Gazeteci Feryal Pere, kimseye fark ettirmeden uyguladığı diyetle 13 kilo verdi, 80 kilodan 67 kiloya düştü.
Diyet dergisinde yayımlanan röportajda, Feryal Pere'nin zayıflama serüveni anlatılıyor.
İlk görüşte kanınızın ısındığı kadınlardan Feryal Pere. Radikal gazetesinin sarı kanaryası. Sarı-lacivertlilerin moral bulduğu bir yazar. Erkekler dünyasında, kelimenin tam anlamıyla ‘dişi’ bir futbol yazarı. Hayatı kolaylaştıran tavrıyla yoğun iş temposunun arasına sıkıştırıveriyor söyleşimizi. Sıkı rakıcı. Diyete başlasa da rakıdan vazgeçmeye niyeti yok. Rakı kesilmiyor ama sınır geliyor diyetle birlikte. Biraz zaruretten, rakıyı da içeren keyifli bir diyet programı oluşturuluyor Pere için. Ancak rakı diyet mönüsünde kalmayı başarsa da ‘Güneş Kanunları’ alttan alta işliyor Feryal Pere için.
Ayşe Arman’a verdiğiniz röportajda sizi yakından tanıdık. Hayat öykünüzün yanında, nasıl kilo verdiğinizden de söz etmiştiniz. Biz kiloların nasıl oluştuğundan başlayalım mı?
Evet, işte hayat hikayemi orada anlatmıştım. Eşimi kaybedişimin ardından kardeşim elime kombine bilet tutuşturdu. Fenerbahçe’nin her maçına gidiyor, böyle deşarj oluyordum. Fiziğimin değişmeye başlaması da bu dönemlere rastlar. Eşimi kaybettiğim dönemde anormal bir kilo artışı oldu. Muhtemelen, acı çekiyorum diye böyle bir şeyle, yemekle dengelemeye çalıştım. Kendimi tamamen bırakmıştım zaten. Çok sportmen yaratılışlı biri değilim, yalnızca yüzme ve yürümeyi çok severim, çok yoğun bir iş hayatım var, bu koşturma içinde başka bir şeye vakit de yok maalesef. Bütün bunlar da kilo olarak kalıyor üstünüzde. O vakit birinin sizi toparlaması gerekiyor.
Duygular ile yeme içme meseleleri arasında çok doğrudan bir ilişki var zaten…
Evet, ben de kendimi saldım o dönem. Yıllar geçtikçe de kilo aldım. Ama çok da farkında değildim kilolarımın.
Damak zevkiniz de gelişkin midir?
Evet, maalesef. Tavuk bulyon bile kullanmam. Damak tadım iyidir.
‘Taze ekmeğin kabuğunu çok severdim’
Bu da dezavantaj belki, tatlara bu denli düşkün olmak...
Tabii ki, vazgeçmek daha zor oluyor. Bir de fark ettim ki yıllardır benim evime mısırözü ya da margarin girmiyor, her şey tereyağlı, başka yağ yok. Şu da var; iş yerinde öğlenleri pek lezzetli geçmiyor, akşamları eve vardığımda şahane yemekler beni bekliyordu. Bir de her gün bir taze ekmeğin kabuğunu yerdim. Estetikten geçmiştim, umurumda değildi ama oğlumun çok üzüldüğünü fark ettim.
Fotoğrafçılara laf ediyordum, kötü fotoğraf çekiyorlar diye. Ama sular çekilince beyaz balina gibi feci bir hal almıştım. Oğlumun da ‘Eski annemi istiyorum’ içerikli cümleleri biraz harekete geçirdi beni. Kardeşimin de yol göstermesiyle Osman Müftüoğlu’na gittim. Çok ama çok mutluyum gittiğim için. Orada Güneş’le (Güneş Aksüs) tanıştım, diyete başlamadan önce pazarlık ettim Güneş’le, çünkü içki seviyorum. Diyete içki koyduk ama onu koyunca başka bir şeyi azalttık, dengelemeler yaptık. O yumuşacık üslubu, o güler yüzüyle istediği her şeyi yaptırdı bana Güneş.
Siz de istekliymişsiniz…
İstekliydim ama Güneş’in değişik bir otoritesi vardı ve ben memnuniyetle uydum. Bugüne dek hiç rejim yapmadım, çok zor geleceğini düşünüyordum. Ancak hiç hissetmeden 12 kilo verdim. ‘Rejim yapıyorum ondan bundan mahrum kalıyorum’ diye hissetmedim. Güle oynaya verdim bu kiloları diyebilirim.
Diyetisyenin kapısını çalıncaya dek uzun bir süreç geçer bazen…
Koşarak gittim ben, ama kaytardığım iki şey var; spor hocasıyla iki kere görüştüm, yürüme bandını nadiren kullanıyordum. Onun dışında bir de psikolog vardı, o yardımı da istemedim. Ben biliyorum, çok net bir şekilde vermem lazımdı. Daha da devam edeceğim, beş kilo daha vermem lazım. Hiçbir sıkıntı çekmeden güne heyecanla başlıyorsun. Bir de her sabah o tartıda ‘İşte 100 gram gitti, ertesi gün bir 100 gram daha gitti’ diye düşünmek o kadar büyük bir keyif ki. Bu motivasyonla diyete asılıyorsunuz siz de.
Eğlenceliydi yani...
Çok eğlenceli geldi gerçekten. Çok klasik örneklerdir ama fermuarı sonuna kadar çekebilmek, yemekten sonra bile üstündekinin dar gelmediğini hissetmek, müthiş motive ediyor insanı.
100 kilo verenlerle de konuştuk. Ama 10 kilo fazlası da insanı rahatsız eder herhalde.
Etmez olur mu? Fotoğraflarımdan nefret ediyordum. Her hafta sonu bir aşkım var, Fenerbahçe. Maçlara gittiğimde merdivenleri çıkarken zorlandığımı hissediyordum.
Maç seyrederken atıştırır mıydınız? Cips, bira içilir daha çok maç seyrederken…
Ben büyüdüğüm için rakı içiyorum!
Rakı da oldukça kalorili.
Maalesef. Ama izinliyim ben, maç günleri özellikle izinliyim.
Ama bir sınırlama gelmiştir herhalde…
Evet, orada da yavaşlamayı öğrendim, biraz daha az koyup daha uzun sürede tüketiyorum, çünkü yarısı zaten heyecanı yatıştırmaya yönelik, psikolojik bir şey. Yoksa içtiğimin tadına bayıldığımdan değil.
Spora yer verebildiniz mi zayıflama sürecinde?
Evet, arada bir yürüyordum. Hala arada yürüyorum, yürümeyi sevsem de sistemli bir hale gelemiyor ne yazık ki.
Gardırobunuz da değişmiştir…
Değişti, iki beden küçük alıyorum artık. Ama son beş kiloyu verince kendimi daha iyi hissedeceğimi düşünüyorum.
Diyetle birlikte hangi gıdaları hayatınızdan çıkardınız?
Tereyağını hayatımdan tamamen çıkardım, bir pilavın zeytinyağıyla ne kadar lezzetli olduğunu gördüm, onun dışında taze ekmeği hayatımdan çıkararak, esmer ekmeğin tadına vardım, hele kızartılarak yenince lezzeti ötekinden çok daha iyiymiş. Rakıyı azalttım.
‘Güneş Kanunları’
Neleri dahil ettiniz peki?
Suyu. Daha çok içmeye başladım, gereksiz bir yük gibiydi su içmek benim için. Ama ‘Güneş Kanunları’ sevgiyle uyduğum kanunlardı, su içmem gerektiğini söyledi, su da içilebilir bir şeymiş bunu öğrendim.
Aslında bildiğimiz şeyler ama diyetisyen disipline ediyor sizi.
Aynen o disipline giriyorsun ve şöyle bir şey hissediyorsun, “Bir daha kontrole gittiğimde mahçup olmayayım”. O çok önemli bir şey, çünkü kendi kendinize diyet yaptığınızda “Biraz kaçırdım ne olacak?’ diyebilirsiniz.
Çevrenizdekiler adım adım hissettiler mi zayıfladığınızı?
Evet, herkes çok memnun, annem, kardeşlerim, arkadaşlarım. Demek ki iyi bir şey yapmışım.
İnsanın bedenine söz geçirmesi, disipline etmesi farklı bir başarı duygusu yaratıyor
Kesinlikle. Aynadaki ve ekrandaki görüntümü sevmemeye başlamıştım. Canın bir şey giymek istemiyor, hep aynı siyahlar. Hala siyahı çok severim ama mecburiyetten giymek can sıkıcı.
Bir de ekranın abartısı var tabii.
Olduğundan da felaket gösteriyor!
Mönüleriniz biraz değişti, evde yemek yapan biri var mı?
Yardımcım var. Ama yemek yapmayı seviyorum. Zeytinyağı mucizesini keşfettiğimden beri hayat çok daha iyi. Üzerimde yük taşıyormuşum, kurtuldum.
Tansiyon sorununuz var mıydı?
Vardı, ilaç alıyorum. Belki kilo verince o da yola girmiştir, ölçtürmedim daha. Ama mönüm değişince yemekler konusunda daha yaratıcı oldum, hayatta aklıma pirinç pilavına yeşil biber koymak gelmezdi.
‘Abla orta sahaya oyuncu alacak mıyız?’
Biraz da futbol konuşalım. Bir Fenerbahçe değerlendirmesi alalım sizden.
Az önce toplantıdayken, Mehmet Ali Birand(Galatasaraylıdır) çok sevindi beni gördüğüne, çünkü laf attı. Bundan ne çıkıyor Cumartesi günü Galatasaray puan kaybetti ama Fener’in kaybetmesi daima daha önemli onlar için. Bu Fenerbahçe’nin cazibe merkezi olduğunu gösteriyor. Bu hiçbir biçimde değişmeyecek. Bu sezon biraz kayıp bir sezon olacak bunu da kabullenmemiz lazım. Ve maalesef şu Türkiye Kupası denen şeyi alacağız bu sene. Ve o zaman da o kupanın önemi bu memleket için tamamen kalkacak, çünkü sadece Fenerbahçe alamadığı için cazip bir şey, o da bitecek. Ama sevgi değişmiyor yani. Çocuğuna kızma süresi kadar kızabiliyorsun takımına da.
Futbol camiasında kadın olmak fark ediyor mu?
Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda fark etmiyor. Hiç tanıman gerekmiyor, gol sevinciyle tanımadığın biriyle sarmaş dolaş olabilirsin ve bu durumu yadırgayan kimse olmaz. Oradaki herkesin bir çocukluk hali var, koca koca adamlar, iş adamları orada çocuksu bir sevinç yaşıyorlar. Kadınlar, gol atılırken onların yüzlerine bakıyorum, melek yüzlü halleri çok hoşuma gidiyor, o anda en önemli şey Alex’in topu kaleden içeri sokması. O kalabalıkta olmaya bayılıyorum. Bir de komik bir şekilde ‘abla’ oldum, büyükler de ‘abla’ diyor ve çok hoşuma gidiyor.
Çoğu kadının futboldan nefret etmesine ne diyorsunuz?
Çok üzülüyorum onlar için. Futbolu erkeklere bıraktıkları için kızıyorum. Bir de çocukların o keyfini engelleyen cadılar var, onlara da sinirleniyorum. Ben kendi camiamı biliyorum, bizde 90 dakika diye bir şey yok, maç günü var. Sabahtan hazırlık oluyor, mutlaka birileriyle buluşuyorsunuz, inanılmaz bir eğlence, inanılmaz bir duygusallaşma. Herkesin en sert, en komik ve melek hali taraftarlıkta ortaya çıkıyor.
Peki, siz kilo verdikten sonra etrafınızdakilere nasıl bakıyorsunuz? Fenerli futbolcuları bu anlamda değerlen- diriyor musunuz?
Çok çok iyiler. Fotoğraflarına bakınca, Roberto Carlos’u, Brad Pitt’e değişmeyebiliyorsun.
Kadın arkadaşlarınızla bir araya geldiğinizde ne konuşuyorsunuz?
Öncelikle futbolu seven kadın arkadaşlarımla bir araya gelmeyi tercih ediyorum. Futboldan çok nefret eden çok yakın iki arkadaşım var. Viki ve Sunar. Onlarla gözden uzak bir yerlere yemeğe gittiğimiz zaman, yine kurtulamıyorlar, çünkü hiçbir şey olmasa garson eğilip, “Abla orta sahaya oyuncu alacak mıyız?’ diyor ve dikkatim yine onlardan diğer konuya, futbola geçiyor anında.
‘10 tane yeşil erik olur mu?’
Meyve tüketiminiz nasıldı?
Biraz fazlaydı, şimdi biraz azalttık içki içtiğim için. İçkiyle beraber alınan meyvenin şeker oranını yükselttiğini öğrendim, hiç aklıma gelmezdi. Bir tek can sıkan tek şey, yeşil eriği taneyle yiyor olmak. Orada da arada hile yapıyorum!
Güneş de çok acımasızmış! 10 tane yeşil erik olur mu?
Değil mi? Yeşil erik de kiraz da dolu dolu yenir.
Diyetisyen Güneş Aksüs: Eriği taneyle verdiğim için üzülüyorum
Aksüs: Yeşil eriği ben de çok seviyorum. Ama ne yazık ki ‘Dilediğiniz kadar yiyin’ diyemiyoruz, çünkü eriğin de kalorisi var.
Karşınıza gelen kişinin kilo verip veremeyeceğini, kararlı olup olamayacağını ilk görüşte anlar mısınız?
Güzel bir soru. Kişi ilk görüşmede, bu işi ciddiye alıp almayacağını, başarıp başarmayacağını, devam edip etmeyeceğini, önümüzdeki ayların nasıl geçeceğini az çok ele veriyor. Ama hayat sürprizlerle dolu. Bazen beklemediğimiz durumlar bizi şaşırtabilir. Feryal Hanım’la ilk görüşmemden sonra, onu her gördükçe tereyağı aklıma geliyordu. Yemek yemeyi seviyor, içmeyi seviyordu ve porsiyonları da büyüktü. Ve çok yoğun çalışıyordu. Bir gün orada bir gün burada. Ben arada bir onu yakalıyor ve neler yaptığını öğreniyordum. Gelemediği zamanlarda da telefonla iletişim kurduk.
Feryal Hanım’ın bu denli aktif olması diyet sürecini zorlaştırmadı mı?
Zorlaştırdı. Biz normalde klinikte hastalarımızı haftada bir bekliyoruz. Bir haftayı ayrıntılı bir şekilde değerlendiriyoruz. Feryal Hanım’la bu mümkün değildi ve biz kontrollerimizi ayda bir sağlayabildik. Bu şekilde yediklerini kontrol etmek ve zayıflamak çok zordu ama Feryal Hanım bunu başardı. Bana hiçbir kontrolünde kötü bir haberle gelmedi. Her gelişinde son bir ayda yaptıklarını veya yapamadıklarını, yediklerini, yemediklerini, aktivitelerini güzel güzel anlattı. Ben değiştirmesi gereken ve koruması gereken kısımları hayatın doğal akışı içinde yapabileceği ve bizim işimizi kolaylaştıracak püf noktalarını anlattım.
Feryal Hanım’ın size gelmeden önce beslenmesi nasıldı?
Besin dengesi yönünden de tam istediğimiz gibi olmadığını söylemeliyim. Örneğin süt veya yoğurt gibi günlük beslenmemizde olması gerekenler az yer alıyordu. Kırmızı et tüketimi çok fazlaydı. Salata ve sebze sevmesi benim işime geliyordu. Zeytinyağı konusunda da hemfikirdik ama tereyağı da her yerde karşımıza çıkıyordu. Feryal Hanım rakıyı da çok sever. Onu diyetten çıkarmamam gerekiyordu. Ama kan değerleri de moral bozucuydu. Bizim bir an önce bu işi çözmemiz gerekiyordu. Her yönden bu kadar güzel bir kadının kesinlikle sağlıklı olması gerekiyordu!
Peki, bu diyetin içinde yasak yok muydu? Kan tahlilleri biraz kötüymüş…
Yoktu. Olmamalı da. Tahlilleri değiştirebilmek ve iyi sonuçlar görmek için mutlaka bazı alışkanlıklar değişti. Ama bunlara yasak dememek lazım. Biraz daha ‘dikkat’ edildi. Bu yanlış beslenme alışkanlıklarının değişmesi hem kilo kaybını, hem de kan tahlillerindeki olumlu değişimleri bize gösterdi. Son yaptırdıklarımızda çok mutlu olduk. Feryal Hanım nasıl beslenmesi gerektiğini, akşam rakısının yanında ne yiyeceğini ve ertesi gün ne yapacağını biliyor. Yaz döneminde kilo alsa bile hemen toparlıyor.
‘Yasaklar yok’ diyorsun ama yeşil erikleri sayıyla vermen biraz acımasızca değil mi?
Ondan ben de şikâyet ediyorum. En sevdiğim meyvedir erik. Kalorisi de meyve grubu içinde en düşük olanlardan. Posa miktarı da yüksek. Ama ne yazık ki “Dilediğiniz kadar yiyin” diyemiyoruz, yeşil erik için de. Çünkü eriğin de kalorisi var. “İstediğiniz kadar yiyin” demeyi çok istesem de diyemiyorum. Keşke yaz kış yeşil erik olsa ve hep yesek! 10 tane erik demiştim, çok haklı!