Türkan Şoray ve Cihan Ünal'ın kızı Yağmur Ünal, yönetmenliğini annesinin üstlendiği bir komedi filminde rol alacak. Senayosunu Onur Ünlü'nün yazdığı film, büyük şehirden kasabaya taşınan bir pavyonun öyküsü anlatılıyor.
Hürriyet yazarı Ayşe Arman filmin yapımcılığını da üstlenecek olan Yağmur Ünal ile "Türkan Şoray'ın kızı olmak üzerine" konuştu. Annesini "evhamlı" diye tanımlayan Ünal, "'Ben Yağmur, Türkan Şoray'ın annesiyim' durumları yani! Annemin çok önde biri olması, bende saklanma ihtiyacı yarattı. Bendeki tezahürü bu oldu. Hep arka planda kalma, kendi dünyama çekilme ihtiyacı hissettim" dedi.
Ayşe Arman'ın "Ben Yağmur…Türkan Şoray'ın annesiyim!" başlığıyla Hürriyet'te yayımlanan 05 Temmuz 2015 tarihli yazısından bir bölüm şöyle:
Kendini nasıl hissediyorsun? Tamam mı? Başardın mı? Okullarını bitirdin. Kendini kanıtlamış biri gibi hissediyor musun?
-Yok canım! Ne kanıtlaması? İnsan, "Tamam ben kendimi kanıtladım" derse, hayatı biter!
Hayatla meselen bitmedi yani...
-Nerdeee? Bitmiyor tabii. Biri biterse, diğeri başlıyor.
Meşhur birinin çocuğu olmak ne kadar zor? Ne kadar baskı yaratıyor?
-Bu benim gerçeğim, şikâyet edecek halim yok. Ama zor. Özellikle de küçük yaşlarda. Çünkü henüz kendini bulmamış oluyorsun. Ve bitmez tükenmez önyargılarla boğuşuyorsun.
Neydi onlar?
-Tabii kimse yüzüme bir şey söylemiyordu ama şımarık, kendini beğenmiş, sığ, bol paralı, boş gezenin boş kalfası diye bakıyorlardı. Ne okuduğumu, ne çalıştığımı bilmiyorlardı. 'Ünlü kadının boş kızı' deyip geçiyorlardı.
Bu seni ne kadar rahatsız ediyor?
-Küçükken üzülüyorsun, "Ben o değilim!" diye haykırmak istiyorsun. Ama büyüyünce çok da umurunda olmuyor. Çünkü ne yaparsan yap onlar istediklerini düşünecek zaten. Gerçi hâlâ tamamen kulaklarımı kapatabilmiş değilim ama derim kalınlaştı. Bu arada, "Ay canım benim!" diyerek, beni kendi çocuğu gibi sevenler de oldu tabii. Çünkü onlar, Türkan Şoray'ı ailelerinden biri gibi görüyorlardı, ben de otomatikman çocukları, torunları oldum.
Duygusal olarak insanları çok etkilemiş biri annen... Türkiye'nin 'Al Yazmalı'sı o. Her kuşaktan, her nesilden, her sınıftan insanın yakalandığı biri. Ne zaman onun kızı olduğunu fark ettin?
-Küçükken anlayamıyordum, "Herkes nereden tanıyor benim annemi?" diye şaşırıyordum. 5-6 yaşlarında anladım ki, annem sadece benim değil, bütün Türkiye'nin sevgilisi.
Türkan Şoray'ın çocuğu olmak sadece bir 'hediye' mi? Bir 'ceza' bölümü yok mu?
-Bir kere baştan anlaşalım, muhteşem bir kadının çocuğuyum. İnsanlar, çocuklarıyla gurur duyar, ben annemle duyuyorum. Ona bayılıyorum. Ve sadece annem bana takık değil, ben de ona takığım. Biz birbirimizi tamamlayan bir ikiliyiz. O hep evhamlı oldu, böyle bir özelliği var, içi titriyor bana, aklı çıkıyor. O ne kadar evhamlıysa, ben de çocukluğumdan beri o kadar soğukkanlıyım. Mecburen. Ben annemin, annesi oldum. "Ben Yağmur, Türkan Şoray'ın annesiyim" durumları yani! Annemin çok önde biri olması, bende saklanma ihtiyacı yarattı. Bendeki tezahürü bu oldu. Hep arka planda kalma, kendi dünyama çekilme ihtiyacı hissettim.
Neden?
-Galiba iç dengem, iç huzurum bozulmasın diye...
Ruhunun nesiyle örtüşmüyor ön planda olmak?
-Ruhum kaldırmıyor! O gereksiz itiş kakışlar, milletin birbiri hakkında atıp tutması, dedikodular, ayak oyunları beni yoruyor. Ön planda olmayı seçince, pakette bunlar da geliyor! O zaman bütün iç denizlerim dalgalanıyor. Hoşlanmıyorum. Benim kendimi korumam, saklanmam gerekiyor.
Bir sürü oyunculuk teklifi gelmiştir sana...
Filmin hikâyesi nedir? Nereden çıktı?
-Eski ekibim, annemle tanışmak istedi. Bizim eve geldiler, balkonda oturuyoruz. Yapmak isteyip yapamadığı filmler var mı, onları konuşuyoruz. Annemin de bir özelliği var, kupür biriktirir.
Nasıl yani?
-Hep gazetelerden haber keser. Saklar, dosyalar. "Bundan ne güzel senaryo olur!" der. O arada bize, şehirdeki bir pavyonun küçük bir kasabaya taşınmasıyla ilgili bir haber gösterdi . Minik bir haberdi. İlginç gelmiş ona. Çünkü ortalık karışmış. Aslında ne kadar ön yargılı bir toplum olduğumuzu konuştuk. Ertesi gün, "Ya anne" dedim, "Dün anlattıkların çok güzeldi, bunu film yapsak..." Kalktım Onur Ünlü'ye gittim.
-Tanıyor muydun?
-Hayır. Ama filmlerine bayılıyorum. Hayal dünyasının genişliğine ölüyorum. 'Sen Aydınlatırsın Geceyi' şahaneydi. En son, 'İtirazım Var' da çok çarpıcıydı. Gittim, "Böyle böyle bir şey var aklımda" dedim. "Bundan bir şey kurar mısınız? Anneme de yönetmenlik teklif edeceğim. Bizimle çalışır mısınız?" Kabul etti. Müthiş güzel bir senaryo yazdı. Hikâyeyi, dokuz yaşında bir çocuğun gözünden anlatıyor. Yakında çekimlere başlıyoruz. Bu filmdeki oyunculuğum, pastanın süsü.
Annenin yönetmeliğini nasıl buluyorsun?
-Annemin çok iyi bir gözü var. Bir de çok iyi bir hikâye anlatıcısı. Normalde de öyledir, biri bir şey anlatır, cazip gelmez, annem anlatır, "Ay ne harika!" dersin.
Kaç film yönetti annen bugüne kadar?
-Dört. Bu film için de çok heyecanlı. Onur Ünlü de çok güzel bir dünya kurmuş. Zamansız ve mekânsız bir film bu. Cep telefonu yok, günümüze gönderme sıfır. 90'lar olabilir, 80'ler olabilir ama bir dönem filmi değil. Ve tabii komedi...