Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, köşesinde "Ateizm marjinal zihinlerin nahif düşüncesidir" dedi ve "Ateizmin üzerinde durulacak yönü, temel felsefî iddiaları değil, Avrupa’nın kendine özgü teolojik ve felsefî tarihinin ürünü olan 'yanlış zat tarifi ve tasviri'ne karşı tepki ile dinî hayatın esaslarını teşkil eden değerler sistemine ve hayat tarzına karşı geliştirilen modern ve postmodern inadi başkaldırıdır ki, bu başkaldırı büyük ölçüde argümanlarını derin entelektüel kaynaklardan almaz, nefsin istek ve tutkularından alır" ifadelerini kullandı.
Gayrimüslim gruplar içinde İslam'ın "en uzak olduğu" grup kategorisinde ateist ve agnostiklerin de yer aldığını savunan Bulaç, "Agnostik olmak ise başlı başına zihnî bir problem, kişinin eksik gözlem, muhakeme, tefekkür ve sezgi yoksunluğuna dayanır" dedi ve yazısını şu sözlerle bitirdi:
"İnsanı yaratılış amacına uygun insan kılan pozitif sıfatlardır, onu hayvanlardan aşağı (belhum adall) kılan da negatif sıfatlardır. Biz negatif sıfatlara sahip herkesi sevmek, yüceltmek veya pozitif sıfatlara sahip somut insanla eşit görmek zorunda değiliz. Bize bu yetki verilmemiştir."
Ali Bulaç'ın Zaman gazetesinde "Faklı bakışlar" başlığıyla yayımlanan (31 Ekim 2013) yazısı şöyle:
Farklı bakışlar
Bir din veya ideolojinin, felsefî bakış veya öğretinin başka din, ideoloji veya öğreti grubuyla hangi düzeylerde -birlik içinde değil- bir arada yaşayabileceğini test etmenin bir yolu kendi dışında kalanlara bakışını doğru anlamaktan geçer.
İslam bakış açısından gayrimüslim gruplar içinde “en uzak olunan grup” müşrikler (yerleşik ifade ile Allah’a ortak koşan putperestler)dir. Her ne kadar yerleşik dil örfümüzde “gayrimüslim” kitap ehli Yahudiler ve Hıristiyanlar için tahsis edilmişse de, hakikatte Mecusileri, Sabiileri (Uzakdoğu dinleri, gök cisimlerine tapanları), animist, totemci, deist, agnostik ve ateistleri de içerir. Tevhid inancı, müşriklikten uzak durduğu kadar başka hiçbir inanç ve düşünceden uzak durmaz.
Ateizm marjinal zihinlerin nahif düşüncesidir. Ateizmin üzerinde durulacak yönü, temel felsefî iddiaları değil, Avrupa’nın kendine özgü teolojik ve felsefî tarihinin ürünü olan “yanlış zat tarifi ve tasviri”ne karşı tepki ile dinî hayatın esaslarını teşkil eden değerler sistemine ve hayat tarzına karşı geliştirilen modern ve postmodern inadi başkaldırıdır ki, bu başkaldırı büyük ölçüde argümanlarını derin entelektüel kaynaklardan almaz, nefsin istek ve tutkularından alır. Agnostik olmak ise başlı başına zihnî bir problem, kişinin eksik gözlem, muhakeme, tefekkür ve sezgi yoksunluğuna dayanır. “Şirk” tarihsel değil, evrensel bir kategoridir; hem vahy hakikatini ve ahiretin varlığını inkâr eder, hem varlık âleminde ve dünyevî hayatın düzenlenmesinde Allah’tan başka varlıkların da söz ve yetki sahibi olacağını/olması gerektiğini savunur. Şirk inancında “put” semboldür. Hiçbir insan taştan veya tahtadan yontulmuş bir putun sahici bilinç, kudret, bilgi ve irade sahibi olduğunu düşünmez; puta anlam ve misyon yükler; yüklediği anlam çerçevesinde düşüncesini “akli” olarak temellendirmeye çalışır. Putçuluğun ötekisi tevhiddir. Ve hümanist, hoşgörülü, özgürlükçü ve çoğulcu iddialara dayalı söylemlerine rağmen Allah’a ortak koşanlardan daha çok hiç kimse tevhid inancından, hidayet ve doğruluktan “nefret” etmez.
Kur’an’a göre putlar kirlilik (rics)tir (22/Hac, 30). Bu tabii ki hammaddeleri dolayısıyla değil, sembolik anlamları ve esas aldıkları düşünceler ve fiiller dolayısıyla öyledir. Bu çerçevede Kurtubi, söz konusu kirliliğin (pislik) “münker” fiillere, söz gelimi zina, faiz, alkollü içki, yalan vb. şeylere atıf olduğunu söyler. Bu demektir ki putlara olan nefret hammaddelerine değildir. Hammaddesi taş veya tahta olan bir put düşünelim, aynı hammaddeden mescid veya minber de yapmak mümkün. Biri şirke çağırır, diğeri hidayete. Öyleyse nefret bir nesnenin hammaddesine dönük olmaz, soyut manada insana da. Bir nesneyi nesne olması hasebiyle nefret objesi haline getirmek akıl dışıdır, saçmadır. İnsanı “insan olması” hasebiyle nefret objesi haline getirmek de öyledir. Soyut insan hakka ve batıla, iyiliğe ve kötülüğe, doğruluğa ve yanlışlığa, güzele ve çirkine eğilimlidir. Fizyolojik ve biyolojik temel özellikleriyle beşer hayvanlarla ortak bir düzeydedir, ancak beşere, “ulvî mertebe” kazandıran “eşref-i mahluk” olmaya aday “ahsen-i takvim” üzere yaratılmış ve yeryüzü halifeliğine seçilmiş olmasıdır.
Taş veya tahtadan bir put veya mescid elde etmek mümkün olduğu gibi, insan adını verdiğimiz soyut varlıktan somut insan olarak varlığını eşref-i mahlukat olmaklıkla taçlandırmış ahsen-i takvim insan da elde etmek mümkün, Esfel-i safilin (aşağıların aşağısı) yaratık da. Eşref-i mahlukat ve esfel-i safilin, her ikisi de somut insandır. Biri hakkı, doğruluğu, iyiliği ve güzeli kendinde somutlaştırmıştır; diğeri batılı, kötülüğü, yanlışı ve çirkinliği. Kısaca insanı yaratılış amacına uygun insan kılan pozitif sıfatlardır, onu hayvanlardan aşağı (belhum adall) kılan da negatif sıfatlardır. Biz negatif sıfatlara sahip herkesi sevmek, yüceltmek veya pozitif sıfatlara sahip somut insanla eşit görmek zorunda değiliz. Bize bu yetki verilmemiştir.