Cumhurbaşkanı adayı HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "paralel yapı" iddialarıyla ilgili "Aylar geçti ortaya tek bir kanıt koyamadı. Ben, 'paralel yapı yoktur' düşüncesinde değilim. Fakat Erdoğan'ın bu söylemi, hırsızlığı örtmek için kullandığı algısı güçlendi" dedi.
Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek’in “Hırsızlık normal bir şey değil” başlığıyla yayımlanan (21 Temmuz 2014) röportajı şöyle:
Hırsızlık normal bir şey değil
HDP’nin adayı Demirtaş’la Salı günü kampanya tanıtım toplantısından hemen sonra, henüz Başbakan Erdoğan “Meclis’te HDP yer almamalı” sözünü söylememişken ve hükümet yanlısı yazarlar bir anda Demirtaş’ı eleştiren yazılar yazmaya başlamamışken buluştuk. Hem “Bir Cumhurbaşkanı düşünün” derken somut olarak neyi kastettiğini anlamaya çalıştık, hem de yolsuzluğa ilişkin söylemindeki vurgu değişikliğini sorduk...
Siz, bugün cumhurbaşkanı olsaydınız Devlet Denetleme Kurulu’nu (DDK) ne için kullanırdınız?
En acil konulardan biri bazı hükümet üyelerinin ve yakınlarının içinde bulunduğu yolsuzluk ve hırsızlık mevzuları. Bu konuda hükümetin başka iddiaları var, ortaya çıkan deliller başka şeyler söylüyor. DDK’yı, bu mevzunun hızla araştırılması için devreye koyardım. Ayrıca, Sivas, Çorum, Maraş, Dersim katliamı gibi, köy yakma, faili meçhuller gibi, geçmişle yüzleşme mevzularının objektif olarak araştırılması için devreye koyabilirdim. Özellikle Gezi direnişi ve sonrasında yaşanan, halka yönelik baskı, şiddet, öldürme olaylarıyla ilgili devreye koyardım. Soma katliamıyla ilgili acilen devreye koyardım. Kadın cinayetlerinin üzerine gidilmediğini düşünüyorum, DDK’yı bunun için de işletebilirdim. Ama önerimizde de var, halk denetleme kurulunun da mutlaka inşa edilmesi lazım, asıl işler halk denetleme kurulunun önüne gitmeli.
Halk Denetleme Kurulu ne yapacak?
Toplumun her kesiminden, âkil, vicdanlı kadın ve erkeklerden bir halk denetleme kurulu oluşursa önemli meselelerde, cumhurbaşkanı adına bu halk denetleme kurulu müdahil olabilir. Barışın inşasında, toplumsal gerilimin azaltılmasında veya bazı konularda suçluların teşhir edilmesinde daha etkili bir mekanizma olur.
DDK’yı hırsızlık mevzusu için işleteceğinizi söylediniz için ama devlet içindeki yapılanmayı araştırmak için kullanacağınızı söylemediniz. 30 Mart öncesinde sanki iki meseleye de eşit vurgu yapıyordunuz, yanılıyor muyum?
Soruyu öyle sorsaydınız, kesinlikle onu söylerdim. “Bu konuda başka iddialar var, deliller başka şeyler söylüyor” dedim zaten. Eskisine göre hiç farklı düşünmüyorum. Hâlâ “Bu operasyonlar, tamamen hırsızlıklara karşı vicdani bir şeydi” demiyorum. Hala “Siyasi amaç güden belli bir çevre var” diyorum. Başbakan, cemaatin bizzat kendisinin paralel yapı olduğunu iddia etti, ben bunu cemaat olarak tanımlamadım sadece. Ben, bir derin devlet yapılanmasının Türkiye’de var olduğunu yaşayarak öğrenmiş bir kişiyim, bunun yıllardır mağduriyetini yaşamış bir halkın temsilcisiyim. Ama bu, hükümeti temize çıkarmaz. Ortada büyük bir hırsızlık, yolsuzluk da var. Bunun soruşturulması, adil bir yargılamayla suçluların ortaya çıkarılması lazım.
Kampanyanızdaki en dikkat çeken sloganlardan biri “Bağlamadan başka şey çalmıyorum.” Yolsuzluğa vurgu yapıyorsunuz...
Evet, “Devleti yönetenler, devlet ait imkânları şahsı için kullanır ve hırsızlık yaparlar, bu da normaldir” gibi bir algı yaratılmaya çalışıyor. Bu algıya gönderme yapmak istedim.
30 Mart seçimlerinde bu tür sloganlar öne çıkmıyordu, HDP’nin kampanyasında. Bu konuya dair söyleminizde bir değişiklik oldu mu?
Düşüncemde bir değişlik olmadı ama evet, söylemimde bir değişiklik oldu. Bunun nedeni, Başbakan’ın ve hükümetin tutumudur. Çünkü Başbakan paralel devlete dair ciddi iddialarda bulundu, ama aradan aylar geçmesine rağmen tek bir kanıt ortaya koyamadı. Başbakan bu konudaki inandırıcılığını yitirdi. “Paralel yapı eşittir cemaat” havada kalan bir iddiaya dönüştü. Ortada, hırsızlık iddiaları ciddi olarak kaldı. Altını çizerek belirtiyorum, ben paralel yapının, derin devletin var olduğunu biliyorum. Fakat, Başbakan’ın, bu söylemi, hırsızlığı örtmek için kullandığı algısı geçen zamanla birlikte daha da güçlenmiş oldu.
Paralel yapı varsa hükümet neden ortaya çıkarmıyor?
Bence paralel yapıyla hükümetin ciddi bir işbirliği var. Başbakan bunları ortaya döktükçe, kendisinin paralel yapıyla ciddi ortaklıklar yürüttüğü, ciddi çıkar ilişkilerine girdiği ortaya çıkacaktı. Bunu ortaya dökmek Başbakan açısından bir son olabilir, çünkü kendisinin de suçları ortaya çıkabilir.
CHP’li seçmen umudu bizde görebilir
CHP’nin adayıyla size oy vermek arasında kalmış çok CHP’li var. Niçin oy versinler size?
Eğer insanların fikirleri değişmiyor olsaydı, dünyada ilk oy alan parti şu anda da var olurdu. İnsanlar fikirleri değişir, partilerini değiştirebilirler. CHP, o seçmenin düşüncelerini, yaşam tarzını, gelecek vizyonunu karşılamayabilir. O seçmen, umudu, heyecanı bizde görebilir. Bu, bir AK Partili için de MHP’li için de geçerli. Biz daha özgürlükçüyüz, demokrasiye bağlılığımız köklü ve derin. Değişime çok daha açığız, yanlış yaptığımızda hemen kabul edip doğrusunu yapabilecek özgüvenimiz var.
Ve özgürlükçü laikliği savunuyoruz, laikçiliği değil. Bütün inançlara, değerlere sahip çıkılmasını ama herkesin de yaşam tarzının korunmasını aynı anda savunabiliyoruz.
Sadece koltuğu kazanmak yetmez
Yerel seçimler öncesinde batıda bazı yerlerde HDP bürolarına saldırılar oldu, seçim çalışmaları engellendi. Bu seçimlerde bu sorunlarla nasıl baş edeceksiniz?
Bir kışkırtma var. Başbakan’ın diğer adaylara, diğer adayları destekleyen partilere karşı kullandığı dil, çok kışkırtıcı. Ama “Ey CHP’liler,” “Ey HDP’liler” demek, bütün o kitleyi şeytanlaştırmaya çalıştırmak, insanları birbirini linç edecek hale getirmek kimseye yarar sağlamıyor. Başbakan bundan besleniyor ama Türkiye kaybediyor. Ben diğer parti seçmenlerini ötekileştirmeden bir siyaset dili kurmaya çalışıyorum. Başbakan’ın tüm çabalarına rağmen, gittiğim her yerde halkın çok sağduyulu olduğunu görüyorum. Türkiye’nin batısında artık bizi dinleyemeye hazır çok daha fazla insan var. İnsanlar kavgasız siyaseti, kardeşçe bir gelecek kurmaya çalışan siyaseti özlediler. Batıdan da, güneyden, kuzeyden, Trakya’dan da çok oy alacağımızı düşünüyorum.
İzmir’de, Bursa’da, Manisa’da da miting yapacak mısınız?
Tabii ki. 25 civarında ilde mitingimiz olacak. Bunlar Türkiye’nin her yerine yayılmış mitingler olacak. Ve ilkesel bir duruşumuz olacak; doğuda batıda ayrı ayrı konuşmayacağız. Her yerde Türkiye’yi kucaklayan mesajlar vermeye devam edeceğiz. Bu dilin, bu duygunun gelişmesi bile bizim açımızdan bir kazanımdır. Koltuğu kazanmak tek başına yetmez, ilkelerinden vazgeçmeden kazanmak önemlidir. Bizim için siyasette kazanmak, ilkelerini toplumda kabul edilir hale getirmektir CHP-MHP çizgisinden de farkımız odur; Erdoğan’a karşı daha fazla oy almak için ilkelerden vazgeçmek bizim için kazanmak değildir.
Sınır çizmek, son çare...
Sizce Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olamaması, çözüm sürecini nasıl etkiler?
Çözüm sürecinin en hızlı ilerleyebileceği durum, benim kazandığım durumdur. Fakat diğer iki adaydan, hangisi kazanırsa kazansın, çözüm sürecinin sekteye uğrayacağını düşünmüyorum. Çünkü çözüm sürecinin yasal altyapısı var, toplumsal desteği var. Başbakan’ın iki dudağı arasında değil. Ben, Ekmeleddin Bey ya da Tayyip Erdoğan... Halk barış istediği müddetçe, cumhurbaşkanı bunu gerçekleştirmek zorundadır.
Çözüm süreci nasıl gidiyor? Geri çekilme tekrara ne zaman başlayacak?
Bunlar cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra biraz daha net konuşulabilir, çünkü hükümetin yasa taslakları hazırladığı, Başbakan Yardımcısı tarafından açıklandı. Kamuoyunun da beklentisi bu. Barış isteyenler, somut ilerleme bekliyor.
Irak Kürtleri de, Suriye Kürtleri de bağımsızlık yolunda ilerliyor. Türkiye Kürtleri statü olarak onların gerisinde kalmayı kabul eder mi?
Önemli olan yaşadığınız ülkede ve devlette ne kadar insan onuruna layık şekilde yaşamanızdır. İnsan onuru; kimliğin kabul edilmesini de içerir, yönetime katılma hakkını da, ekonomik olarak nasıl bir düzeyde yaşadığınızı da... Bunları bir devlet içinde karşılayabiliyor-sanız; yani yönetime ortak olabiliyorsanız, kimliğinizi yaşatabiliyorsanız ve devletin ekonomik gücünden eşit derecede faydalanabiliyorsanız, statünüz karşılanmış demektir. Ama eğer, bir devlette bu üç başlıkta da size adaletsizlik ve haksızlık yapılıyorsa, işte o zaman ayrılma hakkınız doğar. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı budur zaten.
Türkiye içerisindeki Kürtler de, sınırlar içinde bu ihtiyaçlarını karşılıyorsa, statüleri diğer Kürtlerden aşağıda denilmemelidir. Statü ille sınır çekip kendi devletini yaratmak değildir. O da bir yöntemdir, hiçbir çare yoksa onu yapacak tabii ki Kürtler. Ama birlikte yaşam seçenekleri varsa bu da saygın bir statüdür.
İki ayda bir, tam gün gençlerle...
Tüm adaylar cumhurbaşkanı olduklarında “halkın başkanı” olacağını söylüyor. Siz, somut olarak ne yapacaksınız bunun için?
Şu anda cumhurbaşkanı bir karar alırken, Başbakan’la görüşüyor, belki MGK’yla tartışıyor, bir de danışmanları var etrafında... Halkı tartışma sürecine kattığı, katabildiği hiç bir mekanizma yok. İsmi halk başkanı olan birisi için bu bir çelişki. Bizim önerimiz şudur: Cumhurbaşkanı kendisiyle birlikte çalışan cumhur meclislerinin kurulmasını destekleyebilir ve önerebilir.
Nedir bu cumhur meclisleri?
Türkiye’de çok değişik kesimlerden, değişik kimliklerden gençlerin kendi içinden 30 kişilik bir gençlik meclisi oluşturduğunu düşünün. Kadınlar, hakeza aynı şekilde. Çevre meclisi, inançlar meclisi gibi meclisler de oluşabilir. Ve bunlar formalite olarak kalmazlar. İki ayda bir, tam gün boyunca cumhurbaşkanıyla tartışırlar. Herkes kendi sorunlarını, çözüm önerilerini cumhurbaşkanına aktarır. Şu anda MGK toplantıları periyodik yapılıyor. MGK kalkmalı, onun yerine halk meclisleriyle cumhur-başkanı toplantı yapmalı.
Somut olarak ne meclisleri olacak bunlar?
Çevre ekoloji; kadın ve cinsiyet kimliği; inanç ve kimlik; işçi ve emek meclisleri... Bu meclislerin yanında Cumhurbaşkanı sokağa, yerele çok daha fazla gitmeli. Halkın sorunlarını görünür hale getirmeli ve çözüm için gücünü kullanmalı.
Örneğin, bir kadının aile içi şiddete maruz kaldığı duyulduğunda cumhurbaşkanı zaman kaybetmeden gitmeli, sorunla orada ilgilenmeli. Bir işçi grevini ziyaret etmeli, işçilerin derdi ne, görünür hale getirmeli. Çevre katliamı yaşanıyorsa bir yerde, orada olmalı. Bir kadın başörtüsü nedeniyle, işyerinde ayrımcılığa uğruyorsa bizatihi o işyerine gitmeli ve kadını orada dinlemeli. Bir Alevi yaşadığı mahallede ayrımcılığa uğradığını hissediyorsa, kendisini baskı altında hissediyorsa cumhurbaşkanı onun yanında olmalı...
Bu insanların sorunlarını çözebilir mi cumhurbaşkanı?
Elbette herkese çözüm gücü olmaz, ama herkesin sorunun çözümü için parlamentoyu, hükümeti baskı altına alabilir, demokratik mekanizmaların işlemesine yardımcı olabilir. Böyle bir cumhurbaşkanı uluslararası kamuoyu nezdinde de saygınlığı çok daha güçlü bir cumhurbaşkanı olur. O zaman İsrail’e “Öldürme”, Esad’a “Katliam yapma” dediğinde daha dikkate alınan bir cumhurbaşkanı olur. Dış dünyaya, kardeşlik ve barış mesajları çok daha anlamlı olur.