Sabah gazetesinin eski Yazı İşleri Müdürü Barış Soydan’ın polisiye romanı “Boruotu Cinayeti”, faili meçhul bir cinayetin izini sürerken bir yandan da KCK operasyonunda kamuoyunun gazete manşetleriyle nasıl manipüle edildiğini anlatıyor.
Labirent Yayınları’ndan çıkan “Boruotu Cinayeti”nin kahramanı, büyük bir gazetede çalışan bir editör; Ufuk Lodos.
KCK operasyonlarının yapıldığı, binlerce kişinin gözaltına alınıp yüzlercesinin tutuklandığı günler...
“Ufuk Lodos” bir yandan Ayvalık’ta işlenmiş bir cinayetin üzerindeki esrar perdesini aralamaya çalışırken bir yandan da KCK operasyonları esnasında yazı işlerinde olup bitenleri anlatıyor:
Türkiye ertesi güne KCK operasyonuyla uyanmıştı. Onlarca adres basılmış, aralarında belediye başkanları, sendikacılar ve avukatların da bulunduğu 167 kişi gözaltına alınmıştı. Polis, her zaman olduğu gibi PR işini sıkı tutuyordu... Sabah, haber toplantısına polis muhabirlerinin özel haberleri damga vurdu. Terörle Mücadale Şubesi’nde sağlam kaynakları olan İstanbul muhabirinin haberine göre gözaltındaki ünlü bir avukatın Kandil’le e-mail trafiği, polisin teknik takibine takılmıştı.
“E-mail trafiği” denen şey, avukatın PKK’lı olup olmadığı belli olmayan bir kişiyle internetten yazışmasıydı. Polise göre avukatın kandil29@hotmail.com adresine gönderdiği e-mail’deki “Malzemeyi aldım” ifadesi, şifreli olarak “Bombayı aldım” anlamına geliyordu. “Malzemeyi aldım” ifadesinin “Malzemeyi aldım” anlamına geldiğini ancak aylar sonra, duruşmalar başlayınca öğrenebilecektik. Kandil’le haberleşmekle suçlanan avukat, Mersin’deki evinde tadilat yaptırdığını ve “malzeme” dediği şeyin, alçı ve boyadan başkası olmadığını söylediğinde. Kandil29@hotmail.com adresinin sahibi de Kandil Dağı’ndaki PKK’lılar değil, işyeri Mersin’in Akdeniz ilçesi Kandil Sokak 29 numarada bulunan bir mühendisti…
Gazeteye Emniyet’ten KCK operasyonuyla ilgili “özel haber” yağmaktadır:
O sabah Emniyet’ten manşete çıkması umuduyla uğurlanan ikinci haber ise Ankara’dan geliyordu. Eskişehir’de gözaltına alınan ve KCK’ya yardım yataklıkla suçlanan bir sendikacının iki ay önce çıktığı Avrupa seyahatinde uğradığı duraklar dikkatleri çekmişti. Sendikacının, uluslararası temaslar
kisvesi altında terör örgütünün Avrupa’da karargâhlarına uğradığı görülüyordu.
Kimin dikkatini çekmiş, kim tarafından görülmüştü? İstihbarat haberlerinin öznesi genellikle gizlidir, okurun gözüne görünmez. Ama yılların editörleri onu daha ilk cümlede tanımıştı: Türk polisi! “Dikkatleri çekti”, “görüldü”, “tespit edildi” haberlerinin gizli öznesi. Gözaltındaki sendikacının, terör örgütünün Avrupa’da karargâh kurduğu kentlere uğradığı güvenlik güçleri tarafından görülüyordu. Ve muhabire bildiriliyordu. Peki ama acaba savunma bu işe ne diyordu? Onu, sendikacı bu haberle “Terörist” ilan edildikten çok sonra, duruşmalar başlayınca öğrenebilecektik…
Romanın kahramanı “Ufuk Lodos”a göre gazete yönetimleri ve yazı işleri kadar, polisin sızdırdığı dosyaları sorgulamadan gönderen muhabirler de sorumludur olan medyanın manipülatif haberciliğinden:
Ayvalık muhabiri Bilal, İzmirli çok ünlü bir tıp profesörünün adını söyledi. Polisin “teknik takibinde” üniversite öğrencilerini dağa gönderdiği belirlenmişti.
“Şerefsiz, Ege Tıp Fakültesi’ni PKK’nın askere alma dairesine çevirmiş abi!”
“Emin misin Bilal? Karartmayalım insanların hayatlarını durduk yere?”
“Emin olmasam seni arar mıyım abi, saatler süren görüntüler var elimizde!”
“Gazetecilik, temas ve mesafe mesleğidir” demişti eskilerden biri. Haber kaynaklarıyla temas kurmadan haber çıkaramıyordun. Ama haber kaynağına fazla yaklaşınca bu sefer kucağına oturma tehlikesi doğuyordu. Bilal’in sorunu işte buydu. Polislerle fazla içli dışlı olmuştu.
“Polis, iddianamenin tarafı oğlum, şıracının şahidi bozacı!
Nereden biliyorsun yalan söylemediğini?”
“Polis hiç yalan söyler mi be abi?”
Roman kahramanı “Ufuk Lodos”, “Boruotu Cinayeti”nde sadece KCK operasyonları sırasında gazetede olup değil, başka şeyleri de anlatıyor. Genel yayın yönetmeni, köşe yazarı, taşra muhabiri… “Boruotu Cinayeti”nde arz-ı endam ediyorlar. “Ufuk Lodos”un genel yayın yönetmeni ile ilgili gözlemi ilginç:
Genel yayın müdürleri, en az on santimlik ego zırhıyla kaplıdır. O koltuğa oturduktan sonra kendilerini dev aynasında görmeye başladıkları için değil, ego, genel yayın müdürlüğünün gerekli şartıdır.
Malevich’i Bayern Münih’in yeni santraforu, Kızıl Kmerler’i Kızılderili kabilesi sansan da genel yayın müdürü olabilirsin ama dünyanın senin çevrende döndüğünü düşünmüyorsan, düşünemiyorsan olamazsın.
Herhangi bir gazetenin ismi geçmese de sayfaları çevirirken insan ister istemez “Acaba romandaki hangi karakter Sabah gazetesinde kime karşılık geliyor?” diye soruyor.
Kendi kendine...
“Boruotu Cinayeti”, Türkiye’yi sarsan polis operasyonlarının büyük bir gazetenin yazı işlerinde nasıl yankılandığını öğrenmek isteyenler için güzel bir kaynak. Polisiye severler için ise sürükleyici bir roman…