Yaşam

Belge ve Bardakçı’nın Esma Sultan kavgası

Esma Sultan, Habertürk yazarı Murat Bardakçı ve Taraf yazarı Murat Belge'yi birbirine düşürdü. Belge, Bardakçı’ya yanıt olarak zehir zemberek bir yazı yazdı.

15 Mayıs 2009 03:00
Esma Sultan, Habertürk yazarı Murat Bardakçı ve Taraf yazarı Murat Belge'yi birbirine düşürdü. Belge, Bardakçı’ya yanıt olarak zehir zemberek bir yazı yazdı.

Esma Sultan, Habertürk yazarı Murat Bardakçı ve Taraf yazarı Murat Belge'yi birbirine düşürdü. Bardakçı'nın isim vermeden ‘entelektüel, yazar, profesör, solcu, kültür adamı, filozof , edebiyatçı, taş plak üstadı, filozof, yakışıklı, aktivist, bilmem neredeki yurttaşlar derneğinin feşmekânı, İstanbul uzmanı, vesaire, vesaire, vesaire" dediği Belge hakkındaki iddiaları ağır şekilde yanıtladı.

Bardakçı’nın yazısı

Polemik Murat Bardakçı'nın şu yazısıyla başladı:

Hazret entelektüel, yazar, filolog, tarihçi, barışçı, solcu, kültür adamı, yayıncı, profesör ve İstanbul uzmanı...

Bitmediiii... Edebiyatçı, taş plak üstadı, filozof, yakışıklı, aktivist, bilmem neredeki yurttaşlar derneğinin feşmekânı, İstanbul uzmanı, vesaire, vesaire, vesaire...on parmağında on ne demek, belki de on bin hünere birden sahip allâmemiz, senelerden bu yana İstanbul'da yaşayan ama şehrin tarihine ve kültürüne her nedense yeni yeni merak salanların bu eksiklerini, bir müddetten bu yana tekne turlarında kapatmaya çalışıyor. Yalıların ve binaların tarihini anlatıyor, sahiplerinden bahsediyor, onlarla ilgili efsaneleri ve söylentileri naklediyor ve güverteden yapılan İstanbul tedrisatı, son zamanlarda pek bir moda...

Bir arkadaşım anlattı: Dostları, geçtiğimiz günlerde bu tekneli irşad turlarından birine onu da götürmüşler. Arkadaşım, birkaç saat devam eden turdan hatırında kalan tek bilginin, Esma Sultan'ın sonu kanlı biten çapkınlık hikâyeleri olduğunu söyledi.

Entelektüel, yazar, filolog, tarihçi, barışçı, kültür adamı, filozof, taş plak uzmanı ve daha nice unvanlara sahip olan üstad, Ortaköy'deki yalının sahibesi Esma Sultan'dan bahsederken "Gençlere düşkündü, kahvelerden topladığı gençleri saraya getirir, onlarla uzun uzun seks yapar, posaları çıktığında da çuvala koyup denize attırırdı" demiş.

Bahsedilen kişi Birinci Abdülhamid'in kızı olan, 1848'de vefat eden ve Üçüncü Ahmed'in kızı "Büyük" Esma Sultan'dan ayırdedilebilmesi için tarihlere "Küçük Esma Sultan" diye geçen Osmanlı prensesidir.

Şehir tarihçiliği bu mu?

"Küçük" Esma Sultan, zamanına göre son derece renkli, hattâ hızlı bir hayat sürmüştür. Sözünü esirgemez tavırları, ve siyasetle de ilgilenmiş olması sebebiyle hakkında söylentiler çıkmış, hattâ bu söylentiler Melek Hanım'ın 19. yüzyıl sonlarında Amerika'da yayınladığı "Thirty Years in Harem" isimli kitabına da konu olmuştur. Ama, İstanbul meraklılarına bir padişah kızından bahsederken o sultanın tantanalı hayatını ve umursamazlığını anlatmak başka şeydir; "Kahvelerden topladığı gençleri uzun seks âlemlerinde posalarını çıkardıktan sonra çuvallarla denize attırırdı" demek ve işi böylelikle bambaşka bir boyuta taşımak, çok başka birşey... "Şehir tarihçiliği" adı altında yapılan bu iş, 18.-19. yüzyıl İstanbul'unda yaşamış bir Osmanlı prensesini 1700 küsur sene geriye götürüp o prensesten Roma İmparatoru Claudius'un hanımı Messalina benzeri bir canavar yaratmaya çalışmak ve bundan 200 sene öncesinin sosyal ortamını bin küsur sene öncesine taşımak gibisinden bir tuhaflıktan ibarettir.

'İşkence mekânı' kışla

Böyle bir iş, üstelik, John Freely ile Hillary Sumner-Boyd'un "Scrolling Through Istanbul"una özenerek bir "İstanbul Gezi Rehberi" yaratmaktan daha vahimdir. Hele, eski devirlerdeki hafif silâhlı bir askeri birliğin ismi olan "Azab" kelimesini ve "Azab askerinin kışlası" demek olan "Azabhane"yi "Azaphane", yani "İşkence mekânı" haline getirmekten ise çok daha vahim...
"Şimdilerde her tarafta yazıp çizen mebzul miktardaki İstanbul uzmanlarımızı Galata Köprüsü'nün üzerine yerleştirsek, yüzlerini Eminönü'ne dönmelerini ve Sepetçiler Kasrı'nın sahilinden başlayarak sağa, Yavuz Selim'e kadar olan hat üzerindeki eski camilerin isimlerini bir seferde saymalarını rica etsek acaba kaçı bu işi yapabilir?" diye hep merak etmişimdir...bu işi şaşırmadan ve doğru şekilde yapabilecek tek bir kişinin bile çıkmayacağına emin olun!

Murat Belge’nin yanıtı

Murat Belge'nin Taraf gazetesinde yayımlanan (15 Mayıs 2009) yazısı şöyle:

Habertürk denilen gazetede yayımlanan bir “Türk Haberi” üstüne, Murat Bardakçı’nın “ad vermeden” bana saldırdığını öğrendim ve saldırısını da okudum. Bu “yazı” İnternet’te yayımlanmış, gazete de “Peki Bardakçı’nın sözünü ettiği ‘tekneli irşad turları’ düzenleyen ‘üstad’ kimdi? Açıklıyoruz. 1 Taraf gazetesi yazarı, Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Başkanı Prof. Dr. Murat Belge!” diyerek merakları gidermiş.

Evet, takdim bu. Üslûp gazeteninki- bu!

Baştan başlayalım: Murat Bardakçı’nın saldırı nedeni ne? Bir “arkadaşı”, benim Boğaz gezilerinden birine katılmış, “turdan hatırında kalan tek bilginin, Esma Sultan’ın sonu kanlı biten çapkınlık hikâyeleri olduğunu” söylemiş. Bardakçı şöyle aktarıyor: “Ortaköy’deki yalının sahibesinden bahsederken ‘gençlere düşkündü, kahvelerde topladığı gençleri saraya getirir, onlarla uzun uzun seks yapar, posaları çıktığında da çuvala koyup denize attırırdı’ demiş.”

bu (başlıca iddia). Şimdi, bu hikâyeyi anlatan Nahit Sırrı Örik’tir. İşin kötüsü o bunları ciddi ciddi inanarak anlatır ve sonunda “algömlek ortaya çıktı” gibi deyimlerle Sultan’ın bu sırlarının gizli kalamadığını belirtir.

Ben tabii bu saçma hikâyelere hiç inanmadım. Epey bir yıl önce bunlarla hafifçe dalga geçen bir yazı da yayımladım. Boğaz turlarında, vakit bulup bu hikâyeleri sığdırabilirsem, “hakkında böyle söylentiler çıkarmışlardı” dedikten sonra, bunların muhtemelen Ortadoğu kültüründe yetişmiş erkeklerin bilinçaltındaki “iktidar sahibi kadın” korkusunun dile gelmesi olduğunu söylerim. Ayrıca, benzerlerinin 1 Bin Bir Gece Masallar1ı’nda bulunduğunu, 19. yüzyılda İstanbul’un halk edebiyatının popüler hikâyelerinden “Hançerli Hanım” hikâyelerinde de bunlarla örtüşen motifler olduğunu eklerim. Bunu hiçbir zaman inanılası bir hikâye olarak anlatmadım.

Murat Bardakçı’nın “arkadaşı”, zaten kendisi söylemiş, “turdan hatırında” başka bir şey kalmadığını. Murat Bardakçı’nın “arkadaşı” olduğuna göre, bunda şaşılacak bir şey de yok. Ama bu “arkadaş”ın aktarımına güvenip kaleme sarılmadan önce, Murat Bardakçı, bilginin doğruluğunu sağlamaya biraz daha özen gösterebilirdi. Bu gezilere, normal olarak, bir seferinde yüzün üstünde insan katılıyor. Onların arasında yukarıda aktardığım sözleri hatırlayanların sayısının bir hayli yüksek olduğunu sanıyorum.

Esma sultan üstüne, yaşadığı zamanlarda çıkmış bu efsanelere elbette ki inanmam da, bunlara inanmanın (örneğin Nahit Sırrı’nın yaptığı gibi) Murat Bardakçı’nın sunduğu tarzda bir “cinayet” olduğunu da düşünmüyorum. Bunun Messalina’larla falan da hiçbir ilgisi yok. Osmanlı Prensesi’ne bunları atfetmek Murat Bardakçı’nın “kudsiyet” duygularını zedeleyebilir, ama ben bu ülkede yaşayan okur-yazarların (veya okumaz-yazmazların) birinci görevinin Osmanlı hanedanına ve uzantılarına finoluk yapmak olduğu kanısında değilim.

ne demek istiyor Bardakçı? “Böyle bir iş, üstelik, John Freely ile Hillary Sumner-Boyd’un Scrolling [“Strolling” olacak doğrusu] Through İstanbul’una özenerek bir İstanbul Gezi Rehberi yaratmaktan daha vahimdir.” Bu kitap var diye başkası yazılmayacak mı? Böyle kural mı var? “Özenmek” ne demek? Benim önsözde şu cümle var: “Kitap, Sumner-Boyd’la Freely’nin 1 STI’u tarzında, gezerken ve gezmek için kullanılacak bir rehber biçiminde yazıldı. Onların bu öncü kitabının bana hem kolaylık, hem de büyük güçlük çıkardığını söylemeliyim. 1 STI herkes gibi benim için de son derece yararlı bir bilgi kaynağı. Ama bu konuda bu kadar iyi bir kitap yazılmışken, ikinci bir kitap yazmak çok güçleşiyor. Sorun ille onu aşmak gibi iddialı bir şey değil; ama yargıları değerlendirmeleri, hattâ esprileri bana da o kadar uygun ki, aynı sözleri tekrarlamaktan kendimi alıkoymak için bayağı zorlanmam gerekti ve tam başarılı olamadım buna rağmen.”

Ya şu ne? Azabhane’yi “işkence mekânı” sanmışım (bu noktada bir başkasından söz etmeye karar vermediyse, bunu da benim yaptığım anlaşılıyor). Bunun kadar zırva bir yanlışı nerede söylediğimi bir zahmet göstersin Bardakçı.

Eminönü’nden Yavuz Selim’e bina sayma işini, Galata turlarını bitirdiğimiz Galata kulesinden yıllarca yaptım (İstanbul’un asıl yedi tepesini göstererek). Bu turlara katılmış binlerce kişiden bunu da öğrenebilir, isterse. Bu adamcağız, bu basit şeyleri bildiği için mi bu kadar benzersiz bir allame olduğuna inanıyor?

Hiçbir aslı esası olmayan bir şeyler yazarak, böyle çirkin bir saldırı başlatma “hak”kını ve “cesaret”ini nerede buluyor acaba?