Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) üyesi ve CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan, Türkiye’de kadınlara ve LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılıkları ve Avrupa Konseyi’nin bu konudaki bakışını değerlendirdi. Avrupa Konseyi’nin işleyişine değinen Bilgehan Hükümetler Avrupa Konseyi’nde kabul edilen siyasi kararları ve rapor önerileri ülkelerinde uygulamakla yükümlü. Ne kadar uygulanıyor derseniz; uygulamayan ülkelerin başında ne yazık ki bizim ülke Türkiye geliyor” ifadesini kullandı.
Kaosgl.com’dan Murat Köylü’ye konuşan Gülsün Bilgehan’ın açıklamaları şöyle:
Türkiye, 1949’dan bu yana Avrupa Konseyi’nin "kurucu" da kabul edilen üyesi. Oysa Avrupa Konseyi Türkiye kamuoyunda yeterince tanınmıyor; sıklıkla Avrupa Birliği ile karıştırılıyor. Oradaki çalışmalarınızı ve böylece Avrupa Konseyi’ni anlatır mısınız?
Çalışmalarımı 2002-2008 arası ve 2011’den bugüne dek olacak şekilde iki bölüme ayırabilirim. Ben ilk 2002 Kasım’ında CHP’den Ankara milletvekili seçildim ve partim tarafından Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) üyeliği ile görevlendirildim. O zaman sadece iki parti vardı TBMM’de; ve dolayısıyla AKPM’de: AKP ve CHP. Ben o dönemi yeni bir dönemin başladığı, demokratikleşme paketlerinin çıktığı, "işkenceye sıfır tolerans" söyleminin iktidar tarafından sahiplenildiği, özgürlüklerin daha fazla konuşulduğu, 12 Eylül yasalarının temizlenmeye başlandığı, hatta Anayasa’da değişiklikler yapıldığı bir dönem olarak hatırlıyorum. Buna rağmen, Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nde temsil eden on iki kişilik milletvekili heyeti içerisinde tek kadındım.
Bir kadın milletvekili olarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde neleri önemsediniz?
Avrupa Konseyi kendisini "demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü" temel edinmiş bir hükümetler arası kuruluş olarak tanımlar. Oradaki etkinliğimi ben iki komisyonda yoğunlaştırdım. Bir tanesi Denetim Komisyonu idi; çünkü Türkiye "demokrasisi sorunlu" ülkeler arasında yer alıyordu ve denetleniyordu. Diğeri, o zamanki adı "Kadın ve Erkek Fırsat Eşitliği" olan komisyon oldu. İki komisyonda da Türkiye’deki kadın meselesi aynı ciddiyetle ele alınıyordu.
Bu komisyonların nasıl bir işlevi var?
Avrupa Konseyi’nde (AK) raporlar ve kararlar, bizim ulusal yasalarımız gibi, hatta onlardan çok daha detaylı bir araştırma, istişare ve müzakere sürecinin sonunda kabul ediliyor. Meseleler Komisyonlarda bir sene, iki sene çalışılıyor; ondan sonra gündeme geliyor, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) tartışılıyor, oylanıyor. Hükümetler kabul edilen siyasi kararları ve rapor önerileri ülkelerinde uygulamakla yükümlü. Ne kadar uygulanıyor derseniz; uygulamayan ülkelerin başında ne yazık ki bizim ülke Türkiye geliyor.
İlk karşınıza çıkan mesele ne olmuştu?
"Töre" cinayetleri! O günün Türk Ceza Kanunu’ndaki bazı maddeler kadınların namus adına öldürülmelerini neredeyse haklı çıkaracak şekilde düzenlenmişti. Açıkçası ben ilk defa yüz yüze gelmiştim bu gerçekle ve dehşet içinde kaldım. Ben dehşet içinde kalınca, benden kıdemli milletvekilleri şaşırdılar. Çünkü onların alıştıkları, o zamana kadar Türk milletvekillerinin bu konuyu görmezden gelmeleri ya da inkâr etmeleriymiş. Benden başka kadın olmayan o dönemin Türk Heyeti’nde CHP’li olsun AKP’li olsun herkes sonunda bu konuda bana destek verdi. AK’de kurulan kadına yönelik şiddet ile ilgili bir birimde Türkiye’yi benim temsil etmemi bizzat o dönemin AKP milletvekilleri önerdi. O dönem siyasetler üstü bir mesele olarak gördük. Sonuçta o çağdışı maddeler silindi, Türk Ceza Kanunu değiştirildi. Bir türlü "namus" denemedi ama "töre cinayeti" mevzuata girdi.
İlk döneminizde partiler arası işbirliği sadece kadına yönelik şiddet meselesi ile mi sınırlıydı, yoksa mesela Denetim Komisyonu’nda da benzeri bir ortaklaşma var mıydı?
İki partinin Denetim Komisyonu’ndaki ortak çalışmalarının da etkisiyle Türkiye 2006 yılında denetim sürecinden çıktı. Yani Türkiye’nin ilerlemeler kaydettiği ve ilerlemenin süreceği kabul edildi. "Denetim sonrası süreç" başlatıldı. İşte o süreçten şimdi bir türlü çıkamıyoruz. Tam tersine, ne acıdır, durumumuz gittikçe de kötüleşiyor.
Bugünden baktığınızda, iki dönem arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?
Dört senelik aradan sonra, 2011 yılında yeniden milletvekili olup Avrupa Konseyi’ne döndüm. Türk Hükümeti ise 12 senedir değişmedi; aynı parti. İkinci dönemimde, Türkiye’de haklar ve özgürlükleri güçlendirmek konusunda, ilkinde olan siyasi paylaşım ya da ortak mücadele hiç yok. Avrupa Konseyi’nde, AKP ile CHP arasında, bireysel bir takım iyi niyetli çabalar olsa da, büyük bir uçurum var. Ortak konularımız son derece az. Ayrımın derinleştiği alanlar hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, gösteri ve barışçıl toplanma hakkı, ifade ve özellikle de basın özgürlüğü. Türk Hükümeti’ne, yani AKP’ye orada da yöneltilen en keskin eleştiriler de zaten tam da bu konularda.
İkinci dönemimde de görev aldığım Avrupa Konseyi’nin Kadın ve Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun adı ise bugün "Eşitlik ve Ayrımcılık ile Mücadele Komisyonu". Bu da önemli bir değişimi ifade ediyor. O dar "kadın-erkek fırsat eşitliği" çerçevesi çok daha genişletilmiş. Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi; şiddet gören, eşitlik haklarını alamayan ya da haklarını aramak zorunda bırakılan lezbiyenleri, geyleri, biseksüelleri ve transları da içeriyor. Bugün cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği alanında çok daha fazla çalışma var. Avrupa Konseyi’nin özel bir Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Birimi var.
LGBT haklarına dair çalışmalara gösterilen ilgi ne düzeyde?
Avrupa Konseyi’nin artık 47 üye ülkedeki LGBT’lerin insan haklarını sürekli izleyen bir raportörü de var. Bu parlamenterin görevi, ülkelerin "karnesini çıkartmak". LGBT’ler ile ilgili faaliyetlere siyasi grup farkı gözetmeksizin tüm ülkelerden parlamenterler katılıyor. Parlamenter Meclisi görüşmelerinde, Genel Kurullarda üye devletlerin yetkililerine yöneltilen siyasi sorular arasında LGBT hakları meselesi mutlaka yer alıyor
Gruplar dediniz...
AKPM’de de parlamenterler siyasi görüşlerine göre gruplara ayrılır. Örneğin biz CHP olarak Sosyalist Grup’tayız. Muhafazakârların, daha soldakilerin, liberallerin farklı grupları var. Raporlar, siyasi kararlar ve AİHM kararları hakkında gruplar içinde ya da arasında ciddî tartışmalar yaşanıyor. Komisyonlarda, AKPM Genel Kurulu’nda veya oy verme süreçlerinde bu siyasi gruplar içinde genellikle ortak eğilimler gözlenir.
Sosyalist Grup dışındakilerin, mesela muhafazakâr ya da merkez sağın, LGBT hakları ile ilgili yaklaşımları nasıl?
Bugün cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliği, Avrupa Konseyi’nin en önemli konularından bir tanesi haline geldi. Muhafazakâr kişiler, görüşler var ama egemen muhafazakârlık anlayışı bile 10 yıl öncesine göre çok değişti. Muhafazakârların içinde olumsuz tavır takınanlar hâlâ olsa da sayıları çok az. Parti ya da grup politikasına etki edemeyen, münferit görüşlerde bulunuyorlar. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliği karşıtı söylemler, muhafazakâr grup içinde büyük çoğunluk tarafından onaylanmıyor.
Peki, bu "endişeli muhafazakârlar" neleri gündeme getiriyor?
Özellikle çocukların korunması ile ilgili konuları. Ben buna verilen çok başarılı bir yanıtı hatırlıyorum. Bir İsveçli parlamenterin konuşmasını... LGBT kişilerce çocukların istismar edilmesi "mitini" bilimsel veriler ile tersyüz etmişti.
Heteroseksüellerle aynı seviyedir herhalde...
Hayır, çok daha az. Avrupa Konseyi’nde bütün bunlar uzmanlar ile uzun uzadıya tartışılıyor. Ufuk açıcı, geleceğe yönelik özgürlükçü ve bilimsel temelde çalışmalar yapılıyor. Genel gidişat özgürlüklerin alanını artırmaya doğru Avrupa Konseyi’nde.
AKP’nin toplumsal cinsiyet meselesi ile ilgili bugünkü pozisyonu nasıl?
AKP’nin Türkiye’deki tutumunu biliyorsunuz. LGBT’lerin insan haklarını korumaya ve desteklemeye dair hiçbir somut adım atmış değiller. AKPM’de de, özellikle yeni gelen AKP milletvekillerinin bir kısmı, belki de konuları bilmedikleri için kadın hakları ve LGBT eşitliği meselesinde pasifler. Onların içinde öğrenenler var; ama görmezden gelmeyi sürdürerek "her şey iyi, bizde böyle bir şey yok" diyenler de gerçekten var olmaya devam ediyor. Ben kamuoyu genelinde ise bu son 10 yılda, özellikle de son birkaç yılda LGBT’lerin insan hakları konusunda çok ciddi bir bilinçlenme ve zihin değişikliği olduğuna inanıyorum. Özellikle genç kesimler arasında bu konuya dair çok daha büyük bir anlayış ve dayanışma görüyorum. Aslında her kesimden bireyler arasında, hakları ihlal edilen yurttaşlarla ilgili çok daha büyük bir farkındalık olduğunu görüyorum.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Avrupa Konseyi deneyimi olumlu yansıyabilir mi sizce LGBT’lerin insan hakları meselesine?
Sayın Çavuşoğlu da benimle birlikte, o anlattığım süreci bizzat yaşayan, o dönemden kalan arkadaşlardan biri olduğu için bu konudaki görüşlerinin daha haktan ve eşitlikten yana olduğunu sanıyorum. Yine AK’de görev yapmış siyasetçilerimizden eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün de orada geçirdiği 10 yılın önemli olduğunu, Avrupa Konseyi deneyiminin siyasetçilerde fark yarattığını düşünüyorum. Umarım Sayın Çavuşoğlu bu farkı yansıtabilir. Biz de kendisine destek veririz. Birlikte çalışmaya devam edebileceğimiz düşünüyorum. Mevlüt Çavuşoğlu iki yıl AKPM’de başkanlık da yapmıştır. Ben bunun Türkiye için olumlu bir şans olduğunu düşünüyorum ve eski başkanlık sıfatı ile de hala etkisinin olduğuna inanıyorum. Her türlü hak ve özgürlük alanında etkili olacağını ümit ediyorum. Etkili olması gerekir.
AİHM kararlarının, Bakanlar Komitesi tavsiye kararlarının veya AK raporlarının ülkeler üzerindeki yaptırımını güçlendirmek için neler yapmak gerekiyor?
Sivil toplumun güçlü bir belirleyiciliği var Avrupa Konseyi’nde. Hükümetlerin izlenmesinde ve AK kararlarının uygulanmasında sivil toplumun etkinliğinin daha da artırılabileceğini düşünüyorum. AK, uzman olarak sivil topluma çok önem veriyor. Konu ne olursa olsun, sivil toplum kuruluşları ile çok yakın ilişki kuruyor ve özellikle de raporlar, sivil toplum görüşleri üzerine yazılıyor. Denetim süreçlerinde, siyasilerden görüş almaktan çok, siyasî bağlılığı olmayan, tarafsız kurumları önemsiyorlar. Bir örnek vereyim; mesela "Benim Çocuğum" filminin gösteriminin etkisi çok büyük oldu. O filmi izleyen, aslında o raporları yazan, o konularda en etkili olan sekretaryadır. En az raportör kadar, raportör ile birlikte çalışan sekretarya da önemlidir. Eşitlik ve ayrımcılık karşıtı komitenin bütün sekreterleri o filmi gözyaşları ile izlediler. Bunun da doğru bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Avrupa Konseyi’ndeki çalışmalarınızda CHP’li kimliğinizi ne kadar ön planda tutuyorsunuz?
Ben AK’de hep "bir CHP milletvekili olarak" ön plana çıktım. İster LGBT konusunda olsun, ister basın özgürlüğü, Türkiye’nin denetim süreci, yasaların değişmesi, töre-namus cinayetleri olsun. Her konuda en çok konuşan, burada değil ama (gülüyor) orada görüşleri en çok dinlenen milletvekillerindenim. CHP milletvekiliyim ve oradaki sosyalist grubun etkin bir üyesiyim. AKPM’de ya da Komisyonlarda söze "Ben muhalefettenim, Türkiye’nin ana muhalefet görüşünü size aktarıyorum." diye başlıyorum. Ama bunu yaparken, olumlu tarafları da göstermeye çalışıyorum. Bence samimi siyasetçiler durumu olduğu gibi algılayan ve açıklayan siyasetçilerdir. Avrupa Konseyi’ne taşınan doğru eleştiriler hiçbir zaman "Türkiye’ye yönelik suçlamalar" olarak görülmüyor. Çünkü aynı eleştirileri başka ülkelere de yöneltiyorsunuz.
CHP’de yaşanan dönüşüm salt güncel ihtiyaçlardan kaynaklı bir imaj yenilemesi mi, yoksa güncellenme daha derinde mi?
CHP dönüşüm içinde mi bilemiyorum; bence CHP "gelişme" içinde. Değişmekten çok, bunu bir gelişim olarak görmek gerekir. CHP 91 yaşında çok köklü bir parti. Bir ülkenin kurucu partisi. Bu açıdan dünya siyasetinde dahi farklı bir yere oturuyor. Üstelik, iktidarda kalma süresi, hele son dönemlerde çok az olmasına rağmen, çok önemli bir kitlenin destek vermeye devam ettiği ve onlarla birlikte gelişen bir parti. Bugün CHP uluslararası ilişkilerde de son derece önemli adımlar atıyor. Yani sosyalist enternasyonaldeki çalışmalar, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği düzeyindeki çalışmalar, bence CHP’nin gelişmeye verdiği önemi gösteriyor.
CHP’nin ilgi alanında sadece Avrupa mı var?
CHP’nin kapsamı sadece "Batı"dan ibaret değil. AKP kendi adına bunu çok dillendiriyor ama CHP’nin özellikle Arap ülkeleri ile ilişkileri çok yoğun. Laiklik konusundaki hassasiyeti o ülkeler tarafından ciddiyetle izleniyor. Bunu sadece olumlu olarak da söylemiyorum. Türkiye’de dönemin getirdiği bir takım zorlamalar olmuştur ve eksiklikler bulunabilir; ama yine de laiklik konusunda İslam dünyasındaki tek örnek olarak, tek model olarak CHP görülüyor. Ve inanın, rol-model olarak CHP’yi görüp, CHP ile ilişkileri güçlendirmek isteyen çok ciddi özgürlükçü kesimler var. Oradaki kesimlerin de özgürlük anlayışını, özgürlük beklentilerini iyi bilmek gerekiyor. O konuda CHP’nin belki basına, topluma, seçmenlere yansımayan ama çok önemli bir rolü var ve o rolü güçlendirerek sürdürmek gerekiyor.
Oy oranınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de, başka hiçbir ülkede görülmeyen yüzde 10’lu seçim barajı, Avrupa Konseyi’nde de çok eleştiriliyor. Rusya’da dahi yüzde 7’dir. Bu anti-demokratik barajı sahiplenmese, AKP’nin bugünkü oy oranını, hatta kendi yapısını dahi koruması son derece şüphelidir. Nitekim, geçtiğimiz hafta CHP milletvekillerinin verdiği seçim barajının yüzde 3’e düşürülmesi ne yönelik kanun teklifini on dakikada reddettiler. Parlamenter demokrasinin ve Türk basınının bugünkü halini göz önünde bulundurursak, böyle bir ortamda, CHP’nin sosyal demokrat bir parti olarak, hem de otoriter muhafazakârlığın egemen olduğu bir ülkenin sosyal demokrat partisi olarak, LGBT haklarını, özgürlükleri savunan, gelişmekte olan bir partinin aldığı oy oranı, her şeye rağmen umut vericidir. Baktığınızda CHP’yi aileden destekleyenler de var, Gezi’de gördüğümüz gibi hiçbir kurumsal bağlılığı olmadığı halde, CHP’nin de yakın olduğu görüşlerini sokaklarda, meydanlarda dile getiren gençlerimiz de var. Son yerel seçimlerde ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yapılan araştırmalar, ilk defa oy veren gençlerin en büyük oranının CHP’yi tercih ettiğini, yani gençliğin partisinin CHP olduğunu gösteriyor. Bunu çok olumlu ve geleceğe yönelik iyimser bir işaret olarak görüyorum.