Politika

Baykal: Yalan söyleyen Bakan Şahin istifa etsin

Adalet Bakanı'nın Deniz Feneri dosyasının tercümesiyle ilgili yalan söylediğini ileri süren Baykal, Şahin'in istifasını istedi

29 Nisan 2009 03:00
Tempo24

CHP lideri Deniz Baykal, ''Deniz Feneri'ni himaye edeceksiniz, sanıkları koruyacaksınız diye Türk halkına bu kadar kaba yalan söylenmesine, nasıl göz yumarsınız? O yalan ortaya çıktıktan sonra, o insanın Adalet Bakanı diye dolaşması, Türk halkına hakaret değil mi?'' diye sorarak, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in istifasını istedi.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin grup toplantısındaki konuşmasına hükümetin dış politikasını eleştirerek başladı. Baykal, ''Ermenistan'ın 1915 konusundaki yorumu bire bir Amerikan Cumhurbaşkanı tarafından sahiplenilmiştir. Terminoloji sahiplenilmiştir'' dedi. 

Yabancıların himayesinde dış politika

ABD Başkanı Barack Obama'nın 24 Nisan açıklamasına değinen Baykal, açıklamadan yaklaşık 24 saat önce ''Türkiye ile Ermenistan arasında yol haritası belirlendiğine'' dikkati çekti. Bu konuların Türkiye'nin dış politikasında kendisini gösteren bir temel sıkıntının ortaya çıkmasına yardımcı olduğunu kaydeden Baykal, AKP iktidarının iş başına geldiğinden bu yana yabancı ülkelerin desteği, anlayışı, himayesi altında bir dış politika anlayışını benimsediğini öne sürdü.

Baykal, ''Böyle bir desteğin ortaya çakması, o politikanın başarılı olduğu, ülke yararına olduğu gibi bir izlenim yaratmaktadır. Böyle bir süreç içinde yıllarca zaman geçirilmiştir ama şimdi geldiğimiz noktada artık yavaş yavaş AKP iktidarının izlediği dış politikanın somut ve ağır sonuçları artık ortaya çıkmaya başlamıştır'' diye konuştu.

ABD, Ermenistan'ın yorumunu benimsedi 

24 Nisan etrafındaki gelişmelerin AKP iktidarının dış politikasına ilişkin gerçeklerin ortaya çıkmasında önemli bir dayanak noktası oluşturduğunu savunan Baykal, şunları söyledi:

''Obama, 24 Nisan'da bir konuşma yaptı. Bu konuşma, etrafında büyük bir siyasi telaş yaratılan bir sürecin sonucunda ortaya çıktı. Bu konuşmasında Sayın ABD Cumhurbaşkanı, Ermenistan'ın 1915 olaylarıyla ilgili yorumunu bire bir Ermenistan'ın ve Ermeni diasporasının bu konudaki yorumunu tamamen, aynen benimsediğini, sahiplendiğini ortaya koyan bir anlayışla yapılmıştır. Yani Ermenistan'ın 1915 konusundaki yorumu bire bir Amerikan Başkanı tarafından sahiplenilmiştir. Yorum sahiplenilmiştir, terminoloji sahiplenilmiştir...

Bu konuda Ermenistan'ın ve diasporanın 1915 yılından itibaren olayların hemen arkasından itibaren kullandıkları niteleme, kullandıkları deyim, nitelemek için kullandıkları ifade, ibare, aynen Sayın Obama tarafından benimsenmiş ve iki kere tekrar edilmiştir.''

Obama'nın açıklamasında 1915 olaylarının ''öteki boyutunun görmezlikten gelindiğini'' belirten Baykal, olaylarda Müslümanların, Türk kökenli, Kürt kökenli insanların haksız yere öldürüldüğünün gözden kaçırıldığını ve bir denge kurma ihtiyacı duyulmadığını söyledi. Baykal, ''Müslümanların, Türklerin kaybı bir kenara itilmiş, Ermeni tezi, Ermeni ifade tarzı aynen benimsenmiştir'' dedi.

1.5 milyon nereden çıktı?

Baykal, Obama'nın konuşmasında 1,5 milyon rakamını telaffuz ettiğini, bunun büyük bir yanlış olduğunu ifade ederek, ''Nereden çıktı bu 1.5 milyon? Yani diasporanın, Ermeni propagandistlerinin terminolojisi Amerikan Cumhurbaşkanı'nı yönlendirebilir mi? Daha bir soğukkanlı, daha bir gerçekçi, daha bir dengeli olaya bakma ihtiyacı yok mu?'' diye sordu.

Obama aslında soykırım görüşünü ifade etti

Obama'nın açıklamasının ardından Başbakan Tayyip Erdoğan'ın konuya ilişkin ilk değerlendirmesini de eleştiren Baykal, şöyle devam etti:

''Sayın Başbakan, bu açıklamanın 'dengeli' olduğunu ifade etmiştir. Sayın Obama, aslında 'soykırım' görüşünü ifade etmiştir. 'Bu konuda görüşüm değişmemiştir' demiştir. Seçim kampanyasında 5 kez 'soykırım' sözünü kullanmıştır. Bu görüşü sahiplenmeye devam ettiğini söylemiş, Ermenice bu konuda kullanılan standart ifadeyi kabul etmiş, '1,5 milyon' demiş Ermenilerden başka can kaybı söz konusu değilmiş gibi bir değerlendirme yapmıştır. Bunu da Türkiye'de büyük bir sevgiyle ilgiyle dostlukla karşılandıktan, Türkiye'yi anlayacağı umudunu verdikten sonra bu açıklamayı yapmıştır. Türkiye Cumhurbaşkanı ve Türkiye Başbakan'ı ile kapsamlı görüşmeler yaptıktan sonra yapmıştır."

 
Bu suçlama çok ağır

Bir ülkeyi ''soykırımla suçlamanın'' çok ağır bir itham ve iddia olduğunu da vurgulayan Baykal, hiç kimsenin yetkili bir mahkeme kararı olmadan suçlu ilan edilemeyeceğini bildirdi.

Yetkili mahkeme kararı olmadan ne bir kişiyi ne de bir devleti suçlamanın mümkün olmadığını belirten Baykal, bunu yapmanın yargısız infaz anlamına geldiğini söyledi. Baykal, ''Her siyasetçinin ve özellikle hukuk eğitimi almış, hukuk bilincine sahip her siyasetçinin bu konuda belli bir duyarlılık ve dikkat içinde bulunmasına ihtiyaç vardır'' diye konuştu.

İddia sahipleri kanıtlamak zorunda

''Soykırım'' iddiasında bulunanların, bunu uluslararası tarifi kapsamında ispatlamak zorunda olduğunu da belirten Baykal, ancak ilgili uluslararası mahkemelerde ispatlanması halinde ''soykırımdan'' söz edilebileceğini kaydetti. Baykal, ''Bu olmadan bir ülkenin bir başka ülkeye çıkıp 'sen soykırım yaptın' diye ithamda bulunması, hukukun temel ilkelerine, uluslararası hukukun temel anlayışına, masumiyet ilkesine aykırıdır. Yargısız infazda bulunmak, hüküm vermek anlamına gelir'' dedi.

Baykal, BM'nin, soykırımı tarif ettiğini, Almanya'da Nürnberg ile Ruanda ve Uganda'da uluslararası ceza mahkemeleri kurulduğunu ve soykırım suçlularının tespit edildiğini, bunların, BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulmuş geçici nitelikte mahkemeler olduğunu söyledi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, ''Bir suçla itham edilen kişi, suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masumdur'' ilkesi bulunduğunu, ABD Anayasasının da ''Bir kişinin adli mahkeme sürecinden geçmeden suçlanamayacağını ve cezalandırılamayacağını'' öngördüğünü anlatan Baykal, Türkiye'de soykırım yapıldığı iddiasının haklı olduğu kanaatini oluşturacak şekilde sistematik olarak, bu suçlamaların yapılmış olmasının, hukuk bilinci, sorumluluk duygusu ve iyi niyetle bağdaştırılamayacağını belirtti.

Dış politikada zafiyet var

Baykal, ''bu tablo karşısında Türkiye'nin takındığı tavrın üzüntü verici'' olduğunu ileri sürerek, ''Türkiye, ne bu konuşmadan (Obama) önce, ne de konuşmadan sonra, konuya nasıl yaklaştığını etkili bir şekilde anlatmayı başaramamıştır. Bu çok ciddi dış politika zafiyeti olarak gözükmüştür. Obama, buraya gelmiştir, geldikten sonra da bugüne kadar ABD başkanlarının yaptıklarının çok ötesinde, çok daha ileri bir konuşmayla Türkiye'yi soykırım yapmış olmak itham altında bırakmıştır'' diye konuştu.

Yol haritası neden önce açıklandı?

Obama'nın konuşmasının, Türkiye ile Ermenistan arasındaki görüşmelerin hangi noktada olduğunu açıklamasının ardından ortaya çıktığını, ABD'nin 1915 olaylarına ilişkin düşüncesini ifade etmesinin ötesinde anlam taşıdığını iddia eden Baykal, ''Türkiye, 22 Nisanda gece saat 24'te 'Biz, Ermenistan'la bir yol haritası üzerinde mutabakat sağladık, birlikte çalışıyoruz. Gerekeni yapacağız' diye açıklama yaptıktan sonra, Obama bu açıklamayı yapmıştır. Bu, olayı daha da vahim hale getirmektedir. Niçin Ermenistan'la yol haritasındaki mutabakat açıklaması, konuşmadan 15 saat önce yapılmıştır?'' diye sordu.

Artık tavizlerin sınırı yok

Baykal, Türkiye-Ermenistan ilişkilerine ilişkin ''yol haritası'' açıklamasının, Obama'nın konuşmasını etkilemek için yapıldığını, ancak bunun başarılamadığını ifade ederek, ''Bir yıl önce böyle bir tablo yoktu. Bu kadar ağır bir konuşmada yoktu. Şimdi en büyük ödünleri vermeye başladık. Konuşma daha da ağırlaştı. Bu süreç böyledir. Taviz vererek, karşı tarafı idare etmeye mecbur olduğunuz izlenimini verdiğiniz anda, artık vereceğiniz tavizlerin sınırı yoktur. Ne yazık ki Türkiye, bu sürecin içine sokulmuştur'' ifadesini kullandı.

Türkiye'nin, bu tablo karşısında takındığı tavrı eleştiren Baykal, şöyle konuştu:

''Bu gelişmeler sonucunda ortaya çıkan temel gerçek, Türkiye Ermenistan ilişkilerinin daha rahatlaması, rayına oturması gibi bir sonuç vermeden, Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinin bozulmaya başlandığı bir noktaya bizi getirmiştir. Ermenistan'la ilişkilerimiz düzelmemiştir, soykırım konusunda ABD'nin ve dünyanın Türkiye'ye bakışı düzelmemiştir ama bizim, Azerbaycan ile ilişkimiz bozulmaya başlamıştır. Azerbaycan'ın bu tablo karşısında bir kırgınlık içine girmiş olmasını yadırgamamak lazımdır... Azerbaycan'da, Türkiye'nin açılımları hayal kırıklığı yaratmıştır.

Azerbaycanlılar, bu tepkiyi kardeşçe, dostça sorumluluk duygusu içinde ifade etmişlerdir. Başbakan, bu tepkinin ortaya çıkmasına da kızgın. Bu tepkinin ortaya çıkması karşısında, suçlayıcı, itham edici, emredici bir üslubun içine girmiştir...

Başbakan'ın fitne sözü için özür dilerim

Başbakan 'fitne' diyor. Buraya gelip büyük samimiyetle Türkiye ile Azerbaycan'ın dostluğuna inanan, dost kalmasını isteyen, Ermenistan ile ilişkilerimiz konusunda tedirginlik taşıyan ve bunu içtenlikle aktaran Azerbaycan milletvekiline 'fitne' unsuru demek, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na yakışmaz. Çok üzüntü vericidir. Bunu anlamak, saygı göstermek lazımdır. Ben, çok uzun süredir 'Cumhurbaşkanı, Azerbaycan'a gitsin' diyorum. Orta Doğu şeyhliklerine gösterdiğimiz ilgiyi, niye Azerbaycan'dan esirgiyoruz. Azerbaycan'daki tedirginliği anlayalım. Onlara güven verelim, onları kucaklayalım. Ben, Azerbaycanlılar'dan Başbakan'ın sözü için özür diliyorum. Onların, herhangi bir fitne içinde olmadığını çok iyi biliyoruz. Gönül kırıklığı, üzüntü içindedirler. Bunu abartmamalarını istiyoruz. 

Çünkü bilmeleri gerekir ki Tayyip Erdoğan, AKP, bugün var, yarın yok, geçicidir. Ama Türkiye ile Azerbaycan dostluğu ise ebedidir. Bunu, unutmamalıdırlar. Bugünkü iktidara kızıp yorganı yakmayalım. Türk-Azeri dostluğu, bu bölgenin en temel istikrar ve barış unsurudur ve ebediyen var olacaktır. Bugünlerin geçeceği hesaba katılmalıdır. Türk-Azeri ilişkisine zarar vermemek gerektiğini, Azerbaycanlılar'ın da Türkler'in de unutmaması gerekir.''

Başbakan bilgi edinmeden açıklama yapıyor

Türkiye'nin, Azerbaycan ve Ermenistan ile ilişkileri ve Obama'nın konuşmasıyla ortaya çıkan tabloyu değerlendiren Baykal, şunları kaydetti:

''Obama ile çok büyük güven içinde bir araya geldik, ilişki kurduk, her türlü desteği verdik ve en ağır suçlamayı ertesi gün aldık. Ermenistan'la yola çıktık. Ermenistan yetkilileri, 'Biz, hiçbir zaman Azerbaycan-Karabağ konusunu konuşmuyoruz' dediler. Başbakan, sağlam bir bilgi edinmeden açıklamalar yapıyor. Başbakan, 'Ben, 2005'de Ermenistan'a ortak tarih komisyonu kurulmasını öneren mektup yazdım ama cevap alamadım' diyor.

Kaybeden hep Türkiye

Ermenistan dosyasını, Başbakan'a birisi iyi anlatsın. Doğrudur, Türkiye, ortak tarih komisyonu önerisini yapmıştır. TBMM'de 13 Nisan 2005'de genel görüşme yapılmıştır. CHP'nin de katkılarıyla bu konuda ortak karar alınmıştır ve bunun üzerine, Başbakan bahsettiği mektubu o zaman ki Cumhurbaşkanı Koçaryan'a göndermiştir. Bu mektuba, 25 Nisanda cevap gelmiştir. Koçaryan, 'Tarih komisyonu öneriyorsunuz, sizi anlıyorum ama bugün, yarın geliştirmemiz gereken ilişkilerin ön şartı, bu olmamalıdır. Bugün ilişkilerimizi normalleştirelim. Ona, sonra bakarız' demiştir. Ne kadar ilgi çekicidir ki 2005'de Koçaryan'ın verdiği cevap doğrultusunda, bugün Türk-Ermeni ilişkileri gelişmektedir.

AKP iktidarı, ne zaman masaya otursa, masadan kalkarken cebi boşalmış oluyor. Kendimizi de çok rahat aldatıyoruz. 'Kazan, kazan' diyoruz. Ortaya çıkan tablo, 'kaybet, kazan' oluyor. İki taraf birden kaybetmiyor. Ne yazık ki kaybeden de hep Türkiye oluyor. Ermenistan ile ilişki çok açık. Ne kazandık? Obama'nın konuşmasını kazandık. Yani büyük felaketi kazandık. Azerbaycan ile bir şey kazanmadık.''

Bu nasıl adalet?

CHP lideri Baykal, Deniz Feneri davası ve Ergenekon'la ilgili gelişmeleri de değerlendirdi. Deniz Feneriyle ilgili yayın yapmanın yasak ancak Ergenekon ile ilgili yayının serbest olduğuna işaret eden Baykal, ''Bu ne biçim adalet?'' diye sordu.

Baykal, 70 bin kişinin dinlendiğinin söylendiğini, bunun, memnuniyet verici bir olay gibi gözüktüğünü kaydederek, ''Böyle bir şey nasıl tasavvur edilebilir? Türkiye'de 70 milyonu dinlemeye imkan veren, hukuki ve teknik altyapıyı kurmuşsunuz, bunu, başbakanın şahsına bağlamışsınız. Elde ettiğiniz çok özel bilgileri, basında, insanları mahkum etmek, onurunu çiğnemek için kullanıyorsunuz, ondan sonra da adalet, hukuk, hukuka güven diyoruz'' diye
konuştu.

Deniz Feneri dosyası şaka gibi!

Deniz Feneri davasının Almanya'da görüldüğünü, aylarca dosyanın gelmesini, daha sonra tercümesinin beklendiğini dile getiren Baykal, Frankurt Basın Sözcüsünün, ''Tek dosya var, Türkçe yollandı'' dediğini kaydetti. Baykal, yargılama yapılırken, tercümenin de yapıldığını belirterek,
konuşmasına şöyle devam etti:

''Tercüme edilmiş metni göndermişler, iyi mi? Türkiye, şimdi aylardır neyi bekliyordu, tercüme edilmesini, kim söylüyordu Adalet Bakanı. Böyle bir manzara olur mu, şaka gibi bir şey. Türkiye'ye yakışıyor mu? Derhal o Adalet Bakanı'nın oradan ayrılması lazım. 70 milyonu aldatmaya çalışacaksınız, metnin Türkiye'ye geldiği Almanya'dan yapılan açıklamayla ortaya çıkacak. Tasavvur edilecek şey değil. Siz Deniz Feneri'ni himaye edeceksiniz, o sanıkları koruyacaksınız diye Türk halkına bu kadar kaba yalan söylenmesine, nasıl göz yumarsınız. O yalan ortaya çıktıktan sonra, o insanın Adalet Bakanı diye dolaşması, Türk halkına hakaret değil midir? Derhal gereği yapılmalıdır.''

Baykal, Alman mahkemesinin aranan 16 kişiyle ilgili bilgi istediğini ifade ederek, bu kişilerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde ''ballı ihaleler'' almaya devam ettiğini ileri sürdü.

Niye bu kadar telaş içindesiniz?

Bu tutarsızlığın ciddi bir kriz olduğunu kaydeden Baykal, ''Türkiye, Anayasa değiştirecekmiş, yargıyı adam edecekmiş. Sen önce var olan yargıya saygı göstermesini öğren, yargının gereğini yerine getir. Yargıyı Anayasa ile değiştirmeye kalkmadan önce, var olan kuralları işletmeyi başar'' diye konuştu.

Baykal, Deniz Feneri olayının, iktidar için dokunulmaz, ele alınmaz, araştırılmaz bir konu olduğunu iddia ederek, ''Niye bu kadar telaş içindeler anlayamıyorum. Altından ne çıkar diye kaygı duyuyorlar, ne gibi bağlantılar kendisini gösterecek, bir ülkenin, dünya çapında bu kadar önem kazanmış, Almanya'da yargılanmış bir konuyu kendi ülkesinde bu kadar talep ortaya çıktığı
halde yargılamaktan kaçınması, hiçbir şekilde kabul edilebilir değildir'' görüşünü dile getirdi.