Bavul Dergi'nin Genel Yayın Yönetmeni Önder Abay, yeni çıkan kitabı, 'Bırak Sokaklar Anlatsız Bizi'den, "Bu kitap sokakta yaşayanlara yazılmış bir kitap değil. Orta sınıfın bu rahatsızlıkla tanışmalarını istiyorum. Sokağın akışına dair herkesin söyleyeceği bir sözü var” diye bahsetti. İnsanların temas alanlarını kaybettiğinden bahseden Abay, "O yüzden insanlar mutsuz çocuklar yetiştiriyor. Mutsuz çocuklar mutsuz ilişkiler yaşıyor. Evlilik, aile kurumu, aşk ve sevgi gibi şeyler de artık yok oluyor" ifadesini kullandı.
Birgün'den Burak Abatay'ın sorularını cevaplandıran Önder Abay'ın yanıtları şöyle:
Edebiyatı besleyen şey de kişi hikâyeleri. Kişi hikâyelerini değerlendirmenin birkaç yolu var. Soru cevapla da aşabilirsin, öyküleştirerek de anlatabilirsin ya da bir roman da çıkarabilirsin. Sokak her şeyin anası. Büyüteni ve var edeni. Sokaktan beslenmeyen bir işin sürekliliğinin olduğunu düşünmüyorum. Gelir geçer bazı akımlar var ve oralarda daha romantik, post modernist bir yer edinebiliyor. Ama eserler dönüp dolaşıp daha toplumcu gerçekçi bir çizgiye oturmak zorunda. İnsanlar ne okursa okusun o sokaktan geçiyorlar. Benim derdim bu işe başladığımda da, edebiyat da, tiyatro da, sinema da bir zümrenin hikâyesini merak etti. Ben sıradan insanın hikâyesini merak ettim. Şiirde Puşkin’in, romanda Yaşar Kemal’in, Dostoyevski’nin yaptığı gibi… Sıradan insan ne anlatıyor? Onun hikâyesi ne diye başladım. Sarayın hikâyesi değil, sıradan insanın hikâyesi. O da sokaktan geçer.
»Kitap sıradan insan hikâyeleri anlatıyor ama o hikâyeleri bilmeyen insanları da bilmedikleri için suçlamıyor. Bu güzel bir denge…
Herkes biliyor o hikâyeleri. Sokakla temas etmekten kaçınan insanlar en çok sokağı merak edenler. Bu kitap sokakta yaşayanlara yazılmış bir kitap değil. Yayınevi tercihi de orta sınıfın tercih ettiği bir yayınevi. Sokakta bir rahatsızlık var. Orta sınıfın bu rahatsızlıkla tanışmalarını istiyorum. Sokağın akışına dair herkesin söyleyeceği bir sözü var. O yüzden kimse orayla daha fazla muhatap değil diye veya gözlerini kaçırıyor diye onları suçlamaya gerek yok. Özellikle son on yılda sorunları çok daha bireysel hâle geldi. Kent merkezlerine baktığında şimdi çok fazla deli görürsün. Neden hiç düşündün mü? Mahalleliden biri ekmek arası bir şeyler verirdi, biri kıyafetlerini verirdi, biri berbere götürürdü. O mahalle içerisinde kendine bir yaşam alanı buluyordu. Ama şimdi artık insanlar dışarıda dönen habitatla ilgilenmiyorlar.O yüzden deliler de, evsizler de kendilerini besleyecek kent merkezlerine kaçıyor.
"Mutsuz insanlar mutsuzluk doğurdu"
»Sahiplenmemesi normal değil mi? Bir sürü site yapılıyor. Bunların her biri birer mağara gibi.
Bu çok büyük bir felaketin adımları. Avrupa’nın en fazla baş etmeye çalıştığı şey de bu. Güvenlikli sitelerde yaşayabilirler, sevmedikleri işlerde çalışabilirler ama insan sadece para istemez. Temas alanlarını kaybediyor insanlar. O yüzden mutsuz çocuklar yetiştiriyor. Mutsuz çocuklar mutsuz ilişkiler yaşıyor. Evlilik, aile kurumu, aşk ve sevgi gibi şeyler de artık yok oluyor. Avrupa’da olduğu gibi. İngiltere’de Yalnızlık Bakanlığı kuruldu. Refah seviyeniz çok yüksek tamam ama acıdan uykunuz gelmiyor. Varoşlar hep rahat uyur. Varoşların karnı hep doyar. Bugün fazla yedim de üç gün rejim yapayım demez. Ne bulursa onu yerler.
»Yaşar Kemal’den ilhamaldığını söyleyen bir gazeteci-yazarsın. Gazeteciliğin bugünkü durumunu nasıl buluyorsun?
Bununla ilgili ahkam kesebilecek birisi değilim. Gördüğümü söyleyebilirim anca. Gazeteci muhaliftir. Muhalif olmak zorundadır. Çünkü ötekilerin tarafındadır. İktidara yedeklenmiş bir gazetecilik, çöplükten başka bir şey değildir. 5 milyon kişi geldi geçti gözümüzün önünden. Çoğu da Ege’de öldü. Biri de ağzını açıp “bu mülteciler ne yapıyor?” diyemedi. Bunun entelektüel bir üretimini de yapamadı. Sinemacılar filmini çekemedi, tiyatrocular sahneye taşıyamadı, gazeteciler yazamadı. Muhalif basın olarak tarif edilen gazeteler bahsetti. Kaldı ki ‘muhalif’ basın anaakımdır. Bir şeyler yazılmaya çalışıldı ama attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmedi. Dönüştürmek için gerçekten bir şey yapamadık. Bugün Beşiktaş için bir yasa çıksa ve ‘yabancıların çalışması yasak!’ dense dükkanların yüzde sekseni kapanır.
»Kitapta gayet rahatsız edici insan hikâyeleri görüyorum…
Hırsız var mesela. Karakterin hırsızları daha sempatik geliyor çünkü daha büyük hırsızlarla karşı karşıyayız. Escobar da bir hırsız ama insanlara sorsan kahraman olarak bile görebilirler. ‘La Casa de Papel’ dizisi bile hırsızlığı anlatır. Suçun estetik bir yanı da görülür böyle. Şu anda artık suçun bir şarkısı var. Arabesk rap denen şey entelektüel ve estetik bir üretimdir bu yüzden. Beğenirsin ya da beğenmezsin. Ama o şarkı 150-200 milyon kere dinleniyor. Çünkü çok daha ağır ve meşru suçlularla karşı karşıyayız. Hayatımda çok hırsız gördüm. Gayrimeşru dünyanın içindeki hemen hemen her kişiyle röportaj yaptım. Mesela ilaç mafyası. Bunların hiçbiri suç işlemek için uyanmıyor güne. Ama koşullar o kadar sıkıştı ki, insanları buna itiyorlar. Hırsızlığın raconunda mahallene girmezsin. Hırsız eve girdi mi kemerli pantolon arar. Görmezse geri çıkardı. Koşullar dayattıkça suç kurumları da acımasızlaşıyor.
“Suçun dili değişti”
»Sokaktaki suçluların profilleri de değişiyor mu?
Evet. Dili ve milliyeti değişiyor. Çok büyük bir alanda torbacılar Suriyeli. İnsan kaçakçılarının çoğu Afganlar. Eskiden bu suçlulara ulaşıp konuşabiliyordun. Şimdi ulaşıyorsun ama dilini bilmiyorsun. Bir de GBT’si yok bu insanların. Neyden korkacaklar? Oraya dönük müdahale olmazsa büyük bir risk bizi bekliyor. Çünkü bu insanların korkuları yok. Yabancı düşmanlığı üzerinden anlamayın bunu, orayı anlamak ve tarif etmek için söylüyorum. İnsan kaçakçılığı yapanların çoğu Afganlar bugün. Savaş görmüş birini suç mefhumuyla korkutamazsın. “Polis seni gözaltına alır” dediğinde “Almazsa namerttir” diyor.
»Kentin kaybolan hikâyelerini de okuyoruz kitapta. Kitap küçük bir kültür ansiklopedisi gibi.
İstanbul’un merkezinde 30 dakikalık bir yürüyüş yapsanız birçok çeşme görürsünüz. Ama bunların hiçbiri çalışmıyor artık. Kent kültürünü düşman ilan ettiğimiz bir yaşantımız var. Oturduğumuz sokağın adı Ihlamurdere. Neden? Daha önce bir dere ve ıhlamurlar vardı. Ama artık yok. Kentin kokusu değişti artık. O kadar saldırgan olduk. Sokak artık yaşam alanı değil. Çocuğa tecavüz eden, arabayla dehşet saçılan bir ülkeye dönüştük.