2007-2011 yılları arasında İstanbul’da İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapan emekli polis Ali Fuat Yılmazer’in Ergenekon, KCK ve ODA TV operasyonları gibi operasyonların Başbakan’ın bilgisi dahilinde olduğunu iddia etmesinin ardından, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu iddiaya verdiği cevabı Sedat Ergin bugünkü köşesine taşıdı.
Sedat Ergin, "Başbakan’ın sözleriyle Yılmazer’in açıklamaları birbirini büyük ölçüde tutmuyor. İkisi de birbirini “iftira” atmakla suçluyor. Peki hangisi doğruyu söylüyor? Yoksa gerçek iki çizginin arasında bir yere saklanmış olabilir mi?" görüşünü dile getirdi.
Sedat Ergin’in Hürriyet gazetesinin bugünkü (25 Mart 2014) nüshasında yer alan, “Biri doğruyu söylemiyor, peki hangisi?” başlıklı yazısı şöyle:
Erdoğan -Yılmazer tartışması
Geride bıraktığımız hafta bir emekli istihbaratçı polis ile Başbakan arasında meydana gelen ve daha sonra bir savcının da kısmen katıldığı polemik ve suçlamalar, yargı bağımsızlığıyla ilgili güncel tartışmalar açısından çarpıcı bir dosya oluşturuyor. Önce aktörlere bakalım. Tartışmayı tetikleyen kişi, 2007-2011 yılları arasında İstanbul’da İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapmış olan emekli polis Ali Fuat Yılmazer. İkinci aktör, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. Üçüncü aktör ise eski özel yetkili savcılardan, 17 Aralık sürecinden sonra tenzili rütbe yapılarak Gebze Savcılığı’na atanan Fikret Seçen.
İlginç ve ilerledikçe soru işaretlerinin arttığı bir tartışma bu. Özellikle ilk ikisinin açıklamaları birbirini tutmuyor.
Tartışma, Yılmazer’in geçen Salı (18 Mart) akşamı Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Bugün TV’ye çıkarak yaptığı açıklamalarla patlak verdi. Emekli istihbaratçının en önemli açıklaması şuydu: Özellikle Veli Küçük’ün 22 Ocak 2008’de gözaltına alınmasıyla başlayan üçüncü dalgayla birlikte, Ergenekon soruşturmasının her aşamasında Başbakan doğrudan bilgilendirilmiş, tutuklama listeleri önceden kendisine iletilmişti. Erdoğan’ın “tembihatı”da “Aman ha, bunlar tutuklasın” şeklinde olmuştu.
Yılmazer, Başbakan’ın Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “mutlaka tutuklanması” talimatını verdiğini de ileri sürüyor. Başbuğ tutuklanınca Başbakan’ın komutanın “tutuksuz yargılanması gerektiği” yolunda konuşmasının, kendisini “şoke ettiğini” söylüyor Yılmazer.
İkinci önemli nokta, Yılmazer’in diğer önemli siyasi davaların da Başbakan’ın onayıyla yapıldığını belirtmesidir. Buna göre, İstanbul’da yüzlerce tutuklamayla sonuçlanan KCK operasyonları da “Başbakan’dan alınan perspektif ile yapılmıştır”.
Keza, Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi gazetecilerin tutuklandığı Odatv davasıyla ilgili soruşturma bizzat Erdoğan’ın kendisine verdiği bir talimat üzerine başlatılmıştır. Yılmazer, şike soruşturmasında ise Başbakan’ın bu davanın 2011 genel seçiminden sonraya bırakılmasını istediğini, ancak “dosyadan çok memnun olduğunu” belirtiyor.
Yılmazer’in bu açıklamalarına Başbakan’ın yanıtı bir hayli ağır oldu. Ertesi günü (çarşamba) çıktığı TRT’deki programda Yılmazer’i isim vermeden “ahlaki yönden seviyesiz, kalitesiz birisi” olarak niteledi ve “Başbuğ ile ilgili konuda Başbakan talimat verdi” şeklindeki sözleri için “Bu ne ahlaksızlık” diye konuştu.
Erdoğan, Ergenekon’da tutuklamaların tamamından bilgisi olduğu yönündeki iddialar için şöyle onuştu:
“A’dan Z’ye bunların hepsi yalan. Demin söyledim ya, bunlar o kadar ahlaksız, o kadar adi ki, o kadar seviyesiz ki, bunlar takiyeyi, yalanı, iftirayı leblebi çekirdek gibi yerler. Yaptıkları iş bu. Hayatları bu. Sen bi defa benimle hayatında kaç kere görüştün? Ya iki kere, ya üç kere görüştün. Ben senin yargı ile münasebetlerini bilen birisiyim. Bu işlerde ne kadar tezgâhtar olduğunu bilen birisiyim. Tabii bunun bedelini ödeyecek. Kimlerle iltisaklı bunları yaptığı çıktı ortaya, bunlar çıkıyor ortaya. Bu bazı malum operasyonları yapıp da şu anda İstanbul dışına gönderilen bazı savcılar var ya, işte bu savcılarla bunlar kankaydı. Beraber götürdüler bu işleri. Bunların hepsi tabii çıkacak meydana. İstifa etmekle veya emekli olmakla bu işi kurtaramaz.”
Bir sonraki gün ise (20 Mart) Taraf gazetesinde tartışmayı bir adım daha ileri götüren yeni bir açıklaması vardı Yılmazer’in. Bu açıklamaya göre, Başbuğ’un tutuklanması meselesi gündeme geldiğinde, Başbakan dosyaya bakan Başsavcıvekili Fikret Seçen ile bizzat görüşmek istemişti. Seçen, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile birlikte Başbakan’a gitmiş ve kendisinden “Tamam bu dosyayı yapın, ama mutlaka tutuklansın” talimatını almıştı. Yılmazer, bu diyalogları bizzat Seçen’in kendisine aktardığını belirtiyor.
Savcı Seçen ise bunu izleyen gün (21 Mart) yaptığı bir açıklamayla “yargıya müdahaleler olduğunu ama bu aykırı talepleri yerine getirmediğini” belirtti. Seçen’in sözleri Yılmazer’in açıklamalarını tekzip etmeyen dolaylı bir doğrulama gibi de okunabilir.
Yılmazer, bir sonraki hamlesini 22 Mart tarihinde yine Bugün TV’ye çıkarak yaptı. Başbakan’ın kendisiyle ilgili suçlamalarına yanıt veren Yılmazer, ilk açıklamasının arkasında durdu, Başbakan’ın gerçekleri örtbas etmek istediğini söyleyerek, “Başbakan unutmuş olabilir ama konuştuğumuz meseleler unutulacak gibi değil” dedi. Erdoğan’ın “iki ya da üç kere görüştükleri” şeklindeki sözlerine Yılmazer, şöyle yanıt verdi:
“Aradaki küçük görüşmeler hariç, 30-40’tan az olmaması gerekir...”
Yılmazer’in kritik bir başka açıklaması, 2008’de AK Parti’yi hedef alan kapatma davası sürecinde de Başbakan’la yakın bir şekilde çalıştıklarını ve İşçi Partisi’ne karşı düzenledikleri operasyon sonucu AK Parti’nin “kapatılmaktan kurtulduğunu” söylemiş olmasıdır.
Başbakan’ın sözleriyle Yılmazer’in açıklamaları birbirini büyük ölçüde tutmuyor. İkisi de birbirini “iftira” atmakla suçluyor. Peki hangisi doğruyu söylüyor? Yoksa gerçek iki çizginin arasında bir yere saklanmış olabilir mi?
Yarın bu açıklamaların ne anlama geldiğini tartışalım.