Doç. Dr. Emel Aközer
Bilindiği gibi 11 Mart 2017’de, “Anayasa değişikliği ve Cumhurbaşkanlığı sistemi” referandumu için seçim kampanyası yapmak üzere maiyetiyle birlikte Hollanda’ya çıkarma yapmaya hazırlanan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun uçağının uçuş izni iptal edildi. Ardından, karayoluyla Hollanda'ya geçen ve Rotterdam'daki Türkiye Başkonsolosluğu'na gitmek isteyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Fatma Betül Sayan Kaya'nın da konsolosluğa girişine izin verilmedi ve “istenmeyen yabancı” olarak sınır dışı edildi.
Kaya’nın Rotterdam’da Hollanda polisi karşısında sergilediği duruş gerçekten pek etkileyiciydi: Konsolosluk binasına girişine izin verilene kadar bekleyeceğini söylüyor, Hollanda'yı insan haklarını ihlal etmekle suçluyor, "İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, hareket... Şu an bunların hepsi askıya alınmış durumda" diyordu. Ayrıca Twitter hesabından Hollanda’yı şöyle kınadı:
Bakanın daha sonra yaptığı şu açıklama da 14 Mart günü haber oldu:
“Eğer ki bana Ankara'dan Sayın Cumhurbaşkanımızdan 'Artık dönebilirsin' denilmeseydi ben orada ölecektim ve oradan ayrılmayacaktım. Bundan emin olabilirsiniz. BAZEN DEVLET, MİLLET HER ŞEYİN ÖNÜNE GEÇİYOR."
İlginçtir ki daha birkaç ay önce, Aralık 2016’da, aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin (PVV) kurucusu ve lideri, popülist İslam karşıtı siyasetçi Geert Wilders, Hollanda’da nefret söylemi suçundan hüküm giydiğinde, televizyon kameralarının karşısında tıpkı Sayan Kaya gibi inançlı ve dramatik bir biçimde ifade özgürlüğü savunmuştu. Wilders şöyle demişti:
“Değerli arkadaşlarım, hâlâ inanamıyorum ama az önce hüküm giydim. Çünkü Faslılar hakkında bir soru sormuştum. Daha önceki gün çok sayıda Faslı mülteci Emmen’de otobüslerde terör estirmiş ve bunun için para cezası bile ödemeleri gerekmemişken. . . Faslılar konusunda [daha çok mu, daha az mı Faslı istediğimiz konusunda] bir soru soran bir siyasetçi hüküm giymiştir. HOLLANDA HASTA BİR ÜLKE HALİNE GELMİŞTİR. Beni suçlu bulan yargıçlara bir sözüm var: SİZ MİLYONLARCA HOLLANDALI’NIN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KISITLAMIŞ VE BÖYLECE HERKESİ SUÇLU BULMUŞ OLDUNUZ. Artık size hiç kimse güvenemez. Ama ne talihliyiz ki HAKİKAT VE ÖZGÜRLÜK SİZDEN DAHA GÜÇLÜDÜR. Bu nedenle ben de sizden daha güçlüyüm. Hiçbir zaman sessiz kalmayacağım. Beni susturmayı başaramayacaksınız..."
İnsan hakları ve temel özgürlüklerden bütünüyle habersiz kişilerin yaşadığı tek ülke kuşkusuz Türkiye değildir. Türkiye bu konuda çifte standartlılığın, iki yüzlülüğün olduğu tek ülke de değildir. Bakan Sayan Kaya’yı ve Hollanda’da iktidar talibi Wilders’ı, insan hakları ve temel özgürlükler konusunda en azından fikir sahibi olanlar grubuna dahil etmek yanlış olmaz. Kendi ifade özgürlükleri konusunda, kendileri gibi düşünen kişi ve grupların ifade özgürlükleri konusunda son derecede hassas oldukları açıktır. Ne var ki her ikisinin de bu konuda sergiledikleri çifte standartlılıktır.
Wilders’la ilgili dava konusu şuydu: 2014’te Lahey’de bir kafede taraftarlarına Hollanda’da daha çok mu daha az mı Faslı istediklerini sormuş, taraftarlarından yükselen “daha az, daha az, daha az” sloganları eşliğindeki taşkınlık gösterisinden memnun, “Gerekeni yapacağız!” sözü vermişti. Wilders’ı hakaretten ve ayrımcılığı teşvikten suçlu bulan Hollanda mahkemesi özellikle bu kışkırtma üzerinde durmuştu.
Wilders davayı, ifade özgürlüğünü tehlikeye atan siyasi amaçlı bir “maskaralık” olarak nitelendiriyordu. Oysa Yargıç Steenhuis, kararı bildirmeden önce bu davada yargılananın ifade özgürlüğü olmadığını, ifade özgürlüğünün demokratik toplumun temel taşlarından biri olduğu vurgulayarak şunu ekleyecekti:
“İfade özgürlüğüne, örneğin başkalarının haklarını ve özgürlüklerini korumak için sınır getirilebilir, bu davanın konusu budur.”*
Bakan Sayan Kaya, Wilders gibi yabancılara karşı hakaret, ayrımcılığı teşvik ya da benzeri nedenlerle hüküm giymiş türden bir ifade özgürlüğü savunucusu değildir. Onun durumu biraz daha karmaşıktır.
Bakan Sayan Kaya, örneğin kısa bir süre önce kendi ülkesinde 7 Şubat 2007 tarihli ve 686 sayılı KHK’ya adı eklenerek üniversitesindeki Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığı görevinden ihraç edilen, öğretim üyeliği görevine ve devlet memurluğuna son verilen, üstelik pasaportu da iptal edilerek, yurtdışında saygın bir üniversitede konuk öğretim üyesi olarak görevini sürdürmesi engellenen saygın bir bilim insanının insan haklarını ve temel özgürlüklerini pek öyle umursamış görünmemektedir. Bakanlar Kurulu’nun bir üyesi olarak Sayan Kaya’nın da söz konusu kararnamede imzası vardır. Zamanını ve enerjisini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olarak göreviyle hiçbir ilişkisi olmayan, uzmanı da olmadığı bir konuda ajitasyon propaganda çalışmalarına hasretmeden önce, daha 10 Şubat 2017’de “kurşunlayıp öldürseler daha az etkilerdi” demiş olan aynı anayasa hukuku profesörü insan hakları savunucusunun anayasa değişikliğine ve cumhurbaşkanlığı sistemine neden “hayır” dediğini okumaya da zaman ayırmış mıdır?
Bakan Sayan Kaya’nın insan haklarını ve temel özgürlüklerini umursamadığı kişiler sadece anayasaya değişikliğini ve cumhurbaşkanlığı sistemini eleştirme cesareti gösterenler değildir. Ne yazıktır ki Bakan Sayan Kaya, örneğin Kasım 2016’da AKP’li bir grup milletvekilinin cinsel istismar suçlarında “mağdurla istismara uğrayan çocukla failin evlenmesi durumunda” failin cezasının infazının ertelenmesini içeren önergesi karşısında sessiz kalabilmiştir. Kendi partisindeki kadınlardan yükselen eleştiriler karşısında bile, önergeyi savunmayı sürdüren amiri Başbakan Binali Yıldırım ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile aynı safta yer alabilmiş, önerge ilgili komisyona geri çekildikten sonra dahi, ileride “toplumsal mutabakatla” hayata geçirmek istediklerini söyleyebilmiştir. Sayan Kaya’nın da aralarında yer aldığı bir grup AKP’li “toplumsal mutabakat” sağlanması halinde çocuğun insan onurunun çiğnenmesine, yetişkinliğe bir köle olarak adım atmasına hukuki destek sağlanabileceğini düşünebilmektedirler.
Gerçekte insan haklarımızın ve temel özgürlüklerimizin korunmasını, bilişsel ve ahlaki gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun bir şahsın insafına bırakan bir anayasa değişikliği ve cumhurbaşkanlığı sistemi için “toplumsal mutabakat” aramak farklı bir şey midir? Bu türden yaklaşımlar için kullanılabilecek teknik terim şudur: İLKESİZLİK. İlke sahibi olmak, aksi yönde toplumsal mutabakat olduğu durumlar dahil, her durumda bir çocuğun insan onurunu, ülkemizin ve başka ülkelerin çocuklarının insan onurunu sonuna kadar savunabilmektir. . . Özellikle de, görevi yasada (KHK No 633, 03.06. 2011, Madde 2/1/c) “çocukların her türlü ihmal ve istismardan korunarak sağlıklı gelişimini temin etmek” şeklinde tanımlanan bir bakanlığın başındaki kişi açısından ilke sahibi olmak, gerektiğinde, çağcıl devletin temel işlevinin biz insanların insan olarak haklarımızı ve temel özgürlüklerimizi korumak olduğunu cesaretle dile getirebilmektir.
Bakan Sayan Kaya’nın partisinde sözü geçen bir gruba ya da amirlerine bağlılığının ya da çocuk istismarcısı “mağdurlar” grubuna duyduğu merhametin çocukların insan onuruna duyması gereken saygının önüne geçtiği açıktır. Üstelik öyle anlaşılmaktadır ki, mağdurla faili evlendirerek, dolayısıyla istismarın yasaya uygun olarak sürmesinin yolunu açarak adalet sağlanabileceğini düşünebilmekte, buna karşılık çocukların insan onurunun korunamadığı bir ülkede ne tür bir adaletten söz edilebileceğini, çağcıl bir devletin varlığından söz edilip edilemeyeceğini düşünememektedir. Dahası, çocuklara yönelik cinsel suçları önleme konusunda Türkiye’deki yasaların yeterli olduğunu savunabilmekte, çocuklara mahremiyet eğitimi vererek sorunun çözebileceğini sanmaktadır.
Burada kamu hizmetinde görevin gerektirdiği niteliklere uygun olma (liyakat ya da yetkinlik) ilkesinin ihlali üzerinde de durmak gerekir ama bu Bakan’ı dolaylı olarak ilgilendiren ve ayrıca ele alınması gereken bir konudur.
Bakan Sayan Kaya’nın, örneğin “Kadınlara nasıl davranılacağını BİZE öğretmeye kalkışan Avrupa'da, gayri insani muamele gördüm!” sözlerinin yansıttığı bakış açısı da kendisinin muhtemelen pek farkında olamadığı bir liyakat sorununa işaret etmektedir. Yetkin olmadığı konularda söz söylemeye kalkıştığında her insanın başına gelebilecek bir tür kafa karışıklığı da söz konusu olabilir: Kadınların ve çocukların “insan” olmaları dolayısıyla sahip oldukları insan haklarını “Avrupa”nın öğretmeye kalkıştığı “biz” kimdir? Kadınların ve çocukların “insan olarak” haklarının ihlal edilmesine, son zamanlarda Başbakan Yıldırım’ın çok rağbet ettiği tarzda bir akıl yürütmeyle, “Avrupa” veya terör örgütleri “hayır” dediği için mi “hayır” denilememektedir? “Avrupa” kimdir? Bakan Sayan Kaya gibi Hollanda tarafından ifade özgürlüğünün kısıtlandığını, mağdur edildiğini öne süren PVV lideri Wilders ya da benzerleri midir? İnsan hakları düşüncesinin hangi kıtada ortaya çıkıp geliştiği önemli midir? Bakan Sayan Kaya idam cezasının geri getirilmesi konusunda toplumsal mutabakat sağlamak amacıyla , hepimizin gözleri önünde, sokaklarda ve meydanlarda propagandası yapılan “göze göz dişe diş ahlakı”nın insan türünün kültürel evrimi içinde ne zaman ortaya çıktığının ve ne zaman kadük olduğunun farkında mıdır? İnsanın ahlaki gelişiminin en düşük seviyesine karşılık gelen bu “ahlak”ın aynı zamanda her türlü şiddetin ve terörün kaynağı olduğunu bilmemesi mümkün müdür?
Burada üzerinde durmak istediğim soru şudur: AKP’li Bakan Sayan Kaya ve PVV lideri Wilders gibi çifte standart sergileyen ifade özgürlüğü savunucuları, eğer sözlerinde ve davranışlarında samimiyseler, eğer amaçları ajitasyon propaganda faaliyetleri çerçevesinde, pekala bildikleri ama hiçbir şekilde tanımadıkları insan haklarının ateşli savunucuları gibi görünerek, göz boyayarak, sansasyon yaratarak başkalarının iktidar hırslarının aracı olmak ya da kendilerini iktidara taşımak değilse, kısacası ikiyüzlü değilseler, çifte standartlı olmalarının nedeni ne olabilir?
“İlkesizlik” ilk akla gelen nedenlerden biridir. Ne var ki ilkesizliğin de başka nedenleri olabilir. Bence insan hakları konusunda ilkesizliğin başlıca nedeni, bir insan hakkı olarak “eğitim”den gerektiği gibi yararlanamamış olmaktır.
Ortaöğretimini bitirdikten sonra Hollanda’da bir üniversitede bir dizi hukuk dersi aldığı bilinen PVV lideri Wilders’ın ya da ondan daha iyisini başarıp iki üniversite bitiren, bir mühendis ve hekim olan AKP’li Bakan Sayan Kaya’nın söz konusu haktan gerektiği gibi yararlanamadığını öne sürmek ilk bakışta tuhaf görünebilir ama bu mümkündür. . . Şunu da belirtmek gerekir: Bu haktan yararlanamamış olmak, yararlanamamış olanların suçu değildir her zaman. Hollanda’da insan hakları eğitimi konusunda bilgi sahibi değilim (Wilders’ın yaklaşımı esas olarak ikiyüzlü bağnazlığın bir örneği olabilir). Ama Türkiye’de öğretimin herhangi bir seviyesinde eğitim hakkından gerektiği gibi yararlanma olanağının her zaman herkese sunulamadığı bilinmeyen bir şey değildir. Çocukların ve gençlerin çoğu zaman itaat kültürünün normlarına uygun yetiştirildikleri de...
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948’te ilan edilen ve Türkiye’de 27 Mayıs 1949’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, tüm diğer insan hakları gibi “evrensel” olan “eğitim hakkı” şöyle ifade edilmiştir:
“Madde 26. 2: Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır.
Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu yerleştirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki etkinliklerini güçlendirmelidir.”
Bu haktan yeterince yararlanamamış olmak, aynı zamanda örneğin Bildirge’nin şu iki maddesinin farkında olmamak demektir.
“Madde 1. Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.
Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.”
“Madde 2. 1. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken,mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.”
Eğitim hakkından yeterince yararlanamamış olmak ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ne başını ne de sonunu bilmek,
- insan haklarının “evrensel” olmasının ne anlama geldiğini kavrayamamış olmak,
- tutarlı olamamak, bir taraftan haktan özgürlükten söz ederken bir taraftan da göz göre göre başkalarının haklarını özgürlüklerini ihlal etmek ya da bu ihlallere ortak olmak,
- bu tutarsızlıkla, kendi insan haklarını (ya da siyasi yandaşlarının veya ait olduğu insan topluluğunun) insan haklarını savunabileceğine inanmak sonucunu doğurur.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin son maddesi şöyledir:
“Madde 30. Bu bildirgenin hiçbir hükmü, herhangi bir Devlet, grup ya da kişiye, burada belirtilen hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan herhangi bir etkinlikte ve eylemde bulunma hakkı verecek şekilde yorumlanamaz.”
Eğitim hakkından yararlanamış olmak bu son maddeyi dikkate almadan konuşmanın ya da davranmanın insanın kendi bindiği dalı kesmesi anlamına geldiğini öğrenememiş olmak demektir.
Son olarak, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kanaat ve ifade özgürlüğü konusundaki maddesini de dikkatle okumak yararlı olacaktır:
“Madde 19. Herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, müdahale olmaksızın kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırlarını gözetmeksizin bilgi ve fikirlere ulaşmaya çalışma, onları edinme ve yayma serbestliğini de kapsar.”
Eğitim hakkından yararlanamamış olmak ve itaat kültürü içinde yetişmek, aynı zamanda kanaat ve ifade özgürlüğü hakkının tanınmadığı talihsiz bir çocukluk geçirmiş, bağımsız düşünme, ilkeli davranma cesareti kırılmış olmak anlamına gelir.
Çocuklara ve gençlere insan haklarının evrenselliğinin anlamı, tutarlılığın önemi ve örneğin Bildirge’nin son maddesine aykırı davranmanın kendi bindiği dalı kesmek olduğu öğretilebilirse, günün birinde Hollanda’da ya da dünyanın başka ülkelerinde ifade özgürlüğüne sınır getirilmesini gerektiren durumlar da zamanla ortadan kalkabilir.
Kanaat ve ifade özgürlüğümüzü savunurken samimiysek eğer, doğru olan, ülkemizin insanlarının insan olmaktan kaynaklanan haklarının ve temel özgürlüklerinin korunmasını şahısların ya da imtiyazlı grupların insafına bırakma konusunda “toplumsal mutabakat” aramak değildir. Bu türden arayışlara “HAYIR” diyebilmektir. Çocuklarımıza ve gençlerimize, başkalarının kulu kölesi olarak değil, terörün ya da iktidar hırsına kapılmış şahısların aracı olarak değil, piyon ya da canlı bomba veya cellat olmaya, ölmeye ve öldürmeye özenen talihsiz aldatılmışlar olarak değil, “açık yürekli... Bakışları güneş kadar parlak,“* akıl ve vicdan sahibi, bağımsız düşünen, özgür ve sağlam karakterli kişiler olarak yetişmelerine imkân veren bir eğitim sunmaktır. Doğru olan, yaklaşık 93 yıl önce ““Türk Eğitim Sistemi Üzerine Esas Rapor ve Öneriler” başlıklı raporun da yazarı olan eğitimci ve düşünür John Dewey’nin şu uyarısını akıldan çıkarmamaktır:
“...gerçek anlamda eğitim, öğretim değildir; kişinin gelişiminin önünü açmaktır... eğitimin son mihenk taşı, ahlaki gelişim ile özgür ve sağlam bir karakter olduğu için, eğitimin başlıca amaçları bilişsel ve ahlaki gelişimdir... Ahlaki karakter kültürel normlara uymak ya da kültürel normların içselleştirilmesi değildir; ahlaki gelişim özgürlüktür, esaret değil."*
1) Yargıç Hendrik Steenhuis savcılığın 5000 € para cezası talebini geri çevirmiş ve demokratik yollardan seçilmiş bir siyasetçi için suçlu olduğu yönündeki kararın tek başına yeterli bir ceza olduğunu söylemişti.
2) Immanuel Kant (2007 [1803]). Lectures on pedagogy [Pedagoji dersleri]. G. Zöller & R. B. Louden (Editörler), Anthropology, history, and education (s. 434–485) (R. B. Louden, Çeviren). Cambridge: Cambridge University Press.
3) Aktaran Lawrence Kohlberg (1971, 7 Eylül). The Contribution of Developmental Psychology to Education--Examples from Moral Education. [Ahlaki gelişim psikolojisinin eğitime katkısı]. Address to American Psychological Association, Division of Educational Psychology, Washington. https://eric.ed.gov/?id=ED057919