Yaşam

Banu Güven konser verecek

Haberci Banu Güven jazz ve bluesdan oluşan repertuvarı ile ilk kez sahneye çıkıyor

13 Temmuz 2014 16:53

Uzun süre NTV’de yer alan, şu anda IMC TV’de bir ana haber bülteni hazırlayan Banu Güven 18 Temmuz akşamı Nardiss Jazz Club'da ilk kez konser verecek. Habercilikte 20 yılını geride bırakan Banu Güven, “Haber benim bir parçam ama sahne benim özgürlüğüm. Kamera önü değil sahne tercihim” dedi.

“Medya hiç bir zaman benim hayal ettiğim bir çizgide olmadı. Çünkü Türkiye'nin genel bir demokrasi sorunu var. Bu memleketin demokrasi kültürünü, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü zedeleyen bir takım gelenekler daha da güçlenerek devam etti ve Erdoğan iktidarıyla başka bir mertebeye taşındı” ifadelerini kullandı.  Yurt gazetesinden Selin Sayar’a konuşan Banu Güven’in söyleşisi şöyle:

Herkes sizi yıllardır başarılı bir gazeteci olarak tanısa da, şimdi müzikle karşımızdasınız. Cazla nasıl tanıştınız?

Cazı ilk kez Ella Fitzgerald'la duydum. “Basin Street Blues”u söylüyordu. Orada Louis Armstrong taklidi yapar bir de. "Ne kadar tatlı, ne kadar neşe veren bir şey bu müzik" diye düşünüyordum hep. TRT 3'ün şu an olmayan o harika programlarını dinliyordum. Şebnem Tüfekçi, Yavuz Aydar ve Hülya Tunçağ benim hocalarım sayılırlar. Sonra “Billie Holiday var, tanıyor musun?” diye sordular. Bir anda kendimi Miles Davis konserlerinde buldum. İstanbul festivallerinde çok iyi müzisyenler çalıyordu. Geceden kuyruğa girip, bilet bulamadığım konserlere Açıkhava'nın tellerinde delik açmak suretiyle içeriye girdiğimi hatırlarım.

 

‘Müzisyen olmayı çok isterdim’

 

Sahneye çıkmanıza kimler ön ayak oldu?

Ben yıllarca gece programları yaptım. Nardiss Jazz Club, o zamanlar yeni açılmıştı. İşten dolayı gidemiyordum ama ne olup bittiğini hep takipteydim. Sonra Sibel Köse'nin bir atölyesi olduğunu öğrendim. Bir zaman sonra oraya gitmeye başladım. Sibel Köse gibi insanların elime değmesi büyük bir ayrıcalık benim için. İlk başta sevdiğim bir takım şarkıları duyduğum gibi söylemeye, daha sonra nasıl söylemem gerektiğini öğrenmeye çalıştım. Önce standardı öğrenmek, daha sonra kendinizi geliştirmek zorundasınız ki özgürleşebilin... Müzisyen olmak isterdim ben. Ama müzisyenlerin hayatı çok zor. Çünkü müzik de bugün klibiyle, görünüşüyle paket halinde satılıyor. Caz o yüzden apayrı bir yerde duruyor; yüksek bir müzik.

18 Temmuz'da ilk kez Nardiss Jazz Club'da konser vereceksiniz. Konser fikri nasıl ortaya çıktı?

Ben zeki ama tembel öğrenci grubundanım sanırım. Bir gün Sibel Köse, Zuhal Focan, üçümüz birlikteyken, Sibel “Ee ne zaman yapıyoruz sahneyi?” diye sordu. “Yapıyoruz, yapacağız” derken bir yıl geçti. En sonunda “Tamam, yapıyorum!” dedim. “Ne zaman? Bak tarih veririm” dedi ve 18 Temmuz belirlendi. Şaka bir yana, canıma minnet tabii... 

Nasıl bir repertuvar hazırladınız?

Standartlar olacak. İçinde biraz blues var. Bolero var, Kübalı dünya tatlısı bir kadının bestesi, Maria Teresa Vera diye. Billie Holiday'in söylediği bir şarkı var. Ve tabii Swing ile balatlar... Bütün bu müzikleri söyleyen sanatçılara bakıyorum, o kadar özgürler ki... Bu çok değerli bir şey. Çünkü sahnedesin ve herkes senin ağzının içine bakıyor ne çıkacak diye. Orada doğaçlama olarak, o özgür ruhla standartı çeşitlemek, önemli ve zevk veren bir beceri.

Şarkılara kendi yorumunuzu katıyor musunuz?

Bunu söylemek için çok erken ama ben kulağa güzel bir şeyler gelsin istiyorum. Zaten şarkılar çok güzel, ben de güzel söyleyebilirsem tamamdır. Güzel şarkı söylemek sadece sesin rengiyle, ses aralığıyla, ne kadar tize çıkabildiğinle alakalı değil diye düşünüyorum. Teknik işlerin dışında ruhla ilgili bir şey aynı zamanda.

Kamera önü mü, sahne mi?

Kamera önü hiç değil. Sahne evet. Çünkü haber benim bir parçam ama müzik, dedim ya, özgürlüğüm. Tabii sahnedeyken de hiç bir icra aynı olmuyor. Orada öyle bir akış var ki... Mesela birlikte çıkacağım müzisyen arkadaşlarımın sahnede bana verdikleri bir notayla bir anda çok farklı bir duyguya girebiliriz. Provada yapmadığımız bir şey yapabiliriz. Bütün bunlar o an, spontane gelişen ve eğlenceli işler. Piyanist arkadaşım Kürşat Deniz'in çok emeği geçmiştir bu işte. Sırtımı biraz da ona dayıyorum açıkçası. Fatih Çakmak ise beni teknik olarak geliştiriyor. Nardiss de çok önemli bir yer tabii. Memlekette, İstanbul'da cazın yuvası. Orada kendimi evimde gibi hissediyorum.

Haberciliğe dönecek olursak... IMC nasıl gidiyor?

IMC TV'de ana haber bülteni hazırlıyorum, “Banu Güven Artı Haber” adında. Bir Roboski belgeseli çektik. Onun dışında özel söyleşiler var. IMC, işe küçük başlamış ama birçok değeri prensip olarak önüne koymuş ve bunların peşinden gitmeye yeminli bir kanal. Hak haberciliği yapıyoruz. Tek yeşil bülteni, tek mor bülteni olan kanal şu an. Haber yayıncılığı operasyonel bir
iş. Hem tecrübe hem yaratıcılık hem de kaynak ister. Bunların hepsini bir araya getirmeye çalışıyoruz. “Bu memlekette çok kolay gündemden düşen haberlerin takibindeyiz” diyerek gidiyoruz peşinden. İş cinayetlerini hiç bir zaman unutmuyoruz. Mesela yarın, bu memleketin en ciddi iş cinayetlerinden biri olan Davutpaşa'daki maytap atölyesinde yaşanan patlamanın karar duruşması var. Bu akşamki programın konusu Davutpaşa. İzleyiciden de güzel tepkiler alıyoruz.

 

‘Medya hiç hayal ettiğim çizgide olmadı’

 

Gazeteciliğe başladığınız ilk yıllarda sizinle röportaj yapıyor olsaydık, genç bir muhabir olarak Türkiye basınının geleceği hakkında nasıl bir öngörüde bulunurdunuz?

80'lerin sonunda basın kültüründe yine bir otosansür vardı. Kürt meselesine dair sıkıntılı bir dönemdi. Çok az gazetede Kürt meselesinin gerçek boyutlarını görebiliyorduk. Ana akım medyada milliyetçi damar yaygındı. Memlekette yine hak, hukuk ve özgürlük ihlalleri vardı. Kaldı ki şuanda darbenin yargılandığı bir dönemdeyiz ama o hak ihlallerine dair açılmış davalar hala sonuca ulaşabilmiş değil. 90'lara geldik, faili meçhuller yaşanmaya başladı. Memleketin bir yanında kirli bir savaş yaşanıyorken, diğer taraf bunu büyük ölçüde görmedi. Kulağına çalındığı zamanda da konforunu bozmak istemedi. Şu an konjonktürel bir biçimde nelerin konuşulup konuşulamayacağının belirlendiği bir dönemden geçiyoruz. Hükümetin politikaları neleri gerektiriyorsa basın da bugün onu yapıyor.

Şunu açıkça söyleyebilirim ki, medya hiç bir zaman benim hayal ettiğim bir çizgide olmadı. Çünkü Türkiye'nin genel bir demokrasi sorunu var. Bu memleketin demokrasi kültürünü, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü zedeleyen bir takım gelenekler daha da güçlenerek devam etti ve Erdoğan iktidarıyla başka bir mertebeye taşındı.

“Pamukova tren kazasından sonra basın hizaya çekildi NTV'deki 14 yılınız nasıl geçti?

NTV'nin kurulduğu ilk zamanlarda katılmıştım ben de ekibe. Oradaki herkes el birliğiyle, taş taş üstüne koyarak harika bir haber kanalı yaptık. Düşünüyorum da, o NTV çok güzel bir NTV'ydi... 

Bu güzel hava ne zamana kadar böyle devam etti?

Her zaman iktidarların baskısı medyaya yansır ama 2004'de yaşanan Pamukova tren kazası bir milattır. Kazadan sonra ben kısa bir tatile çıkmıştım ve o dönem “Neden artık canlı yayınlar yok?” diye sorduğumda, iktidarın bu yayınları istemediği söylenmişti. O zaman bütün basın hizaya çekildi işte. 

Gezi Parkı protestolarının ardından medyada büyük bir tasfiye başladı. Siz Gezi döneminde NTV'de olsaydınız ne yapardınız?

Gezi Parkı döneminde ben NTV'de olamazdım diye düşünüyorum, bırakırdım herhalde. Çünkü günün sonunda “Bugün gazeteci olarak ne yaptım?” sorusuna gönül rahatlığıyla cevap verebilmek için çalıştım onca sene. Erdoğan iktidarı, güçlendiğini hissettikçe daha da fazlasını istedi. Muktedir hissettiğinde kimseye müsamaha göstermek gibi bir derdi kalmadı. Önümüzde çok önemli bir seçim var.

Cumhurbaşkanlığı da ayrı bir önem arz ediyor ancak asıl dikkat çekilmesi gereken 2015 Genel Seçimleri. 2015'e girerken medyanın daha acayip baskılarla karşılaşabileceğini öngörebiliriz. Rıdvan Akar da geçenlerde tasarruf gerekçesiyle işten çıkartıldı. Böyle bir gazeteciyi işten çıkartarak neyden tasarruf edildiği çok açık. 

Sizce “özgür basın” nasıl mümkün olabilir?

Daha çok katılımla fonlanan, desteklenen medya kuruluşları, daha özgürlükçü yapılara ihtiyaç var. Şu an tek çıkış yolu bu ama ne yazık ki kimse elini taşın altına sokmuyor. Kaç tane bağımsız kuruluş söz konusu? Yok denecek kadar az.