Kültür-Sanat

Atilla Dorsay: Yeşilçam’ı sevelim; ama o bir masal dünyasıydı artık yok!

"Hayatımı sinemaya vereceğim o kadar açıktı ki, ilk görüşte aşktı bu"

28 Şubat 2021 09:38

Sinema eleştirmeni ve T24 yazarı Atilla Dorsay, "Yeşilçam’ı sevelim; ama o bir masal dünyasıydı artık yok! Lütfen yeni sinemaya da ilgi duyalım" değerlendirmesini yaptı.  Dorsay sinemaya ilgisini, "Sinemayı her zaman biraz büyü olarak görmüşümdür, beni büyüledi! Hayatımı sinemaya vereceğim o kadar açıktı ki… İlk görüşte aşktı bu." sözleriyle anlattı. 

"12 yaşımdan itibaren gördüğüm bütün filmleri defterlere yazmaya başladım"

Hürriyet gazetesinden Zeynep Bilgehan'a konuşan Dorsay, "12 yaşımdan itibaren gördüğüm bütün filmleri defterlere yazmaya başladım. Muntazam çizgilerle ayırarak filmin adı, yönetmeni, oyuncuları ve sonunda benim iki-üç cümlelik eleştirilerim… Hatta yıldızlar bile veriyordum! O dönemde Türkiye’de sinema eleştirisi yaygın değildi. 1950’li yıllarda çıkan Yıldız Dergisi’nde Sezai Solelli yazardı. Onun haricinde sonradan gelen Semih Tuğrul, Nijat Özön, Giovanni Scognamillo gibi sinema yazarları da beni etkiledi.” dedi.

Dorsay şu ifadeleri kullandı: 

"Elimdeki son haftalarda oynayan filmlerin eleştirileriyle kapıdan girdim. Aralık 1966’dan itibaren Cumhuriyet’te ‘sinema yazarı’ olarak başladım. Orası 1993’e kadar devam etti. Sonra bir yıl Milliyet’te yazdım. Oradan rahmetli Okay Gönensin’in yönetiminde Yeni Yüzyıl’da yazdım. 1999’da transfer olduğum Sabah Gazetesi’nde 2013’e kadar devam ettim. Malum ‘Emek Yoksa Ben De Yokum’ yazısı nedeniyle oradan ayrıldım. O günden beni T24’de ve dergilerde yazıyorum"

"SİYAD’ın yüzü aşkın üyesi var ama meslek olarak yine de çok ciddiye alındığı söylenemez"

"Sinema yazarlığı bu süreçte nasıl ilerledi?" sorusuna Dorsay,  “Başta meslek olarak ciddiye alınmadı. Şimdi yazarlar çoğaldı. Bugün benim kurmuş olduğum SİYAD’ın yüzü aşkın üyesi var ama meslek olarak yine de çok ciddiye alındığı söylenemez.” yanıtını verdi.

Dorsay şunları kaydetti:

-Sinemaların kapalı olduğu pandemi döneminde bir sinema yazarı neler yapar?

“Filmleri televizyon ve çevrimiçi platformlardan izliyorum. Ben aynı zamanda dizi hastasıyım. Özellikle polisiye diziler... Sinema salonunda izlediğim son film Ercan Kesal’in ‘Nasipse Adayız’ filmiydi. Sinema salonlarını o kadar özledim ki... Hayatım onlarda geçti; güldüm, ağladım, üzüldüm, gözyaşı döktüm...”

"Yeşilçam’ı sevelim; ama o bir masal dünyasıydı artık yok!"

"Türkiye sinemayı sevmiş bir toplum ama Türk sineması yıllar boyu çok güdük gitti. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda yapılan filmler sayılıdır ve kitleye ulaşamamıştır. Ancak 1950’li yıllardan sonra ilk önemli yönetmenlerle Fransız kökenli ‘auteur’ sineması geldi: Atıf Yılmaz, Lütfü Akad, Osman Seden, Metin Erksan... Yeşilçam 1960’larda başladı, görkemli bir ulusal sinema oldu. Sonra 1974’te TRT yayına başlayınca herkes evine kapandı. Ve araya seks filmleri dönemi girdi. 1980’lerden sonra yeni bir kuşak geldi: Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reis Çelik, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu gibi... 90’lardaki geçici bir krizden sonra, Türk sineması artık hep ayakta duruyor. Yönetmenler dünya çapında tanınıyor: Altın Palmiye’den Altın Ayı’ya ödüller alarak... Ve çok iyi bir yeni kuşak geliyor; Özcan Alper, Tolga  Karaçelik, Pelin Esmer, Emin Alper, Kıvanç Sezer. Yeşilçam kolay bir sinemadır. Belli karakterlere dayanır. Adile Naşit’i, Münir Özkul’u, Hulusi Kentmen’i çok seviyoruz; ama her filmde aynı karakteri oynamışlardır. Ama 1980’lerde Hülya Koçyiğit gibi hanım hanımcık bir oyuncu, art arda Firar ve Kurbağalar filmlerinde cinselliği olan bambaşka kişiliklerle seyirciyi şaşırtmıştı. Türkan Şoray Mine filminden başlayarak güçlü ve karakter sahibi kadınları canlandırdı. Müjde Ar ise bu dönüşümün başını çeker. Ayrıca 1980’lerde ilk kez gerçek anlamda ‘birey’ler girdi sinemamıza…Yeşilçam’ı sevelim; ama o bir masal dünyasıydı artık yok! Lütfen yeni sinemaya da ilgi duyalım"