Türkiye'nin önde gelen sinema eleştirmeni ve T24 yazarı Atilla Dorsay, Mithat Alam ve Giovanni Scognamillo'ya adadığı 51. kitabı '50 Unutulmaz Film' hakkında konuştu. Dorsay "Bu kitapta en çok Amerikan filmi ve kara film var. Bu kitabın bir özelliği, belki de bir kusuru" dedi. Emek Sineması'nın yıkım kararı sebebiyle 8 Nisan 2013'te yazdığı 'Veda Zamanı' başlıklı yazıyla Sabah gazetesinden ayrılan Atilla Dorsay, "Hiç kendime acımıyorum gazetesiz kaldım diye. Benden çok daha önemli birçok yazar gazetesiz otururken, bir sürü gazeteci hapisteyken kendime üzülemem... İnsanlar gözaltına alınmış, ne bir suçlama yöneltilmiş, ne bir dava açılmış, son derece zalim, son derece hukuka aykırı davranan bir yönetim tarafından gazetecilere bayağı bir işkence uygulanıyor ve böyle bir dönemde ne benim, ne bir başkasının kendi gazetecilik koşullarından şikâyette bulunmaya hakkı yok" ifadesinin kullandı.
"Beyoğlu’nda yıkılan, kapalı tutulan salonun haddi hesabı yok. Niye Muammer Karaca kapalı mesela? Niye eski Elhamra kapalı duruyor? Bütün bunların hesabı sorulmalı" eleştirilerini getiren Dorsay, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan hakkında "Beyoğlu ve Taksim’de o kadar çok mekân yıkıldı ki bugünkü Beyoğlu Belediye Başkanı’nın ileride ciddi bir yönetim değişikliği olduğunda sorguya çekilip bu kültür kıyımından yargılanması lazım. Onun tek derdi Tarlabaşı projesini hayata geçirmek, rant adamı çünkü" görüşünü savundu.
Atilla Dorsay'ın Cumhuriyet gazetesinden Emrah Kolukısa'ya verdiği söyleşi şöyle:
- Son kitabınızla başlayalım istiyorum. Kitaptaki filmlerin dökümüne bir bakınca en çok da 50’li ve 40’lı yıllardan filmlerin yer aldığını gördüm. Sanki çocukluk yıllarınızı hatırlamışsınız biraz.
Elbette. Düşün, 1950 yılında ben 11 yaşındayım. Ve emin ol, sinemaya esas tutkunluk 10’lu yaşlarda oluyor, 10 ile 20 yaşın arasında bu işi seversen seviyorsun, anlarsan anlıyorsun, kavrarsan kavrıyorsun. Daha sonrası geç. Dolayısıyla ben 50’li yıllarda gördüğüm filmleri hiç unutmadım. 50’li yıllar önemli, 40’lar da. Kara film çok sevdiğim bir tür, özellikle 40’lı yıllarda gelişti serpildi. Bu kitapta en çok Amerikan filmi ve kara film var. Bu kitabın bir özelliği, belki de bir kusuru.
"Beni Cumhuriyet biçimlendirdi"
- Meslekte 50 yılı geride bıraktınız. İlk yıllara dönersek, nasıl başladınız eleştirmenliğe? Tesadüfler mi rol oynadı, yoksa çok bilinçli bir adım mıydı?
Son derece bilinçliydim. Ben sinema yazarı olacağım dedim ve zaten 12 yaşından itibaren tuttuğum defterlerim vardı. Hatta 2014’te Tüyap Kitap Fuarı’nda o defterlerin bazıları sergilenmişti. Askerlikten sonra İstanbul’a gelip İstanbul Belediyesi İmar ve Planlama Müdürlüğü’nde çalışmaya başladım. 7 yıl mimarlık okudum çünkü ben. Onunla birlikte aklımdaki ikinci iş olan sinema yazarlığına fiilen başladım. Birkaç ay sonra koltuğumun altına yazılarımı aldım ve onları o yıllarda okuduğumuz ve o sezon bir sinema yazarından yoksun gözüken Cumhuriyet gazetesine götürdüm. Ecvet Güresin’in karşısına çıktım, çatık kaşlarıyla karşıladı beni ve Erol Dallı’ya yolladı. Erol Dallı yazılarımı aldı “Biz bir bakalım” dedi ve o hafta sonu o yazılar çıktı - bir iki küçük düzeltmeyle. Herhalde dünyada herhangi bir gazetecinin mesleğe en kolay, en süratli girişi budur. 66 Aralık’ından başlayarak 27 yıl kesintisiz yazdım Cumhuriyet’te. Cumhuriyet benim hayatımı biçimlendirdi. Bana bütün aydınları, yazarları, çizerleri, Türkiye’nin entelijansiyasını tanıttı ama ben de Cumhuriyet’e belli bir katkıda bulundum. Birbirimize çok şey verdik, sonrası malum, anılarda anlatılacak şeyler...
- İki taraf için de verimli bir ilişki olmuş. Son yazdığınız gazeteden de Emek Sineması’nın yıkılışı yüzünden ayrıldınız...
Doğru ama hiç kendime de acımıyorum gazetesiz kaldım diye. Benden çok daha önemli birçok yazar gazetesiz otururken, bir sürü gazeteci hapisteyken kendime üzülemem... İnsanlar gözaltına alınmış, ne bir suçlama yöneltilmiş, ne bir dava açılmış, son derece zalim, son derece hukuka aykırı davranan bir yönetim tarafından gazetecilere bayağı bir işkence uygulanıyor ve böyle bir dönemde ne benim, ne bir başkasının kendi gazetecilik koşullarından şikâyette bulunmaya hakkı yok. Tek yapacağımız şey işimizi adam gibi yapmak ve içeridekilere destek olmak, onlara kendi çapımızda moral yollamak.
"SİYAD'a kırgınım"
- SİYAD’ın (Sinema Yazarları Derneği) kurucularından birisiniz. Başka da bir eleştirmen derneği yok bildiğim kadarıyla.
Doğru yok, ama SİYAD’la aramız bozuk, henüz Onursal Başkanlık’tan ayrılmadım ama an meselesidir.
- Neden?
Var olan yönetim kuruluyla kafalarımız kesinlikle uyuşmuyor. Hatta 8-9 ay önce yayımladıkları bir protestoda beni “Yeni Emek Sineması’nın adamı” olmakla suçladılar. Ben ki Emek Sineması yüzünden gazetemden ayrılıp tüm mesleki kazanç kapılarımı kapatmış bir insanım. Hiç utanmadan bana böyle bir sıfat yakıştırdılar. Sonuçta bu yıl ilk defa oylamalarına katılmadım, ödül törenine de katılamayacağım. Şu andaki Sİ- YAD yönetimini son derece egoist, bu işten anlamaz insanlar yönetiyor. İlk seçimde bu yönetim gitmediği sürece de SİYAD’ın hiçbir şeyine katılmayacağım.
"Beyoğlu Belediye Başkanı yargılanmalı"
- Siz Yeni Emek Sineması’nı beğendiğinizi açıkladınız, tepkiler o yüzden geldi değil mi?
Ben gerçekçi bir insanım. Beyoğlu’nda yıkılan, kapalı tutulan salonun haddi hesabı yok. Niye Muammer Karaca kapalı mesela? Niye eski Elhamra kapalı duruyor? Bütün bunların hesabı sorulmalı. Beyoğlu ve Taksim’de o kadar çok mekân yıkıldı ki bugünkü Beyoğlu Belediye Başkanı’nın ileride ciddi bir yönetim değişikliği olduğunda sorguya çekilip bu kültür kıyımından yargılanması lazım. Onun tek derdi Tarlabaşı projesini hayata geçirmek, rant adamı çünkü. Emek olayı şöyle; ben salonu gerçekten beğendim, bunu da yazdım. Tepkiler de o zaman başladı. Oysa bu dönemde birleşmemiz lazım, çünkü müstebit bir iktidara ve tehlikeli bir rejim değişikliğine karşı aklı başında bütün insanların ve kurumların mücadele ettiği bir dönemdeyiz. Bu şekilde nasıl bir araya gelip etkili bir duruş sergileyeceğiz peki? Onu küstür, bunu küstür, şunu it, buna laf et... Ondan sonra SİYAD iktidara karşı mücadelede yerini alacak. Nah alır.
- Ama Yeni Emek’e karşı olan, oradan uzak durmaya özen gösteren çok kurum var. Ben de onları haksız bulmuyorum doğrusu.
Bulma. Bu benim tavrımdı, benim pragmatik bir yanım vardır. Orada o salon varken ondan yararlanılsın diye düşündüm. Bu yanlış olabilir, eleştirilir, ama kalkıp da bana Emek’in adamı diyemezsiniz. Nasıl Emek’in adamı oluyorum ben, o yazıyı yazmak için para mı aldım? Bunu ima ediyorlar.
Dorsay’ın en sevdiği filmler
1. Hollywood tarihinden “Casablanca” (1943)
2. Fransız sinemasından “Hiroşima Sevgilim” (1959)
3. Bilim kurgu alanından aşılmaz bir başyapıt “2001: Uzay Macerası” (1968)
4. En yaratıcı ustalardan David Lynch’in “Mulholland Çıkmazı” (2001)