Türk sinemasının “Sultan”ı Türkan Şoray, “İstemesek de öleceğiz. Ama bizim şöyle bir durumuz var galiba; biz istesek de ölemeyeceğiz. Kemal Sunal öldü mü? Sadri Alışık öldü mü? Ayhan Işık öldü mü? Kemal Sunal her gece milyonlarca insanın evinde yaşıyor. Bizimki de öyle olacak herhalde” dedi.
Son dönemde yaşanan sansür konusuna da değinen Şoray, “100 yıl geçmiş, bir asır sonra hâlâ sansür tartışmalarının olması, bunu konuşuyor olmamız bile çok üzücü. Sanat özgürdür, özgür olmazsa yaratıcılık olmaz. Sansür olduğu zaman yaratıcılık kısıtlanır ve sanat olmaz” diye konuştu.
Hürriyet gazetesinden Cengiz Semercioğlu ile birlikte, Türk sinemasının 100 yılını anlatan “Yüzyıllık Aşk” sergisini gezen Türkan Şoray yeni dönem sinemasına bakışını anlattı. Semercioğlu’nun “Biz istesek de ölemeyeceğiz” başlığıyla yayımlanan (25 Ekim 2014) söyleşisi şöyle:
Biz istesek de ölemeyeceğiz...
Türk Sineması'nın 100 yılını anlatan Yüzyıllık Aşk sergisini, sinemasının Sultan'ı Türkan Şoray'la birlikte gezdim. Sadece sergiyi değil, koca bir günü Türkan Şoray'la yaşadım. Birlikte yemek yedik, kahve içtik, uzun uzun sohbet ettik. Gördüğü ilgiye şaşırdım, sinemaya aşkına bir kez daha hayran oldum. Sohbetin sonunda şunu söyledi: "Bu sergi şunu gösteriyor. Biz istesek de ölemeyeceğiz galiba... Kemal, Sadri, Ayhan öldü mü? Galiba bize de öyle olacak."
Türk sinemasının 100. yılında İstanbul Modern'de açılan Yüzyıllık Aşk sergisini birlikte gezdik. Nasıl buldunuz sergiyi?
100. yılda böyle bir sergi açılması çok önemli. Türk sinemasının ruhu canlandı bu sergide... Türk sinemasının 100 yılına emek vermiş, bugün kaybettiğimiz değerlerin ruhu orada buluştu. Sinemanın sihirli dünyasını iliklerine kadar hissetmek önemliydi...
Seyirci gözünden bakması da önemli...
Bu çok güzel bir düşünce... Sinemayı yaratan, var eden seyircidir. Bu filmleri seyirciye yapıyoruz biz. Türk sinemasını seyirci var etmiştir. O yüzden bu serginin seyircinin gözünden Türk sinemasına bakması çok güzel... Sergi çok doğru ve çok güzel hazırlanmış. Ayrıca çok güzel bir şey yaşadım, seyirciyle birlikte gezdim sergiyi.
Fotoğraf çekme taleplerinin bir tanesini bile geri çevirmediniz...
Bizler bir yerlere geldiysek, onların sayesinde... Seyirci bizi desteklemeseydi, yıllardır vefalı olmasaydı bugün ne Türkan Şoray olurdu ne de diğerleri... Onun için benim seyircim başımın tacıdır.
Bana daha ilginç gelen ne biliyor musunuz Türkan Hanım, seyircinin eski Yeşilçam oyuncularını o koydukları yerden asla indirmemesi...
Ayy lütfen söylemeyin öyle şeyler...
Bu sizin kuşağa, size has şeyler... Bugünün oyuncularına yapılmıyor.
9 yaşındaki çocuktan 19 yaşında gençlere, üniversite öğrencilerine kadar gösterilen sevgiye inanamazsınız. Bu sevgi patlaması, bu duygu tarif edilemez. Allah'a şükürler olsun böyle bir şeyi yaşattığı için bize...
Sinema olmasa biz bir hiçiz
İşte bugün de gördük sergide gençler etrafınızdaydı, ağlayarak boynunuza sarılanlar oldu...
Hep öyle oluyor. İmza günlerinde... Hiçbir zaman bu durumu "aman farklıyım, ben harikayım" diye değerlendirmedim. Sinemanın büyüsüne bağlıyorum ben...
Ama sadece sinemanın büyüsüne bağlarsanız haksızlık edersiniz. Türkan Şoray'ın büyüsü, güzelliği, kaşı, gözü ne olacak?
Benden bin kat güzeli vardı... Güzellik geçer ama o büyü her zaman kalır. Sinema aracılığıyla kurulan bir büyüdür bu, sinema olmasa biz bir hiçiz.
Kadınların size olan ilgisi daha fazlaymış gibi geliyor bana, yanılıyor muyum?..
Evet kadınlar imza günlerinde de daha çoklar, daha ilgililer. Erkek seyirciyi yok sayamam ama kadın seyirciyle inanılmaz bir bağımız var. Karı-kocalar, sevgililer gelip "ikimiz de size aşığız" diyorlar. Karşı cinse olan bir aşk değil bu... Cinsiyetsiz olarak görülüp sinemanın büyüsüyle yaşanan bir aşk. Kadın diyor ki benim yatak odamda sizin resimleriniz var. Bu çok hoş bir şey...
Bir dönem burun kıvrılan, ay bunlar da hep salya sümük ağlıyorlar diye hor görülen Yeşilçam'a bugünün gençleri sahip çıkıyor ama...
O çok enteresandır. Yıllar önce seyircinin kapı pencere kırdığı dönemde, bir kısım aydınlar Türk sinemasını çok küçümsüyordu. Yabancı filmlerle kıyaslayıp bizi eleştiriyorlardı. O benim çok ağrıma gidiyordu. Türk sinemasına çok haksızlık edildiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. Yavaş yavaş o filmlerin değeri anlaşılıyor. Bugünün gençlerinin gösterdiği ilgi de beni fazlasıyla memnun ediyor.
Gençlerin size gösterdiği ilgi ve sevgi aslında Yeşilçam filmlerinin sonraki kuşaklara geçtiğinin göstergesi.
Bence Türk filmlerinin ilgi çekmesinin en büyük nedeni, kaybettiğimiz değerlerdir. O filmlerde o değerleri buluyorlar. Artık günümüzde romantik aşk yaşanıyor mu? Yaşanmıyor. Masumiyet kayboldu. Ama insanlar bunları özlüyor ve o eski filmlerde görüyorlar. Dostluğu, aşkı, fedakarlığı, gerçek sevgiyi buluyorlar. Genç kadınlar gelip bana hep "Aşkı biz sizin filmlerinizde öğrendik" diyorlar.
Erkeklerin ilgisi?..
Bursa'da bir imza gününde omuzlarına çocuğunu almış bir erkek seyirci geldi, "Biz sizin filmlerinizde dürüstlüğü öğrendik" dedi. Kırşehir'de kadın dedi ki, "Kadınlığı, kadın olmayı biz sizin filmlerinizde öğrendik"...
Siz filmlerinize böyle bir misyon yüklüyor musunuz?
Farkında olmadan öyle bir misyon üstlenmişiz. Ama bilinçli bir şey değil bu... Oynadığımız rollerle, anlattığımız hikayelerle Türk kadınını temsil etmişiz, bu mesajı vermişiz seyirciye...
Sinemada her dönem başka bir Türkan Şoray var gerçekten de...
Her dönemin kadınının toplumdaki yeri neyse onu temsil etmişiz. Çok yıllar önce daha edilgen bir kadın, daha evinden çıkmayan bir kadın... Sonra 80'ler olmuş, kadın daha çok dışarıya çıkmış, hayatın her alanında, iş hayatında yer almaya başlamış. Her dönemin kadınını canlandırmışız.
Siz hangi Türkan Şoray'ı seviyorsunuz bu kadınlar içinde?
Benim hayatımla da paralel olduğu için dünyaya doğru bakan, kendi ayakları üzerinde duran, erkeğe bağımlı olmadan kendi hayat mücadelesini veren, kendine güveni olan rollerimi daha çok seviyorum. O kadın beni etkiledi, ben o kadını etkiledim.
Bir asır sonra sansür konuşmamız bile acı
Yüzyıllık Aşk sergisinde sizin ilk aldığınız Altın Portakal da yer alıyor.
İnanamadım. Çok hoşuma gitti. 1964 yılındaki 1. Antalya Film Festivali'nin 1. En İyi Kadın Oyuncusu'yum ben... O ödülün sergide olması da çok güzel. O camın içinde ona bakarken, "Bunu ben mi kazandım" dedim. Bir de çok küçüktüm tabii o ödülü aldığımda... 17-18 yaşındaydım.
İlk Altın Portakal'da o ödülü almıştınız, bundan bir önceki Altın Portakal'da da geçen sene jüri başkanıydınız... Sizin Altın Portakal'da bir kavga dövüş çıkmamıştı...
Evet bizimkisi gayet sakin geçti.
Bu yılki Altın Portakal'a ise sansür tartışmaları damga vurdu. Nasıl değerlendirdiniz sansür tartışmalarını, sansürden çok çekmiş biri olarak?
Doğru söylüyorsunuz, Türk sinemasının sansürden en çok çekmiş kuşağı biziz... Türk sineması sansüre rağmen o kadar güzel filmler yapmış ki, onun için bir kat daha fazla tebrik etmemiz lazım. O kadar kıskıvrak bağlamıştı ki sansür bizi... Bugünkü kuşak daha şanslı. İstenilen her türlü filmi yapma şansları var artık sinemacıların. Bizim elimiz kolumuz bağlıydı. Biz ona rağmen bu filmleri yaptık. Türk sinemasına 50 yılını vermiş bir sinema emekçisi olarak bundan gurur duyuyorum.
Bugünkü sansür tartışmalarına ne diyorsunuz?
100 yıl geçmiş, bir asır sonra hâlâ sansür tartışmalarının olması, bunu konuşuyor olmamız bile çok üzücü. Sanat özgürdür, özgür olmazsa yaratıcılık olmaz. Sansür olduğu zaman yaratıcılık kısıtlanır ve sanat olmaz.
Bugünün oyuncuları şöhret olma konusunda daha mı şanslı?
Kağıt üzerinde öyle gözüküyor, dizin tutarsa üç hafta sonra sokakta sizi herkes tanıyor demektir. Bir anda şöhret olabilirsiniz. Her şey gibi şöhret olmak da hızlandı artık. Eskiden öyle değildi.
Siz Türkan Şoray markasını yaratmak için setlerde ölümlerden bile döndünüz ama...
Oyunculuk çok zor bir meslek... Bugün de zor... Evet çok çabuk şöhret olunuyor ama bedeli de o derece ağır ödeniyor. Bütün hayatınızı dizi setlerine bağlıyorsunuz. Sosyal yaşam bitiyor, bedenen çok yorulunuyor. 18 saat çalışılıyor. Onları da düşünürseniz kolay iş değil. Her mesleğin bir bedeli var. Tabii bu zorluklar karşısında da bir anda çok büyük imkanlar doğuyor. Şöhret olma, servet sahibi olma gibi... Hatta şimdi diziler yurt dışına satıldığından pek çok ülkede de şöhret oluyorsunuz.
Bir de o kısa sürede yakalanan şöhret uçucu bir şöhrettir, yakalandığı kadar çabuk kaybedilir...
Evet, diziniz bittiği an şöhretiniz de biter. Tekrarına kimse bakmıyor bile... Sinemayla dizinin farkı da bu işte... Benim çektiğim dizileri hatırlayan yok ama filmler kalıyor, hatırlanıyor. Kimse bana bugün "Ay şu dizide ne kadar iyiydiniz" diye gelmiyor, "şu film" diye geliyorlar.
Dizi sektörünü bıraktınız mı?
Bıraktım. Çok güzel bir iş gelirse belki... Keşke daha genç olsaydım, o zaman dizilerde oynamak isterdim.
Neden?
Oynadığım dizinin diğer ülkelerde gördüğü ilgiyi yaşamak için...
Aslında yıllar önce Türkan Şoray kanunlarında yazmışsınız.. Türkan Şoray pazar günleri çalışmaz. 19.00'dan sonra çalışmaz. Şimdiki dizi oyuncuları bunları hayata geçiremiyor.
Şartlar farklı tabii artık. Kazançtı, reklam payıydı, reytingler... Çark çok kural dinlemeden dönüyor televizyon dünyasında...
33 yıl sonra kızı Yağmur'un filmi için yönetmenlik yapacak
Kızınız Yağmur da TV sektörüne girdi, yapımcılık yapıyor. Size danışıyor mu programları, formatları? Yardım alır mı sizden?
Hayır, Yağmur bu konuda benden daha bilgili. Ben ona soruyorum artık... Çünkü TV dünyası benim uzak olduğum bir dünya. Sinemayla ilgili olsa sorar mutlaka, ben de yol göstermeye çalışırım.
Bu alanda yol almaya kararlı ama değil mi?
Evet şirket kurdu, bundan sonra yapımcı olarak kariyerine devam etmeyi planlıyor. Geçen hafta Cannes'daydı işte televizyon fuarı için...
Evet geçen sezon teyzelere dünyayı dolaştırdığı ilginç bir format da yaptı. Ama ben Yağmur'un şimdi bir sinema filmi yapacağını ve yönetmenlik koltuğuna da sizin oturacağınızı duydum.
Evet, doğru... Genlerinden herhalde, sinemayı seviyor Yağmur... Böyle bir projesi de var. Birlikte bir sinema filmine hazırlanıyoruz. Senaryosu yazılıyor. Önemli, yüksek bütçeli, büyük bir film olacak. Yönetmenliğini de benim yapmamı istiyorlar.
Kabul ettiniz mi?
Kabul ettim, ne yapayım, kızımın şirketi... Sorumluluk bir kat daha arttı.
Öyleyse Yılanı Öldürseler'den yıllar sonra yönetmenlik koltuğuna oturacaksınız, heyecanlı mısınız?
Evet 30 yılı geçti neredeyse Yılanı Öldürseler'in üzerinden... Kızımın yapımcılığını yaptığı filmi yönetmek heyecan verici olacak elbette...
Bir aşk hikâyesi mi olacak film?
Toplumsal hiciv diyebiliriz... Kara mizah, trajikomik olaylar var içinde... Bu da benim ilk defa yaptığım bir şey olacak, mizah yönü olan bir filmi yönetmek yani...
Yağmur'a biraz da torun işlerine baksan demiyor musunuz?
Yok, ben daha onu küçücük olarak gördüğüm için demiyorum.
Genç kuşak oyuncular inanılmaz yetenekli
Bugünün seyircisi ile geçmiş Yeşilçam seyircisi arasında fark var mı?
Eskiden sinema bir güçtü, televizyon onu ele geçirdi. Perdeden beyazcama taşındı seyirci... Artık diziler daha güçlü... Onun tetiklediği oyuncular, hikayeler de sinemada iş yapıyor. Eskiden sinema halkın tek eğlencesiydi. Eskiye göre sinema seyircisi azaldı. Yıllar önce "şu filmi gördün mü" denirdi, şimdi "şu diziyi izledin mi" deniyor. Nitelikli sanat filmlerinin izlenmeyip, sadece komedi filmlerinin büyük gişe yapması da ayrı bir sorun...
Siz dizi izliyor musunuz?
Bakıyorum, ama seyirci gibi izleyemiyorum. Senaryo nasıl, haftaya ne yapacak, yönetmenlik nasıl gibi daha profesyonel bir gözle bakıyorum. Bir de oyunculuklara bakıyorum tabii.
Beğeniyor musunuz?
Hem de çok... İnanılmaz yetenekli bir genç oyuncuğu kuşağı var.
Kimler var beğendiğiniz?
Şimdi isim vermeyeyim ama oyunculuk atölyeleri, oyuncu koçları falan demek ki çok etkili olmuş genç kuşak oyuncular üzerinde... Bizler öyle değildik ki... Ne oyuncu koçumuz vardı, ne sinema okullarına gittik. Kamera önünde kendi kendimize öğrendik oyunculuğu. Ben bazı filmlere bakıyorum çok abartılı ama yine de inandırıcı olmuş...
Hepsi 20-30 sene sonra bile keyifle izleniyor üstelik...
Sinema başka bir şey. 20-30 sene sonraya da kalıyor. Unutulmuyorlar. Diziler fast food ise sinema iyi bir restoranda yemek yemek gibi. Biz öldükten sonra da bizim filmlerimizi gösterecekler.
Allah gecinden versin... Ölümden korkar mısınız?
Kaderciyim ben. Ölümden kaçılmayacak, bu bir gerçek. Bunu kabullenmeden nasıl yaşayacağız ki? İstemesek de öleceğiz. Ama bizim şöyle bir durumuz var galiba; biz istesek de ölemeyeceğiz. Kemal Sunal öldü mü? Sadri Alışık öldü mü? Ayhan Işık öldü mü? Kemal Sunal her gece milyonlarca insanın evinde yaşıyor. Bizimki de öyle olacak herhalde...
Hayallerim Aşkım ve Sen filminizde böyle bir olay anlatılıyordu.
Evet rolle gerçek karışıyordu filmde... Benim mesela tüm hayatım filmlerde... Çok küçük yaşlardan beri film çektiğim için diyelim 26 yaşımdaki halimi merak ettim, açıp bakabilirim o dönemki bir filmime... 35 yaşımdaki halim kayıtlı... Tüm hayatım film şeritlerinde kayıtlı benim. Herkese nasip olacak bir şey değil bu...