Kültür-Sanat

Bir dahinin karanlık yüzü!

İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Richard Linklater imzalı ‘Ben ve Orson Welles’ sinema tarihinin en büyük isimlerinden Orson Welles’in tutkularını ve ‘kötü yüzü&rsq

09 Nisan 2010 03:00
T24 - İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Richard Linklater imzalı ‘Ben ve Orson Welles’ sinema tarihinin en büyük isimlerinden Orson Welles’in tutkularını ve ‘kötü yüzü’nü gösteriyor.
    

‘Başarılı olmaktansa şanslı olmayı tercih ederim’’ (Woody Allen)


Yıl 1937… Genç öğrenci Richard, şanslı bir gününde, sinema tarihinin en zeki yönetmenlerinden Orson Welles ile tanışır. Richard gerçekten şanslı bir günündedir ve tanışmakla kalmaz, Welles’in yönettiği meşhur Julius Caesar’da rol de kapar. Ve o andan itibaren bir yandan New York Tiyatrosu’nun göz alıcı dünyasını yaşarken bir yandan da dahi yönetmen Welles’i yakından tanır.

Bağımsız sinemanın önemli isimlerinden Richard Linklater imzalı ‘Me and Orson Welles’ (Ben ve Orson Welles) birkaç zor şeyi aynı anda yapmaya çalışan bir film. Film asıl olarak Orson Welles gibi ‘sorunlu’ bir dahiyi ve tiyatroyu öykünün merkezine yerleştiriyor. Her ne kadar hikaye Richard’ın gözünden anlatılsa da Welles ve tiyatro filmin başrolünde diyebiliriz. Diğer yandan da bu kısa dönemin Richard’ın yaşamında yaptığı değişiklikler filmin akışını sağlıyor.


Bir dahinin karanlık yüzü

Bu kısa sürede belki de hayatının en heyecanlı günlerini yaşayan Richard, kendisinden büyük bir kadından etkilenir, okulu asıp günlerini tiyatroda geçirir ve her şeyden önemlisi, Orson Welles’i tanır. Ama, maalesef dahi yönetmenin kötü yüzünü görür. Çünkü Welles, kendini beğenen, herkesi aşağılayan, hakaretler eden, insanları kullanan bir dahidir. Evet, işinde çok iyi olan bir dahi de olsa. Ve Richard’ın şansı dönmüştür ama ama bir dahaki dönüşü de çok uzun sürmeyecktir.

Welles, yeni kurdukları Mercury Tiyatrosu’nun açılışını ‘Julius Caesar’la yapacaktır ve kısa sürede oyunu yetiştirmeye çalışır. Onun için kendisi ve oyun önemlidir. Onun dışında kalan herkes sadece birer ‘işçi’dir. Sahnede Tanrı odur ve herkes de bunu böyle kabul eder. Welles’in bu karanlık tarafı Richard’ı rahatsız etse de sahnede olmaktan, o dünyada bulunmaktan, Welles ve diğerlerinden bir şeyler öğrenmekten büyük zevk alır. Bu sırada Welles’in yardımcısı Sonja’dan hoşlanır ve onunla vakit geçirmeye başlar ama bir şeyi henüz öğrenememiştir ki, Welles’in çevresindeki herkes onundur. Richard onunla baş edemeyecek kadar güçsüzdür.

Ama tüm kötücüllüğüne rağmen Richard onun dehasına hayran kalır. Özellikle filmin en iyi sahnesi olan radyoda geçen bölümde Welles’in doğaçlamasını canlı izlerken herkes gibi o da sadece hayranlıkla bakakalır. (Bizim de ilk filmi ‘Yurttaş Kane’ dahil sinema tarihinin en büyük filmlerinden birçoğuna imza atmış olan Welles’ın dehasına olan saygımız bir kez daha depreşiyor) Richard bir ahdiyi yakından tanımanın şaşkınlığını yaşar, her iki anlamda da…

Öncelikle, ‘Ben ve Orson Welles’ için rahatlıkla tiyatro filmi denilebilir. Tiyatroyu beyazperdeye taşıması bakımından başarılı bir olan film, özellikle oyunun galasını şık bir şekilde sahneliyor. Ve galaya kadar geçen sürede Richard’ın hayatı nasıl tiyatro ise biz de başka bir şey görmüyoruz. Ama bu da filmde küçük boşluklar yaratıyor. Örneğin , dönemle ilgili ayrıntılar olsa da müzikten prodüksiyon tasarımlarına kadar bir çok şey klişeleşmeye mahkum kalıyor. Bunun dışın tiyatro dışındaki dünyadan - Richard’ın ailesi, okulu, arkadaşlarıyla ilgili hiçbir şey filmden çıktığımızda aklımızda kalmıyor.


Dahi ama kötü...

Ayrıca ‘Ben ve Orson Welles’, hikayedeki tiyatro gibi Welles’in merkezinden çıkmıyor ya da çıkamıyor ve Richard bakışlı bir film olsa da Welles ‘kötü adam’ olarak en önemli yeri işgal ediyor. Richard ve Welles dışındaki karakterler ise - Sonja da dahil - uzun rol sürelerine rağmen yüzeysel olmaktan kurtulamıyor. Belki de bilinçli yapılmış bu tercih filmin dramatik yapısına zarar veriyor. Filmin bir diğer sorunu da Welles ile ilgili birçok şeyin altını çizmesi. Özellikle ‘Welles bir dahi ama kötü bir insan’ mesajı çok sık veriliyor. Ama yine de Linklater, rahat anlatımı ve mizahi tonuyla göze batacak birçok şeyin üstünü kapatmayı başarıyor. Küçük dokunuşlarda bulunarak dramatik yapının zayıf yönlerini kapatıyor. Richard ve tiyatroda yaratılan dünyanın dışında kalanları bilerek dışlıyor ve ancak Richard o dünyadan çıktığında biz de çıkmış oluyoruz.

Oyunculuklara gelince, gençlik filmleriyle tanınan Zac Efron, Richard rolünde sempatik, göze batmayan bir oyun sergiliyor. Sonja rolünde Claire Danes maalesef silik kalırken, tiyatro oyuncuları arasında en çok dikkat çeken ise Ben Chaplin oluyor. Ama filmin kesinlikle en iyisi Orson Welles’i canlandıran Christian McKay. McKay bu ilk önemli rolünde, beyazperdenin devlerinden birine, onun büyüklüğüne yakışır bir şekilde hayat veriyor. McKay’ib bu rolüyle San Francisco Eleştirmenleri Birliği’nden En İyi Çıkış Yapan oyuncu ödülünü aldığını belirtmek gerekir.

Sonuç olarak, ‘Ben ve Orson Welles’, Linklater filmografisindeki ‘Dazed and Confused’, ‘Before Sunrise’, ‘Tape’, ‘A Scanner Darkly’ kadar iyi olmasa da, sadece iyi bir tiyatro filmi olduğu ve Orson Welles gibi bir dahinin ‘kötü’ yüzüne yakından bakmak için bile izlenmeyi hak ediyor.

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Akbank Galaları bölümünde gösterilen ‘Ben ve Orson Welles’ 10 Nisan Cumartesi günü saat 21.30’da Kadıköy Sineması’nda izlenebilir.