Abdullah Esin
Geçtiğimiz hafta sonu; Fransa Savunma Bakanlığı ve Bakanlığa bağlı veya ilişkili düşünce kuruluşları ve danışmanlık şirketleri (DGRIS, EUROCRISE, Affinis Defense) tarafından Türkiye savunma sanayii ve drone endüstrisi üzerine hazırlanan detaylı bir rapor X platformunda gündeme geldi. Raporun temmuz ayında kamuoyuna açık bir şekilde paylaşılmasına rağmen hafta sonu savunma sanayii/jeopolitik üzerine paylaşımlar yapan hesaplar tarafından senkronize şekilde paylaşılması hem raporun içeriğini hem de neden gündeme getirildiğini analize değer hâle getiriyor.
“Drone İzleme Merkezi: Türk Drone Sanayi” başlığını taşıyan rapor[1] Türkiye’de savunma sanayiinin gelişimi ve güncel durumuna ilişkin detaylı bir değerlendirme yaparken silahlı/silahsız insansız hava araçlarına (UAVs veya drone olarak kısaltılabilir) ilişkin çok detaylı analizler sunuyor.
Bölgesel ve küresel statü arayışı
Temel amacı “Drone sanayiinde Türkiye’nin endüstriyel ve siyasi stratejisini, mevcut ve gelecekte tamamlanması öngörülen projelerini, BAYKAR’ın üretim kapasitesini ve savunma sanayiinin ihracat performansını değerlendirmek” olduğu belirtilen rapor, Türkiye’nin dış politikasına ilişkin önemli bir tespitle başlıyor. Türkiye’nin hem uluslararası sistemde hem de bölgesel konjonktürde yeni bir statü arayışında olduğu değerlendirilerek bu statü arayışının 3 temel strateji üzerinde yükseldiği iddia ediliyor:
- -“Büyük Ayrışma” Stratejisi: Türkiye, hedeflerine ulaşabilmek ve diplomatik kazanımlar elde edebilmek için ABD ile Rusya arasındaki anlaşmazlıklardan ve çatışmalardan faydalanmaya çalışıyor ve sürekli olarak tutum değiştiriyor.
- -“Mavi Vatan” Stratejisi: Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de kendi lehine bir güç dengesi kurabilmek için denizcilik alanında güçlenmesini öngören ve 2000'li yılların başında teorize edilen bu “milliyetçi” doktrin, diğer bölgesel güçlere karşı askeri bir kalkan oluşturmayı ve Doğu Akdeniz'deki önemli gaz yataklarına erişimi güvence altına almayı amaçlıyor.
- -Savunma Sanayiinin Modernizasyonu ve Otonomisi: Bu strateji, Türkiye’nin savunma ve silah sanayiinde dışa bağımlılığını azaltmayı ve siyasi/askeri hedefleri önündeki engelleri aşmayı amaçlıyor. Askeri donanım konusunda dışa bağımlılıkların azaltılması ve büyük ölçekli üretim yapabilecek kapasiteye sahip bir yerli denizcilik/donanma sanayi kurma, bu stratejinin başlıca hedeflerinden biridir.
Her ne kadar Mavi Vatan doktrini bir süredir tedavülden kalkmış ve Doğu Akdeniz’de bir statüko oluşmuş olsa da söz konusu raporun 1’inci ve 3’üncü stratejileri doğru değerlendirdiğini söylemek mümkün.
Savunma sanayii projelerinin ve sektördeki kayda değer büyümenin 2019 yılında ivme kazandığına ilişkin önemli ve doğru bir tespitte bulunulan rapor bu ivmelenmenin temel nedenleri olarak Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerinin alınmasının ardından ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı yaptırımları ve Suriye’ye yönelik sınır ötesi operasyonlar nedeniyle Kanada ve AB ülkelerinin ihracat kısıtlamalarını işaret ediyor. Bu ihracat ve savunma sanayii kısıtlamalarının ardından kamu-özel sektör-akademi arasında yerli üretim ve AR-GE’ye yönelik kapsamlı bir işbirliği mekanizmasının hayata geçirildiği bu sinerjinin Türkiye’de askeri-endüstriyel kompleksin gelişime büyük katkıda bulunduğu ifade ediliyor.
Devlet-sermaye işbirliği
Raporun ana temalarından birini de savunma sanayiindeki devlet-sermaye ilişkisi, finansman ve teşvik modelleri ve sektördeki paydaş ilişkileri oluşturuyor. Savunma sanayiindeki kamu teşvik ve finansman modelinin belirli şirketlere rekabet avantajı sağladığını ve bunun da aktörler arasında bir rekabet dengesizliği yarattığı belirtilirken 15 Temmuz 2016’dan sonraki sürece ilişkin bazı detaylar da verilmiş:
"15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan, savunma sanayii şirketlerinin yönetim kurullarını (burada Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’na (TSKGV) bağlı ASELSAN-ROKETSAN gibi iştirak şirketlerini kastediyor) geniş çaplı bir şekilde değiştirerek üst pozisyonlara kendine yakın isimleri atamış ve bu sayede büyük bir nepotizm ağı oluşturulmuştur. Bu çerçevede hükümet, savunma sanayii ihalelerini öncelikle kamu şirketlerine veya kendisine yakın özel şirketlere vermekte, onları kamu kaynaklarıyla finanse etmekte veya iflas ettiklerinde yine kendine Ethem Sancak’ın BMC’yi satın alışında görüldüğü gibi yakın şirketler tarafından satın aldırmaktadır. Ayrıca, 696 sayılı OHAL Kararnamesi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisini TKSGV Mütevelli Heyeti Başkanı olarak atayarak kurumu kontrolü altına almış ve Savunma Sanayii Başkanlığı (SBB) üyelerini atama yetkisine sahip olmuştur.”
Rapordan yapılan bu alıntı, Türkçe literatürde yapılan çalışmalarla da tutarlı olduğu göz önünde bulundurularak doğru bir analiz olarak kabul edilebilir.[2]
Özellikle; savunma sanayii ihalelerinin tamamen devlet kontrolünde yapılması, AR-GE bütçeleri ve finansman modellerinin büyük ölçüde kamu tarafından sağlanması ve devletin nihai alıcı olma statüsü nedeniyle Türkiye’nin savunma sanayiinin neredeyse tamamen devlet kontrolünde olduğuna ve siyasi pozisyonların bu ihalelerde belirleyici rol oynadığına da dikkat çekiliyor.
BAYKAR ile TUSAŞ arasındaki rekabetin, TB-2 ve Anka insansız hava araçlarının gelişimi üzerinden değerlendirilen raporda, 2024 itibarıyla TSK envanterinde 100’ün üzerinde TB-2 olmasına rağmen TUSAŞ üretimi Anka’ların 20 civarında olduğu ifade ediliyor.
TUSAŞ’ın bürokratik yapısı ve büyük ölçeği nedeniyle inovasyon kapasitesinde BAYKAR’ın gerisinde kaldığı belirtilerek “İki şirket arasındaki doğrudan rekabet hem yerel pazarda hem de ihracatta gerilimlere yol açmaktadır. Burada da son sözü genellikle Cumhurbaşkanının kararı belirlemektedir.” ifadelerine yer veriliyor. Devamındaki şu ifadeler ise sektörün siyasi dinamiklerine ilişkin önem taşıyor:
“Rekabet, kaynakların ve hükümet yatırımlarının her iki şirket arasında nasıl paylaştırılacağı konusunda derin görüş ayrılıkları olduğu için daha da yoğunlaşmaktadır. Taraflar kendi finansman kaynaklarını ve pazar fırsatlarını en üst düzeye çıkarmaya çalışmaktadır. Bu noktada, her iki şirketin Cumhurbaşkanlığı üzerindeki etkisi kritik bir rol oynamaktadır ve şu anda bu durum BAYKAR lehine işlemektedir.”
BAYKAR’ın “Akıncı” projesine karşılık TUSAŞ’ın “Aksungur” projesini, “Kızılelma”ya karşılık olarak ise “Anka-III” projesini geliştirdiği belirtilerek iki şirket arasındaki bu rekabetin savunma sanayiinin finansal sürdürülebilirliğini olumsuz etkilediği iddia ediliyor.
“Bu tür bir rekabet stratejisini ancak gerçekte sadece ekonomik gücü olan devletlerin bu tür stratejileri uygulama imkanı vardır. 2024 yılı itibariyle, Türkiye'nin savunma bütçesi yüzde 150 oranında artarak 40,5 milyar USD'ye ulaşmış, ancak yüksek enflasyon, tarihi bir değer kaybı yaşayan Türk lirası ve mütevazı bir büyüme beklentisiyle zor bir ekonomik ortamda gerçekleşmiştir. Bu bağlamda, Türkiye'nin birden fazla rekabetçi ve iddialı teknolojik programı destekleme stratejisi, baskı altındaki bir ekonomide savunma harcamalarını bu kadar arttırmanın uzun vadede ülkenin ekonomik istikrarını tehlikeye atma riski taşıyabileceğini sorgulatmaktadır.”
Raporun devamında BAYKAR ile hükümet arasındaki ilişkilere dair bölümü yapay zekânın sunduğu çeviri olanaklarından faydalanarak aktarıyorum:
“Baykar ile Cumhurbaşkanlığı arasındaki ilişkiler, şirket için sübvansiyonlar, sözleşmeler ve lojistik destek açısından kuşkusuz fayda yaratmaktadır. Ancak, bu ayrıcalıklı ilişki, Türk savunma sanayisinde bir dengesizlik yaratmış, özellikle TUSAŞ açısından kaynaklar, pazar rekabeti ve kamu algısı bakımından olumsuz bir durum ortaya çıkarmıştır.
Türkiye'de büyük bir popülariteye sahip olan Selçuk Bayraktar’ın (kendisine "Türkiye'nin Elon Musk'ı" denmektedir) bazı siyasi hedeflere sahip olduğu iddia edilmektedir ve Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığındaki potansiyel halefi olduğuna ilişkin spekülasyonlar giderek artmaktadır.”
BAYKAR ile TUSAŞ arasındaki rekabete rekabete ilişkin bir diğer önemli başlık ise basına yansıdığında[3] Türkiye’de de tartışılan TUSAŞ’ın eski yöneticilerinden Remzi Barlas’ın açıklamaları.
2012-2020 yılları arasında TUSAŞ’ta, o dönemki adıyla TAI, İHA Sistemleri Direktörü olarak çalışan, "casusluk" iddiasıyla suçlanıp işten çıkarılan ve iki ay tutuklu kalan Remzi Barlas 2023’te yaptığı açıklamada o dönemki TUSAŞ yönetimini “BAYKAR’ı desteklemek amacıyla TUSAŞ’ın İHA projelerini sabote etmekle” suçlamış ve devletin bu durumdan “zarar gördüğünü” iddia etmişti.
Raporda, Remzi Barlas’ın iddialarına ilişkin şu açıklamalar yer alıyor:
“Barlas, özellikle 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanan ve ona yakın olduğu bilinen TUSAŞ CEO’su Temel Kotil’i, TUSAŞ’ın bazı iç geliştirme projelerini, özellikle de TUSAŞ’ın “Akıncı” projesine katılımını kasıtlı olarak sonlandırmakla suçluyor. Bu proje, sonrasında 2019'da BAYKAR’a verildi ve hiçbir rekabet olmadan, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle atandı. Barlas’a göre, bu karar, Anka ve Akıncı projelerinde çalışan ekiplerin moralini bozarak, bu projelerde 6 ila 7 yıl deneyim kazanan 70'ten fazla mühendisin kurumdan ayrılmasına yol açtı.”
Türkiye’nin savunma sanayii ihracatı
Raporda, Türkiye’nin savunma sanayii ihracatına ilişkin detaylı bir değerlendirme yer alıyor. Türkiye’nin hâlihazırda 30’dan fazla ülkeye İHA/SİHA ihracatı yaptığı ve bu sayının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı ifade ediliyor. BAYKAR Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar’da 34 ülke ile ihracat anlaşması yapıldığını açıklamıştı.[4] Şimdiye dek dünya genelinde 350-400 arasında TB2 SİH ihracatı yapıldığı, TUSAŞ üretimi Anka-S’in ise 35-50 adet arasında ihraç edildiği belirtiliyor.
Rapora göre, Türkiye savunma sanayi ihracatını artırmaya yönelik 5 temel strateji benimsiyor:
- -Hedef pazarlarda askeri danışman/ataşe sayısının önemli ölçüde artırılması
- -Türk şirketlerinin uluslararası ve bölgesel fuarlara katılımının teşvik edilmesi
- -Partner ülkelerdeki kamu ve özel sektör paydaşları ile düzenli olarak işbirliği toplantılarının organize dilmesi
- -Özellikle Afrika ülkeleri ile savunma anlaşmalarının sayısının artırılması ve kapsamının genişletilmesi
- -Dünya genelinde Türk savunma sanayii şirketleri ve kurumlarına ait ofis ve temsilciliklerin açılması
Bu genel ihracat stratejisi değerlendirmesinin ardından Afrika, Asya, Ortadoğu ve Avrupa bölgeleri özel olarak inceleniyor. Rapordaki önemli verilerden bazılarını aşağıda derliyorum:
- -Türkiye, 2019’dan itibaren Afrika ülkelerinde 130’dan fazla İHA/SİHA ihracatı yapmıştır. 130 ihracatın 97’sini BAYKAR’ın TB-2 modeli oluşturmaktadır.
- -2023 yılı Temmuz ayında BAYKAR ile Suudi Arabistan arasında arasında Akıncı İHA üretiminin Suudi Arabistan’da 3 milyar USD değerinde bir anlaşma imzalanmıştır.
- -Birleşik Arap Emirlikleri ile 120 adet TB2 ihracatı için görüşmeler devam etmektedir.
- -Ukrayna’nın işgalinin ardından başta Polonya, Romanya, Ukrayna, Kosova ve Aranvutluk olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin SİHA’larına ilgisi artmış ve bu alandaki ihracat potansiyeli önemli ölçüde büyümüştür.
- -Finlandiya, Macaristan, Slovakya, Estonya ve Portekiz de TB-2’lere olan ilgilerini açıkça ifade etmektedir.
- -Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatını bir kaldıraç olarak kullanarak Orta Asya ülkelerinin Rusya-Çin arasındaki sıkışmışlığına bir alternatif olmak istemekte, ve bu platformu da SİHA ihracatını artırmak için kullanmaktadır. Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan TB-2’lere büyük ilgi göstermektedir.
Raporun son bölümünde BAYKAR’ın üretim kapasitesi, çalışan sayısı, yurtdışındaki üretim planları ve İstanbul, Çorlu ve Keşan’daki üretim tesisleri veya uçuş alanlarına ilişkin uydu görüntüleri ve detay bilgilerin yer alması söz konusu rapora ilişkin spekülasyonları artıracağı gibi önümüzdeki süreçte savunma sanayiine ilişkin veri kısıtlamasını da artırabilir.
ABD’de Trump’ın başkanlığı F-35’e geri dönüş anlamına gelir mi?
Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın 5 Kasım’daki seçimlerin ardından yeniden ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte hem F-35 projesi hem de CAATSA yaptırımlarının geleceği yeniden tartışılmaya başlandı. Türkiye’nin 2019 yılında Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini satın almasının ardından üretim ortağı olduğu 5. Nesil F-35 savaş uçağı projesinden çıkarılması, ücretini ödediği F-35’lerin kendisine teslim edilmemesi ve CAATSA yaptırımlarına maruz kalması Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Erdoğan hükümetinin çözülmesini beklediği sorunların başında geliyor.
Bu konuya ilişkin, Millî İstihbarat Akademisi tarafından yayımlanan “2024 ABD Seçimleri ve Türkiye’ye Olası Etkileri” başlıklı rapor[5] hükümetin bu konudaki beklentisini anlamaya yönelik önemli bir referans kaynağı olabilir.
“Liderler düzeyinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasındaki ‘çözüm odaklı liderlik’ ve ‘kimya uyuşması’ fırsat olarak değerlendirilebilir” denilen raporda iki lider arasındaki kişisel ilişkilerin sorunların çözümünde önemli rol oynayacağı ve Ankara’nın taleplerinin Washington’da daha fazla karşılık bulacağı değerlendiriliyor."
F-35 meselesine ilişkin kısa bir değerlendirme yer alsa da Türkiye’nin Trump hükümetinden bu konuda umutlu olduğu anlaşılıyor:
“Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasının ardından ABD’nin uygulamaya koyduğu savunma sanayii kısıtlamalarının hafifletilmesi, Trump yönetimi ile ikili ilişkilerde önemli bir pozitif gündem maddesi olabilir. Ortak üretim ve teknoloji paylaşımı gibi konular, savunma işbirliğinin yeniden değerlendirilmesine olanak sağlayabilir.”
Rapor her ne kadar temenniden ibaret kalsa da Türkiye’nin F-35 projesine yeniden dönebilmesi için önünde üç seçenek bulunuyor:
- -S-400’lerin İncirlik Üssü’nde ABD kontrolünde kullanılmadan bekletilmesi[6]
- -S-400’lerin üçüncü bir ülkeye satılması
- -S-400’lerin kullanılmayacağına dair resmî taahhütte bulunulması
Dış basına yansıyan haberlerde 1’inci opsiyon üzerinde tarafların anlaşmaya yakın olduğu belirtilse de Rusya’nın S-400’lerin satışı veya üçüncü bir tarafın dahil edilmesine izin vermediği biliniyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin S-400’lerin kullanılmayacağına dair resmî bir taahhüt vermek dışında F-35 projesine geri dönmesi veya CAATSA yaptırımlarından çıkması için bir seçeneği bulunmadığını söylemek mümkün.
Son olarak, Trump’ın ilk başkanlık döneminde görüldüğü üzere ikinci döneminde de NATO ile ilişkilerini zayıflatacağına ve AB’nin savunma kapasitesine yapılan desteği azaltacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor.[7] Bu konjonktürde, Türkiye ile AB ilişkilerinde savunma işbirliği üzerinden yeni bir dönemin başlaması mümkün. Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Türkiye ziyareti, Ekim ayında Almanya’nın Türkiye’ye 336 milyon dolarlık silah ihracatına izin verdiğine ilişkin haberler[8] ve Türkiye’ye Eurofighter Typhoon savaş uçağı ihracatına izin vermeyen Almanya’nın teknik görüşmelere başlanmasına onay vermesi yeni dönemdeki savunma işbirliğinin ilk işaretleri olarak görülebilir.
[1] https://www.defense.gouv.fr/sites/default/files/dgris/ObsDrones%20-%20Etude%20sp%C3%A9cifique%20n1%20-%20Industrie%20turque%20des%20drones%20-%20Juillet%202024.pdf
[2] https://birikimdergisi.com/guncel/11460/turkiyede-savunma-sanayii-ile-otoriter-rejim-iliskisi
[3] https://t24.com.tr/haber/tusas-tan-atilan-iha-direktoru-muhendis-tusas-engellenirken-baykar-in-onu-acilarak-devlet-zarara-ugratildi-can-guvenligimden-endise-ediyorum,1107391
[4] https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/siha-ve-tiha-ihracati-basarisi-selcuk-ve-haluk-bayraktara-vergi-sampiyonlugu-getirdi/3315152#:~:text=Firma%2C%20A%C4%9Fustos%202024%20itibar%C4%B1yla%20Bayraktar,yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1%20yat%C4%B1r%C4%B1mla%20da%20dikkati%20%C3%A7ekiyor
[5] https://mia.edu.tr/uploads/f/08112024_1.pdf
[6] https://www.ekathimerini.com/politics/foreign-policy/1249003/talks-on-s-400-seen-nearing-a-compromise/
[7] https://www.atlanticcouncil.org/blogs/new-atlanticist/what-the-world-thinks-of-trumps-return-to-the-us-presidency/#turkey
[8] https://www.savunmasanayist.com/almanyadan-turkiyeye-336-milyon-avroluk-silah-ambargo/