Baskın Oran
Sydney’de 1997’de ölmeden önce anılarını Türkçe olarak teybe okuyan Adanalı Manuel Kırkyaşaryan Usta’nın doldurduğu son bant, oğlu Stepan tarafından bulundu. “M.K. Adlı Çocuğun Tehcir Anıları”nın 5. baskısına şimdi onu da ekliyoruz. Ekliyoruz da, 1924-25 yıllarına ilişkin bu eke sürüyle açıklayıcı dipnot koyduğum halde, şu öyküyü anlamadığım için es geçmiştim; ustamızın ağzından çıktığı gibi veriyorum:
“Ve dedik, burası Derzor çölüdür, devamı var, şimdik devam ediyoruz. 1925 senesiydi, vakıtlar yaz, ben ise Halep'te Topçuyanların garacında vorşopta zanaat öğreniyordum. Yani orada çalışıyordum.
“Günün birinde baktım ki, bir böyük otombil yüklü garaca geldi. Üstü gayet yüksek çuvallarınan yüklenmiş bi şeyler varıdı. Dedim, ‘Ne gadar yüklemişler bunu, ağır değil mi?’. Ve bana dediler, ‘Hayır, ağır değildir, hafiftir. Öyle çok görüküyor fakat hafiftir.’ ‘Nedir,’ dedim, ‘çuvalların içindeki?’ Bana dediler, ‘Onun içindekinler, vaktında Ermeni muhacirleri ki, Derzor çöllerine gittiler ve yani götürdüler ve orada öldürdüler, onların kemikleridir’ dediler. ‘Ne yapacaklar bunu?’ dedim. Dediler bana, ‘Bir şirket Evropa'dan gelmiş bu kemikleri toplatıb alıb İskenderun Limanı'na götürecek ve ordan vapura yükledip Evropa'ya yollayacaklar.’ ‘Ne yapacaklar?’ dedim. ‘Orasını bilmeyiz’ dediler.
“Heralda bir şeye kullanacaklarıdı. İki defa böyle rast geldim. Böyük otombil yüklüydü. İşte, Evropalılar Ermenileri alet deyi gullandılar, canlarını ve kemiklerini bile alıp kendilerine menfaat içün gullanıyorlar”
O kadar iğrenç bir olay ki, inanamadım. Acaba genç M.K.’yı işletmiş olabilirler mi, dedim. Ama, “iki defa” diyor. Ayrıca, kuru kemik de hakikaten hacimde büyük, ağırlıkta küçüktür.
İskenderun ve Mudanya limanları
Derken, Devrimcikaradeniz.com’dan bu ay başında gelen bir iletiyle sersemledim. Aynı olayın Mudanya kolunu yazıyordu. Tarihçi Vlassis Agtzidis’in, Yunan kaynaklarının yanı sıra Amerikan ve Fransız gazetelerine dayanarak yazdığı kitaptan özetliyordu:
Mudanya’dan 13 Aralık 1924 tarihinde Marsilya’ya hareket eden bir gemi Selanik’e geliyor. Ama yüküne ilişkin belge yok. Hamallar bu gizemli yükün insan kemikleri olduğunu fark ediyorlar. Görevliler duruma müdahale ediyor, fakat yukarıdan talimat gelince gemi denize açılıyor. Normal sayılmalı: 1924’te “Küçük Asya Felaketi”nden yeni çıkmış, bir de nüfusunun dörtte biri kadar mülteci hücumuna uğramış Yunanistan’da kim kime, dum duma. Yükü Marsilya’dan ısmarlayanlar müdahale etmiş olmalı.
Haber, N.Y. Times’ın 23.12.1924 tarihli sayısında Paris mahreçli olarak çıkıyor: ”Marsilya acayip bir hikayeyle çalkalanmaktadır. Limana Zan adlı İngiliz bandıralı bir gemi gelmiştir ve taşıdığı yük 400 ton insan kemiğidir. Söylendiğine göre kargo Marmara Denizi kıyısındaki Mudanya’dan yüklenmiştir ve Küçük Asya katliamlarında öldürülenlerin kemikleridir. Yine dolaşan söylentilere göre bir soruşturmanın başlatılması beklenmektedir.”
Aynı haber, bu sefer Marsilya mahreçli olarak, Midi gazetesinin 24.12.1924 nüshasında çıkıyor: “Bu kemikler, Türkiye’de ve Küçük Asya’da yapılan Ermeni katliam tarlalarından gelmektedir”.
Bu haberler birinci sayfada verilmemiş; bu açıdan kuşku yaratıyor. Ama 1) Zan adlı bir geminin o tarihte o limandan hareket edip etmediğini kontrol kolay; 2) Dünya savaşından yeni çıkmış olmanın katliamlar açısından yarattığı bir kanıksama var; 3) Her şey, M.K.’nın 1970’lerde teybe okuduklarına tam oturmakta: Aynı yıllar, toplu mezarlardan geldiği kuşkusuz tonlarca insan kemiği. Marmara’da Rumların, Suriye’de Ermenilerin. Çünkü her iki yörede de Müslümanların “toplu” mezarı olmaz.
Kim aldı, kim sattı, ne için?
Bu “mal”ı ithal eden İngiliz ve Fransız sanayiciler bunu ne yapacaklar? Profesör bir hekim arkadaşıma sordum, o tarihlerde zamk, jelatin, gözlük çerçevesi yapılırmış. Bir de, çok affedersiniz, hayvan yemi. (Hayvan yeminde kemik kullanımını şimdi AB yasaklamış, deli dana hastalığı yüzünden). Avrupalı sanayici için maliyeti çok düşük bir “hammadde”.
“İhracatçı” kim, peki? Devrimcikaradeniz.com’un manşeti (“Kemalistler 50 bin insan kemiğini Fransızlara nasıl sattı?”) bu soru açısından problemli:
1) Bunu yapanlar, Kemalistler (İttihatçılar) olmasa gerek. Gerçi, alınıp götürülmesine “gözümüzün önünden gitsin” diye karşı çıkmamaları mümkün çünkü bu vicdanlarını rahatlatır ama, Rum kemiklerini ihraç demek 1913-16 katliamlarını Batı’ya daha beter duyurmak demek. Üstelik, 1924’te Müslüman ihracatçı ne gezer.
2) Manşet altında “Alıcı: Fransız ve İngiliz Sabun Firmaları” diye yorum yapıyor. Oysa, bunları konuşmak bile iğrenç ama, doktor arkadaşımın verdiği bilgi: “Sabun imalatı, topraktan çıkarılan kuru kemiklerden değil, mezbahalardan filan atılan taze kemik ve eklerinden (et, yağ, barsak gibi) yapılabilir”. Yahudi soykırımına benzeteceğim diye zorlama yapmamak lazım. Dadrian da bir ara gaz odalarından bahsetmiş, sonra vazgeçmişti.
Eski rezillikler ve yenileri
Böylesine pis bir olayı biraz fazla soğukkanlılıkla tahlil ettik, affola. Bu kemiklerin “üreticileri” tabii ki İttihatçılar; ama bir de M.K’nın bu işin “tüccarları” için söylediği çok önemli bir şey var: “İşte, Evropalılar Ermenileri alet deyi gullandılar, canlarını ve kemiklerini bile alıp kendilerine menfaat içün gullanıyorlar”,
Şu anda ülke rezaletten geçilmezken, niye yüz yıl önceki rezaleti yazdım? Basit: “Bunları bize bir Yahudi, bir ateist, bir Zerdüşt yapsa anlarım” gibi bir kalemde Gayrimüslimlere, gençlere ve eski dinleri üzerinden Kürtlere nefret kusan bir “fikriyat” var. Agos’un önünde “Yaşasın Ogün Samastlar, Kahrolsun Hrant Dinkler” pankartı açmak gibi veya Fethiye’deki HDP tabelasını belediye başkanının getirttiği itfaiye kepçesiyle kaymakam nezaretinde söküp atarak yerine Türk Bayrağı asmak gibi bir “fiiliyat” var. İşte, bu ırkçılıkların kökünün İttihatçılara nasıl uzandığını hatırlatmak için yazdım. Hani, AKP’nin nefret ettiği İttihatçılar var ya, onlara.