yılandan mı? O da soktu. Allah’tan bir şey olmadı. Ganj’a da girdim, bak hâlâ hayattayım. Evet, birtakım badireler atlatıyoruz... Ama emek olmadan ekmek olmaz!" dedi. "Her yere uyum sağlıyorsunuz yani?" sorusuna Ersoy, "Tabii. Bukalemun gibiyim" yanıtını verdi.
Hürriyet'te Ayşe Arman'a konuşan Ersoy'un "Yılan sokması bana vız gelir" başlığıyla yayımlanan söyleşisi şöyle:
Bülent Ersoy, Banu Alkan, Safiye Soyman, Burcu Esmersoy...
‘Dünya Güzellerim’ adlı programın çekimleri için Hindistan’dalar.
Oleeeeeey!
Bir röportajcı daha ne ister?
Tek tek hepsiyle röportaj yaptım, çekimlerine gittim ve Hindistan’da oldukları müddetçe iletişimde kaldım. Gerçekten unutulmaz maceralar yaşadılar. Bugün Bülent Ersoy’la başlıyorum, hepsini okuyacaksınız. 14 Haziran’da program başlıyor, televizyondan da izleyebileceksiniz...
Olayın başkahramanı tabii ki Diva. Valla yeryüzüne düşmüş bir meteor gibi. Parıl parıl. Gözümle gördüm, yollardaki kalabalık onu görünce ikiye ayrılıyor. Bakakalıyor Hintliler. Ve saygıda kusur etmiyorlar. Tabii ki Bülent Ersoy’u tanımıyorlar ama işte ‘star enerjisi’ denilen bir şey var herhalde, buram buram yayılıyor. Bülent Ersoy yürüyor, arkadan soruyorlar, “Kim bu? Kim bu?” Ben de yanıtlıyorum, “Turkish Diva!”
Her şeyi büyük, abartılı, grandiyöz, kendi deyimiyle egzajere... Yüzüğü kafam kadar mesela, küpesi, bileziği, dudakları, ruju, tırnakları, her şeyi, her şeyi büyük. İnsan gözünü alamıyor. Ama ona yakışıyor da...
Benim Diva’yla ilk sohbetim. Hafif tırsıyorsunuz, çok şaşırıyorsunuz, çok gülüyorsunuz, zekâsından etkileniyorsunuz, insana bir sürü duyguyu aynı anda yaşatan biri... Setteki herkes ona saygı duyuyor. Herkes onun nasıl titiz olduğunu, işini nasıl aşkla yaptığını biliyor. Gerçekten de müthiş bir iş disiplini var. Ve starlığın elkitabında ne yazıyorsa, hepsini biliyor ve uyguluyor...
Ve Diva karşımda, üstelik Hindistan’da karşımda. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
- Valla çok iyi. Türkiye’de zannettim kendimi! O fotoğraf çektirmeler filan, insanlar sokaklarda oluk oluk üzerime geliyor. Pek ilgi görüyorum. E hoşuma gidiyor. Bir de bitmeyen bir macera. Tac Mahal’e gittim, kutsal şehir Varenasi’de Ganj’a girdim, daha ne olsun? Yılan soktu ama biz programa devam...
Bu program nereden çıktı?
- Efendim, sayın patronumuz Uygar Beyefendi teklifi bana getirdi. Sayın yönetmenim Mustafa Kotan, benim ismimde diretmiş, “İlle de Bülent Hanım olsun!” demiş...
Sizin de bir şeyi kabul etmeniz zor...
- Tabii, üzerinize afiyet, fevkalade seçiciyim. Bir buçuk ay düşündüm.
Sizi baştan çıkaran neydi? Para değil herhalde...
- Yok canım, para için yapılmaz böyle bir şey! Hınzır geldi, yaratıcı geldi. Bir de zor zamanlardan geçiyoruz. Hepimizin gülmeye, biraz da rahatlamaya ihtiyacı var. Yılmış, bıkmış insanlar. Kendini, derdini, memleketi bir süreliğine unutmak istiyor. Bilmem yanılıyor muyum Ayşe Hanımcığım...
"Ne havası hanımefendi, hijyenik ortamda değiliz"
Yanılmıyorsunuz...
- Ben seyahat etmeyi seviyorum. Günümüz trendleri de bu yönde. İnsanlar, ekrana baktılarında hoş ve farklı bir şey izlemek isterler diye düşündüm. “Hadi bavulları hazırla Bülent!” dedim...
Kilit insan siz misiniz?
- Sizce?
Siz kabul etmeseydiniz bu program olmayacak mıydı?
- Sizce? Ben, bana gelen teklifleri uykuya yatırırım. Önce kendimle, sonra tavanlarla konuşurum, ne getirir, ne götürür, ne yapar, ne eder... Türk halkının çoğunun görmediği yerler buralar. Belki hiçbir zaman da göremeyecekler. Ama bir düğmeye bastıkları vakit, hiçbir bedel ödemeksizin buralara gelebilecekler. E biz de eğlenceliyiz.
Halkın içine karışıyor musunuz?
- Ama ben öyleyim. Halkın içindeki Diva. İçimden geldiği gibi davranırım. Biz çekerken eğleniyoruz, onlar da izlerken eğlenecek. Her yeri bizimle yaşayacaklar.
Havalı bir seyahat programı gibi değil yani...
- Ne havası hanımefendi? Hijyenik bir ortamda değiliz, affedersiniz ama kokudan gezemiyorum. Müthiş bir coğrafya ama böyle bir yanı da var. İlk gün, “Burun deliklerime acaba ne tıkasam?” diye düşündüm. “Tıpa var mı?” dedim. “Yok” dediler. Ama ben helva da derim, halva da...
Her yere uyum sağlıyorsunuz yani?
- Tabii. Bukalemun gibiyim...
Biraz da zor bir coğrafya, siz çok da genç değilsiniz. Bir ay yollarda olacaksınız, korkmadınız mı?
- Hanımefendi neden korkacağım? Yılandan mı? O da soktu. Allah’tan bir şey olmadı. Ganj’a da girdim, bak hâlâ hayattayım. Evet, birtakım badireler atlatıyoruz... Ama emek olmadan ekmek olmaz!
Ekip arkadaşlarınızı siz mi seçtiniz?
- Sundular bana. Bazılarını eledim...
Kimler elendi?
- İsim verecek halim yok. Onlar, gözyaşlarıyla, selametle Hak’kın rahmetine kavuştular!
Eleme sebebiniz ne?
- O ışık yoktu onlarda! Ben göremedim yani. İzleyicinin enterese olabileceği yapıda insanlar olması gerekir...
‘Beyin’ sizsiniz aslında değil mi?
- Dün jenerik fotoğrafı çekildi. Kotancığım size gösterir, bakın, kararı verin. Ben bir şey söylemeyeyim.
Pimi çekilmiş, patlamaya hazır bombayım
“Ben lokomotifim, diğerleri vagon” deyince bozulmuşlar mıdır?
- Yoo, bozulmalarını gerektirecek bir şey yok. Gerçek bu. Gerçekler, acı da olsa gerçektir. Bunda hiç mütevazı olamayacağım!
Türk halkı sizi neden bu kadar seviyor? Aslında biraz terssiniz...
- Ters? Öyle demeyelim... Yerine göre agresifim ama yerine göre de son derece pamuk yürekli biriyim. Ben netim. Oyunum yoktur. Herkes kendinden bir şey buluyor bende...
Şu an ekipteki herkesi seviyor musunuz? Kıl olduğunuz biri var mı?
- Benim belli olmuyor ne zaman patlayacağım! Pimi çekilmiş patlamaya hazır bombayım. Bir anda, “Bana baksana sen!” diye parlayıveriyorum...
O zaman ne yapıyor insanlar?
- Nasıl yani? Ne yapacak ki? Ne diyecek yani? Neee?
En zor siz misiniz? Siz, kaprisli misiniz?
- Kaprisli değilim, prensip sahibiyim! Bu gelgitlerim de, işin selameti için. Ben her şeyi planlayalım isterim. Çünkü mükemmeliyetçiyim. Her şeyim kuralına, kaidesine göredir.
Çalışkan ve disiplinlisiniz yani...
- Ay ne diyorsun? Son derece! Başka türlü bu kadar yıl insan nasıl ayakta kalır! Ama şunu da bilirim: Allahüteala’nın izni olmadan, kâinatta bir yaprak bile kımıldamaz. Efendim, sıfır hata da sadece ona mahsustur! Ama ben, hepimizin yaptığımız işlerde hata payını azaltmaya çalışmamızdan yanayım. Aklımızı kullanalım.
Sevdiğim şeylerin bütün renklerini alırım
O yüzden de, işi şişirenlerden hoşlanmıyorsunuz!
- Asla! Hiç hazzetmem, affetmem de. İşini savsaklamayacaksın, işi şişirmeyeceksin. “Kim anlayacak?” diyorlar. Ben anlıyorum ya! Bir gün Maksim’deyim. Çorabım kaçtı. Dediler ki: “Kim görecek? Uzun etek üzerinizdeki!” “Ben biliyorum ya!” dedim. Mesela sayın yönetmenimiz Kotan Beyefendi, “Sizi file bindirelim!” diyor, “Tabii!” diyorum, “Ama insanlara enteresan gelmesini istiyorsanız, bir vinçle beni file bindirin. Mümkünse de vinç, Swarovski taşlarla süslenmiş olsun!”
Vaaaaay!
- E bizim işimiz konuşturmak Ayşe Hanımcım.
O bavul hikâyesi de konuşturma için mi?
- Yok, o benim gerçeğim! Her elbisenin takıları ayrı, ayakkabıları, çantaları ayrı...
Aynı çantadan yedi ayrı renk olduğu doğru mu?
- 10... Sevdiğim şeylerin bütün renklerini alırım. Bana gelirseniz bir gün, size hediye de ederim kabul buyurursanız...
Çok naziksiniz. Bu sizin normal hayatınız değil herhalde. Evinizde böyle abartarak yaşamıyorsunuz değil mi?
- Normal hayatım bu benim! Ben egzajereyi seviyorum. Mesela şu üzerimdeki elbisenin takıları eksik olursa, ben onu kabul edemiyorum. Bavul sayısının artma sebebi, kombin merakım ve mükemmeliyetçiliğim.
Aç olunca gergin olurum
En çok ne zaman gergin olursunuz?
- Aç olunca. Mesela bugün sabah kahvaltısı dahi etmedim. Biraz gerginim. Yakında gırtlağınıza yapışabilirim...
Şaka di mi?
- Tabii ki. Sizi sevdim, gırgır geçiyorum. Şu garsonu çağırsana, “One orange juice please!” (Bir portakal suyu lütfen)
Türk sanat müziği eskisi gibi değil. Oysa, siz müthiş bir sessiniz. “Yazık oldu!” diyor musunuz?
- Şimdi yalnız ses değil! Ben bunun eğitimini de almış biriyim, onun için tabii çok üzülüyorum. Ne yazık ki yeni nesil Türk sanat müziği bilmiyor, hep iki dörtlük, cıstak cıstak eserler. Olacak iş değil! Öğretecek, o kültürü verecek insan da kalmadı. Hepsi Zincirlikuyu’da. Bir ben kaldım, e ben de yakında...
Demeyin öyle...
- E yani, n’olacak, kazık mı çakacağız?
Sizin temiz bir 40 yılınız var...
- Öyle mi, senin de ağzınızdan bal damlıyor...
Sizde bu hayat iştahı olduğu müddetçe...
- O kadar uzun yaşayacaksam da, şöhretimle, servetimle, bu şahsıma duyulan sevgi ve saygıyla yaşamak isterim. Sevgisiz, ilgisiz, alaka görmeyen bir şekilde yaşamak, ölümden beter! Allah bana o günleri göstermesin...
Bu tırnaklarla bebekler gibi uyuyorum
Bu tırnaklarla uyuyor musunuz?
- Elbette, bir sakıncası mı var?
Yooo. Takılmıyor mu bir yere?
- Hayır. Bebekler gibi uyuyorum!
Sizin, her şeyiniz büyük, abartılı... Bana hoş geliyor da, yormuyor mu sizi?
- Tersine zevk alıyorum. Hep isterdim ki Osmanlı döneminde yaşayayım. O kaftanlar, eteklerini savurmalar, büyük mücevherler, gerdanlıklar tam bana göre...
Aşk konusunda başarısızım
Bir sevgili daha yapar mısınız?
- Yapmam.
Neden? Bıktınız mı?
- Yoo denedim, başaramadım, olmadı. Aşk konusunda başarısızım. Belki beraber olduğum insanları üzüyorumdur kim bilir, bu sertliğimle falan. Bir de ben sevgi veremiyorum...
Niye?
- Kendim almaya alışmışım!
Aslında sevgi dolu bir haliniz de var...
- Ama işte bir kadın-erkek ilişkisinde, insan bir dokunmak filan ister değil mi? Mesela evliyken eşim bir gün eliyle şöyle dokundu bana. “Ay ne yapıyorsun sen!” dedim. Lafa bak! Dokunmayacak da ne yapacak? Hatta bir gün bana demişti ki, “Yeter ya! Oraya dokunma, buraya dokunma. Sanki kırılacak bir eşyasın, hiçbir yerine dokunamıyorum! Bir de sen istersen her şey oluyor...” “Esamim okunmuyor!” demek istedi, haklıydı...
O zaman da yalnız mı kalıyor insan?
- Evet, öyle oluyor. İnsanların hisleriyle oynamamam gerekiyor. Ama diyorum ya, bu konuda beceriksizim. Yedi senedir bir flörtüm var. Çok efendi, çok anlayışlı ama ben karşılığını veremiyorum. Kendi kendimi suçluyorum...
O bizim kızcağız var ya, parmaklarının ucuna basa basa dolaşan, Banu Alkan, ay durmadan, “Ben âşık oldum!” diyor. Hint düğününe gittik. Adamı gözüne kestirmiş, dans ederken kafasını göğsüne dayamış. “Sayın Bülent Hanımefendi” diyor, anlata anlata bitiremiyor. Dinlemedim bile. O, hâlâ eskide kalmış. Hâlâ “Türkiye’nin en güzel kadınıyım!” diyor. Tabii seneler insandan çoook şey götürüyor ve bunu kabul ederse huzursuz olacak. İşte o da bir hayal âleminde yaşıyor!
Tarkan harika şarkı verdi
Kazandığınız paraları ne yapıyorsunuz?
- Çatır çatır yiyorum! Ama yesem de bitmez. Çocuğum yok, kime kalacak? Devlete. Ya da birileri varsa kendi seçtiğim...
Mesela bir şarkı yapayım da, herkesi baştan çıkarsın gibi şeyleriniz var mı?
- Tabii ki. Örneğin Tarkan beyefendi şimdi bana bir eser yaptı. Pek bir güzel. Lezzetine doyum olmuyor. Kendi yapıtında okuyacaktı, bana dinletti. “Beğendiniz mi?” dedi, “Beğenmek ne kelime, bayıldım!” dedim, “Sizin olsun!” dedi.
Biz ne zaman dinleyebileceğiz?
- Dönünce okuyacağım. Hakikaten çok güzel.
Amaç hep şaşırtmak mı?
- Hayatın temel kavramlarından biridir hanımefendi şaşırmak ve şaşırtmak. Hele bizim işimizde. Öbür türlü bıkkınlık vermez mi?
Elbette! Siz de hep bunun için mi efor sarf ediyorsunuz?
- Son nefesime kadar da böyle olacak. “Bu yaştan sonra duruldu, boş veriyor!” dedirtmem.
İyi de, bu da zor değil mi?
- Zor ve yorucu. Ama star olmak bu! Öteki türlü, normal bir Ayşe, Fatma olurdum. Bülent Ersoy olamazdım. Benim hayatım bitmez tükenmez bir emek. O emekler karşılığında, beğeni topladığım oluyor, “Artık bu biraz fazla oluyor!” denildiği de... Olsun, yeter ki ben konuşulayım.
Öyle midir gerçekten, reklamın iyisi, kötüsü yok mudur?
- Yoktur. Konuşulmak en önemli şeydir. Siz, starlığın elkitabını okumadınız demek ki Ayşe Hanımcığım! Bir şekilde, sizi izleyenlerin beyin kıvrımlarını meşgul etmeniz gerekiyor. Kafaları sizinle meşgul olsun ki, hakkınızda konuşsunlar. O konuşma bittiği vakit, kimse sizinle ilgilenmiyor demektir, o zaman, siz de bitmişsinizdir! Ama bak, bu, büyük starlığa oynuyorsanız... Yok oynamıyorsanız, gidin yazlığınızda şilebezi elbisenizi giyin, oh püfür, püfür...
Otobüse bindik efendim, bitleniyorduk
Peki “Hakkımda olumsuz konuşacaklarına hiç konuşmasınlar!” diye bir şey yok mu?
- Hayır, öyle şey olmaz. Ne dedim? Sıfır hata, sadece en büyük yönetmen, yukarıdaki Allahüteala’ya ait. Tabii ki hata yapacağız. Ve o hatanın da konuşulması gerekiyor. Bir masada yemek mi yeniyor? Biri, “Ben Bülent Ersoy’un programını tutmadım!” desin. Diğeri, “Aman canım, kadın da kendini çok ciddiye alıyor!” desin. Öbürü, “Zaten onun her şeyi öyle” desin. Biri “40 küsur bavulla ne götürmüş” desin, öbürü “Yılan sokmuş!” desin. Yeter ki desin!
Belediye otobüsüne bindiniz değil mi?
- Bindik efendim. Bitleniyorduk az kalsın. Tabii hafif dalgasını da geçiyoruz. Tavuk, keçi, ne ararsan var. Maşallah hepsiyle akraba olduk. Trene de bindik. Pek meşhurmuş Hindistan’ın trenleri. Sokakta uyuyanlarla takıldık. Varenasi’ye de gittik, ölü yakılma törenleri izledik, Ganga maceramız da var, Ganj Nehri’ne Ganga diyorlar, Tac Mahal’e de gittik, hepsini izleyeceksiniz...
Aç kaldığınız doğru mu?
- E bir miktar kaldım valla. Ben et severim. Antrikot filan, kenarı yağlı olacak. O yağ ete geçecek, püre ve salata da alayım yanına. Hindistan’da yok. Sağ olsun Mumbai’de konsolos bey, otele etli yemek yolladı.
Benim geceliklerimi bir görseniz, milletin giydiği tuvaletlerden daha şaşaalı
Size saygı duyuyor insanlar, hayranlık da... Ama biraz korkuyorlar. Fakat seviyorlar da çok, nasıl oluyor bu?
- Allahüteala’nın bir lütfu diyeceğiz herhalde. Ama evet, Bülent Ersoy bunların hepsini içinde barındırıyor.
Bir Bülent Hanım var, bir de Bülent Ersoy mu? İki ayrı kişilik mi? Siz, dışarıda Bülent Ersoy’un sahnesini mi alıyorsunuz? Sadece şarkı söylemekten söz etmiyorum, insanların beklediği şaşaalı bir kadın var ya, evden dışarı çıkınca o mu oluyorsunuz?
- Alakası yok. Benim evdeki geceliklerimi bir görseniz, milletin giydiği tuvaletlerden daha şaşaalı! Anladım sorunuzu. Ben bu elbiseyi üzerimden çıkarıp başka bir elbise giymiyorum. Bu, benim gerçek kişiliğim. Oyun veya gösteriş değil...
En değerli varlığınız kim hayatta?
- Annemle babam. Babam 90 yaşında, annem 83. İkisi de banka müdürüydü. Annem, Moda şubesi müdürüydü. Babam da, genel müdürlükte muhasebe müdürü. Üniversite yıllarında tanışıyorlar. Annemi görseniz, son derece moderndir. Benim gibidir, son noktayı koyar. Hatta, benden beter!
Öyle mi?
- Tabii tabii. Bir şey söylerim, “Senin Bülent Ersoy’luğun bana sökmez!” der hemen. Konuşma stili böyledir ama çok tatlıdır. İkisi de zeki insanlar.
Siz tek çocuk musunuz?
- Evet.
Şimdi gururlanıyorlardır ama onlara kreşendolar yaşattınız değil mi?
- İnişler çıkışlar oldu tabii. Kolay mı benim gibi sanatçı bir evlada sahip olmak. Bravo size, kreşendoyu da söylediniz ya!
Zayıflamak gibi bir niyetim hiç yok
Bülent Hanım, bütün dünya zayıflamaya çalışıyor... Sizin böyle bir çabanız var mı?
- Hiç!
Bu halinizi seviyorsunuz...
- A tabii. Ben son derece mutluyum. Onlar gidiyorlar, midelerine bir şey taktırıyorlar ya da üçte birini aldırıyorlar, bir süre sonra yine danalar gibi şişiyorlar. Benim işim olmaz.
Hijyen saplantınız var mı?
- Deli gibi.
Ne yapıyorsunuz?
- Sorma! Her şeyi dezenfekte ediyorum. Çantamda sürekli dezenfektanla dolaşıyorum.
Size özel rickshaw mı yapılmış?
- Evet, Swarovski taşlardan, onunla da Mumbai’de şehri turladık, biraz zor oldu içine sığmam tabii...
Rekabet var mı ekip arasında?
- Kendi aralarında ne oluyor bilmiyorum. Beni rakip göreceklerini zannetmiyorum, böyle bir şey olamaz zaten. Söyledim ya, herkes, her şeyi kabul ederek geldi. Kadroyu kendim yaptım. Nitekim tüm kadronun bir arada olduğu fotoğraflardaki konumlamayı görürseniz, anlarsınız. Herkes orada haddini biliyor.
Söyleşinin tamamı için tıklayın