Bağımsız Van Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Yıldıray Oğur’a mektup gönderdi. Tuğluk mektubunda, "Hiçbir duygudaşlık kalmamış bu ülkede. Siyasi parçalanma, psikolojik ayrışma, duygu olarak dağılma bu yaşadığımız. Gittikçe 'bölünüyoruz' aslında" dedi.
Tuğluk'un Taraf'ta yayımlanan mektubu aynen şöyle:
“Ortada konuşulmayan büyük bir şey varsa, başka önemli bir şey söylenemez.” (Spinoza Problemi kitabından)
21Ağustos 2012 tarihli “Gerillayla bayramlaşma kaçıncı gün” başlıklı yazınızı okurken Sayın Oğur, aklımda yazdıklarınız kadar yazmadıklarınız da kaldı. Siz belirtmemişsiniz, ben “gizli önerme”nizi yazıvereyim. Aslında diyorsunuz ki “Kürtler olmasaydı Kürt meselesi de olmazdı!”
Yazdıklarınızla devam edelim. PKK —ve silahlı mücadelesi— olmasaydı kirli ve derin çeteler olmaz, devlet bu denli ceberutlaşmazdı. Hâliyle 3500’e yakın köy yakılıp boşaltılmaz, binlerce yargısız infaz yapılmaz, Kürtler asit kuyularında eritilmez, toplu mezarlara gömülmezdi. Ve yine hâliyle Roboski gibi “kaza”lar olmaz, binlerce genç insanın ömrü cezaevlerinde çürütülmez, kadınların ırzına geçilmez, çocukların canı ecelsiz alınmazdı. Pozantı olmazdı mesela! O Pozantı ki tek başına isyan sebebiyken sizin kurguladığınız ol mantık (n)isyana davettir. Yani demeniz o ki; Ceylan Önkol ölmezdi PKK olmasaydı!..
İnkâr etmeyin lütfen. Siz öyle yazdınız, biz de böyle okuduk. Bu akıl, bu vicdan, bu mantık ve bu duygu yazınıza ait. 21 Ağustos 2012 tarihli gazetenizin köşesinde duruyor hâlâ. Keşke yazmasaydınız o talihsiz yazıyı demiyorum, diyemem. Vesile oldu, tartışıyoruz bir kez daha.
Bir kez daha anladım ki Sayın Oğur, bizler-sizler yani hepimiz Kürt sorununu ne kadar da yüzeysel, ne kadar da güncel, basit ve bir o kadar “Taraf” olarak hırslarla, hesaplarla; objektiflikten ve derinlikten uzak; sağa-sola çekerek, “gerçek”i değil “görüntü”yü tartışıp duruyoruz. Bir yere varamıyoruz bu yüzden. Yollarımız pek kesişmiyor, bayramlaşamıyoruz tam da bu sebeple; Barışamıyoruz...
Sayın Oğur;
Hasan Cemal Kürt meselesinde ne kadar vicdansa, Cengiz Çandar da o kadar akıldır! Barışa Emanet Olun kitabının özeti budur kanımca. Yasemin Çongar ne kadar mantıksa, Ahmet Altan o kadar duygudur mesela. Teşhir edilmelerine ol sebep budur. Oysa Kürt sorunun çözümünde böylesi “değer”lere ihtiyacımız olduğu açık ve kesin. Lakin gelin görün ki, bu devletin aklı İ. Naim Şahin (yorumsuz), vicdanı ise Türk halkını bizlere karşı lince kışkırtan Bülent Arınç olmuş. Duygusu ise Çiller(imsi) hâlleriyle şahin kanadın kadın yüzü Fatma Şahin Hanımefendi de Kürtleri Meclis’te istemiyormuş artık. Sanki bizi o atamışta, halk seçmemiş sanki. Mantığı kim temsil ediyor çok düşündüm ama bulamadım. Vakanüvisler bulur belki!
Hadi bu akılla, bu vicdanla, bu duyguyla ve bu mantıkla çözün çözebilirseniz Kürt sorununu!
Size bir sır vereyim mi? Çözülmez. Kürtler ya tutuklanır, ya öldürülür. Kalanlar Meclis’ten atılır. Her bahanede linçe uğratılır. En nihayetinde suçlu ve günahkâr yine Kürtler olur. Yine isyan ederler bu kadere! Onur ve özgürlük aşkına hem de yirmi dokuz kez...
Dikkatinizi çekmiştir mutlaka. Kürt Halkı ne zaman ve ne kadar sevinse, hemen ardından ve daha fazla “Türklük” adına birileri buna kahrediyor. Habur’da böyle oldu. Şemdinli’de gene öyle. Farkında olduğunuzu biliyorum lakin ne kadar hissediyorsunuz ondan emin değilim. Bu ülkede “Kürt düşmanlığı” almış başını gidiyor. Her politik söylem, her toplumsal tepki, her siyasi analiz, her strateji ve stratejist, her köşe yazısı, her eleştiri, her haber, her dizi, her yargı kararı ve her yasama çalışmasında bunu görmek, okumak, anlamak ve hissetmek mümkün. Bizler hissediyoruz derinden. Bütün sorun bizim dışımızdakilerin de bunu hissedebilmesi.
Böyle kardeşlik olur mu Allah aşkına? Böyle birlikte yaşamak mı olur?
Hiç kimse unuttuğumuzu zannetmesin. Kış boyunca askerî ve siyasi operasyonların ardı kesilmedi. Ömrümüzün en uzun ve en zor kışıydı. Binlerce arkadaşımız tutuklandı. Yüzlerce gerilla sığınaklarında öldürüldü. “Son Kürt isyanı da bitiyor” diye naralar atıldı. Huşuyla yazdılar, coşkuyla çizdiler. Güya “şike savaşı” bitmişti artık. Şimdi gerçek savaş başlıyordu ve “entegre güvenlik stratejisiyle” Sri Lanka’dan beter duruma düşecekti Kürt özgürlük hareketi. “Yeni Türkiye” yi anlamayanların çarpılacağını, geometrik şekiller alacağını bu yüzden “biat”ın kaçınılmaz onulduğunu köşelerinden ilan eden; PKK sonrası tabloda yer almak isteyenlerin ikballerini düşünmeleri gerektiğini ve ellerini çabuk tutmalarını salık verenlere kadar geniş bir yelpazede yazı-çizi yarışına girişildi. Her türlü tehdit, şantaj ve dezenformasyon çalışmasının mubah görüldüğü yeni devlet stratejisi yazılı ve görsel medya tarafından dolaşıma sokuldu. Fırsattan istifade Kürt siyasi hareketine en fazla altı ay ömür bile biçildi ölümlerden ölüm beğendirilerek. Zil takıp oynama zamanıydı! Zafer kazanma sarhoşluğundan kışın hiç bitmeyeceğini sandılar.
Yanıldılar, yanılttılar. Şimdi huzura çıksınlar ve bütün bu kanlı sürecin hesabını versinler. Sorumludurlar ve bundan kaçamazlar.
Sayın Oğur;
O süreçte bazı AKP yöneticileri ve bakanlarla görüşmeler yaptık.“Oslo masasını devirenler bir daha masa kurulmaması için her şeyi yapıyorlar. Sizi aldatıyorlar. ‘Kürt kapanı’na düşürüyorlar. Bu oyuna gelmeyin, yeniden diyalog ve müzakere yöntemini tercih edin” dedik. Ama umursamadılar. Oralı bile olmadılar.
İstihbarata ve tekniğe dayalı askerî operasyonlarla, yaygın tutuklamalarla Kürtleri yenebileceklerine inanmış ya da inandırılmışlardı. Erdoğan ve yönetimi “mutlak iktidar” hırsı ve hevesine kapıldılar. “Bu kez sonuç alıyoruz, alacağız” deyip durdular. PKK’nin eylem gücücünü ve kabiliyetini kaybettiğini, Öcalan’ı tecritle etkisizleştirdiklerini, kitlesel tutuklamalarla Kürtlerin örgütlü gücünü dağıttıklarını düşünüyorlardı. Çok iyi hatırlıyorum, bir bakan aynen “İşte Öcalan’a tecrit uyguluyoruz. Kıyameti koparacaklarını söylüyordular. Hani ne oldu? Kıyametin koptuğu falan yok. PKK abartıldığı kadar güçlü değil” diyordu muzaffer bir edayla.
Durum ortada. Yaşadıklarımız kıyamet değilse nedir?
Bu ülkenin bakanları bilmez ancak Kürt siyasetiyle ilgili olan, içinde olan herkes bilir. PKK, son ferdine kadar direnir, savaşır ama teslim olmaz. Ayrıca Kürt mahallesinde PKK’nin bahar ve özellikle yaz aylarıyla birlikte büyük bir direnişe ve mücadeleye girişeceği konuşuluyordu. Hatta bu yılın sonuna kadar hem Kürt sorununun demokratik özerklik temelinde çözümünü sağlamak hem de Öcalan’ı İmralı koşullarından kurtarmak için sıra dışı bir taktik ve cüretkâr bir stratejiyle hareket edileceği bilgisi dolaşımdaydı. Kürt siyasi kulislerinde açıkça tartışılan bu konuları AKP’lilere de illettik. “Kıyamet kopabilir. Binlerce insan ölebilir. Birlikte önleyelim” dedik canhıraş bir çabayla. Ancak kendilerinden ve entegre stratejilerinden o kadar emindiler ki, sözümüzün ve çabamızın hiçbir yankısı olmadı, oluşmadı. AKP’liler tatlı kış uykusundaydılar, uyandıramadık. Şimdi kâbusa uyanmış gibiler. Bu savaşı, savaşın bu düzeyini onlar istedi. Sonuçlarına da tüm ülke ve toplum olarak katlanıyoruz maalesef.
Kürt sorununda her gün daha da kötüye gidiyoruz. AKP, entegre stratejiyle öyle bir süreç başlattı ki, bu işin ara bir çözümü kalmadı, bırakılmadı. Ve ne yazık ki, bu kötü gidişatı durduracak tek güç ve irade olan Öcalan 14 aydır tecrit altında. Korkum odur ki, konjonktürün de tetiklemesiyle işler işinden çıkılmaz bir hâle gelir ki , Öcalan devreye girse bile bu gidişatı durduramayacak. “Devlet ve siyasi iktidar” Öcalan şansını da yitirmek üzere...
Sayın Oğur;
Başbakan Erdoğan sonsuz ve mutlak iktidar hesabı yaparken her gün Türk ve Kürt çocukları onar onar ölüyor bu savaşta. Çözüm adına tek bir kelime bile sarf etmiyor. Düşünüyorum da, böyle bir ülkede Erdoğan başkan olsa ne yazar, padişah olsa ne yazar! Hem bu şartlarda olabilir mi, o da koca bir muamma!
Kürt-Türk ilişkisinde önümüzdeki 50-100 yılı belirleyecek çatışmalı son ara dönemi yaşadığımız gerçek. AKP ve Cemaat süreci yanlış okuyarak Kürtlerle savaşa girişti. Şimdi birbirleriyle çatışıyorlar. PKK ve Kürtler, konjonktürün sunduğu fırsatları iyi değerlendirerek inisiyatif ve pozisyonunu güçlendirdi. Şimdi bu gücü daha fazla sahaya yansıtma çabasındalar. CHP, arada-derede kalmış durumda. Bocalayıp duruyor. Bir taraftan girişim başlatıyor, diğer taraftan Oslo sürecini gayrı-meşru ilan ediyor. Ortam karışık. Süreç en nihayetinde AKP ve liderliğinin iktidarına mal olabilir. Zira Sayın Oğur, Başbakan’ın koordinatörlüğünde devreye konulan ve Kürtlerle askeri- siyasi- ideolojikpsikolojik her alanda savaşı kapsayan entegre devlet stratejisi kaybetmiştir! Yani, İ. Naim Şahin- Yalçın Akdoğan cemaat çizgisi ve aklı yenilmiştir!!! Erdoğan’a düşen bunu ilan etmek ve müzakere siyasetine İmralı’nın yolunu açarak geri dönmektir. Aksi hâlde bu korkunç savaşta ısrar daha büyük kaybettirecektir. Bizden söylemesi!..
Gelelim Şemdinli meselesine...
Görüntüler tartışılıyor. Tepkiler aldı başını gidiyor. Elbette ki siyaseten eleştirilere açık bir eylemde bulunduk. Tamamen kendi doğallığında ve duygusallığında. Yaşananı “ikinci Habur faciası” olarak tanımlamak psikolojik savaşın tezahürü. Malum yine sevinmişiz, sarılmışız, “muhabbet” etmişiz, falan filan. İşin facia dedikleri kısmı bu insani davranışlar olsa gerek. Neden hep ne yapmamız gerektiği söylenip duruluyor? Ülkenin en doğusunda kendiliğinden gelişen refleksif bir duygu hâli ülkenin en batısında infiale neden olabiliyor. Anlaşılan o ki Sayın Oğur, hiçbir duygudaşlık kalmamış bu ülkede. Siyasi parçalanma, psikolojik ayrışma, duygu olarak dağılma bu yaşadığımız. Gittikçe “bölünüyoruz” aslında. Birlikte yaşamak, bunu dillendirmek, bunu savunmak emin olun bizler için de her geçen gün daha zor hâle geliyor. Hiçbir şey tek taraflı değil. Etki-tepki mekanizması bu açıdan da işliyor.
Bizlere, BDP’ye yüklenip duruyorlar. Oysa Şemdinli’ye giden yolu AKP’nin entegre devlet stratejisi döşedi. Bu strateji içerisinde BDP’ye ilişkin hesaplar da vardı. “KCK” adı altında yapılan siyasi operasyonların ardında kimi hesaplar, oyunlar, dayatmalar vardı ve ne hikmetse cüretkârca beklentileri de oluşmuştu. Ancak Şemdinli’de bu uğursuz hesapları ilânihaye bozuldu. AKP’nin amansız dayatmaları boşa çıktı. Aslında öfkelendikleri budur Başbakan ve şürekâsının ve yandaş medyasının...
Yani demem o ki, BDP geri adım atmadı. Dayatmalara karşı direndi. Siyasi çizgisini ve karakterini korudu. AKP’nin beklentileri beyhude idi. Hesap ve girişimleri sonuç vermedi. Bu aşamada artık bir karar vermek zorunda. BDP’yi ya bu gerçeği ile kabul edecek ya da kapatacak. Bu konuda ara bir yol yok artık!
Yalçın Akdoğan“BDP intihar etti” diyor. Yanlış. Çok yanlış. BDP, intihara sürüklendi. Direnerek kazandı. Akdoğan’ın “intihar” demesinin asıl nedeni “cinayeti” gizleme çabasıyla ilgilidir.
Sayın Oğur;
Kürt siyaseti ve siyasetçileri olarak hiçbir zaman şiddete bir çözüm değeri atfetmedik. Şiddeti kutsayan, teşvik eden, onaylayan bir tutum ve anlayış içinde olmadık. Bu konuda ilkesel bir duruş ve tercih içindeyiz. Bizler hiçbir zaman ezenin şiddetiyle, ezilenin şiddetini aynı kefeye koyup değerlendirmeyiz. Bu şiddet tekelini elinde tutan egemenlerin uydurduğu bir yöntemdir. Ezilenin kendine karşı geliştirebileceği her türlü meşru direnişi terörize etmede kullanılan bir safsatadan ibarettir. Bu nedenle burjuva ideolojisine teşne yazar-çizer takımının sürekli olarak PKK’nin uyguladığı şiddet ile devletin şiddetini eşdeğer görüp aynı kefede değerlendirmesi her şeyden önce yöntemsel açıdan büyük bir yanlıştır. Bu aynı zamanda Türkiye’deki bir aydın hastalığıdır da. Peki, PKK’nin kullandığı şiddeti nasıl değerlendiriyoruz? Sarih bir biçimde söyleyebiliriz ki “politik karşı şiddet”tir. Maruz kaldıkları, bırakıldıkları şiddetin bir sonucu olarak silahla da direnme yoluna yönelmişlerdir. Ve devletten kaynaklanana fiziki, siyasi ve kültürel varlığa dönük “tehdit” ortadan kaldırılmadan da bu yoldan vazgeçmeyeceklerdir. Bunu ben değil kendileri söylüyor zaten. Kürtlerin fiziki, siyasi ve kültürel varlığı anayasal güvenceye alınmadan şiddet ve silah meselesi de bir sonuca-çözüme bağlanamaz.
Haksız, yanlış, yanılgılı ve taraflı bulabilirsiniz. Ancak var olan maddisomut gerekçeleri de gözardı edemezsiniz. 29. isyan başlamış ve hâlen devam ediyorsa önceki 28 isyanın nedenleri giderilmediği, hak talepleri karşılanmadığı içindir. Şemdinli öncesini hepimiz biliyoruz. Yukarıda da uzun uzadıya yazdım. Entegre devlet stratejisini devreye sokup, binlerce siyasetçiyi akıllara zarar iddialarla tutuklayıp siyasal ve toplumsal alanı soluksuz bırakacaksınız sonra da soracaksınız “neden şiddete başvuruyorlar?” , “niye hâlâ daha çıkıyorlar?” kusura bakmayın ama bu soruları sormak saflık değilse samimiyetsizliktir. Öcalan’ı 14 aydır ağır tecrit altında tutup “PKK, niye bu kadar saldırgan davranıyor” demek soruna hamiyetsizliği ifade eder ki, kanımca AKP yönetiminin esas sorunu da budur. Çünkü AKP, ne Kürt sorununu anlayabildi ne de PKK’yi tanıyabildi. O yüzden hep yanlış stratejiler ve yanlış hesaplar içine girdi. Şimdi işin içinden nasıl çıkacağını bilemez duruma düşmüştür. CHP’nin girişimine bile can simidi ile sarılmasının nedeni budur. Erdoğan, o kadar çaresiz ki, MHP ve CHP’yi Fırat’ın bu yanına bize karşı örgütlenmeye çağırıyor. Ama nafile her geçen gün biraz daha kaybediyorlar. Çöküşe bir adım mesafedeler!
Size yazmışken Sayın Oğur, Cemaat meselesine değinmemek olmaz! Zira bu sürecin sorumlu aktörlerinden biri de Cemaat’tir. Yazı (mektup) epey uzadığı için bu meseleyi başka bir yazının konusu yapmak üzere kısaca şunu belirtebilirim. Son zamanlarda Cemaat etiketli kimi gazeteci ve stratejistler yine gani gani ekrandalar. “KCK” denen siyasi operasyonların devamı için açıkça ve yakışıksız bir biçimde polis dili ve aklıyla konuşup kamuoyunu kışkırtıyorlar. Hadi stratejisti anladıkta, gazeteciye neler oluyor? DTK Eşbaşkanı olarak açıkça söylüyorum. Tek bir arkadaşımızın dahi tutuklanmasına tahammülümüz kalmadı. Bunca aşağılanmayı kabul etmeyeceğiz. Tutumumuzu belirler bedelini de öderiz. Öyle polisiyle, yargısıyla üzerimize yeniden gelinirse, legal siyasetten tamamen çekilme dâhil radikal kararlar Kürt siyasetinin gündemine gelebilir. Biz tutuklu sekiz bin arkadaşımızın bırakılmasını beklerken, yeniden operasyonlara maruz bırakılmayı kabul etmeyeceğiz. Onurumuzla hiç kimse böyle oynamaya cüret etmemelidir.
Sayın Oğur;
Bu kadar tesbit ve eleştiriden sonra çözüme dair bir şeyler söylemeden olmaz. Gerçi şu andaki konjonktür çözüme fırsat vermese de yine de yapılması lazım gelen birkaç önerimi sıralamak istiyorum. Çözümü sağlamasa da bu savaşı durdurup, sürecin barışçıl bir iklime evrilmesine vesile olabilir belki.
1. Öcalan’a yönelik tecrit bitirilmeli ve rolünü oynayacağı koşullara kavuşturulmalıdır. Ayrıca tutuklu sekiz bin arkadaşımız serbest bırakılmalıdır.
2. Kürt Hareketi, bu jeste karşılık ateşkes ilan etmelidir, edecektir.
3. Devlet, Batı Kürdistan’daki Kürtlerin kazanımlarına saygı göstermeli ve özerk yönetimi/statüyü Türkiye’de de dâhil olmak üzere kabul etmelidir.
4. Kürtler de ulusal ve bölgesel çıkarlarını Türkiye ile ortaklaştırmalı, bölgenin demokratik ve özgür geleceğine yönelik birlikte çalışmayı esas almalıdır.
Gerisi süreç içinde hâl yoluna girecektir.
Bunlar olmazsa ne olur? Öngörüde bulunmak zor değil. Bölge de yeni bir dünya kuruluyor ve Kürtler bu yeni dünyada mutlaka yerini alacaktır. Türkiye’ye rağmen ve Türkiye’siz! Bunu başaracak güce ve inanca sahibiz. Emin olun ki bu kez başaracağız. Yüz yıldır bu ânı bekliyorduk: Kürtler artık kazanmıştır.
Birlikte kazanalım istiyoruz. Birlikte de başarabiliriz; barışabiliriz...