Ergenekon davasında müebbet hapis cezasına çarptırılan eski 1. Ordu Komutanı emekli orgeneral Hasan Iğsız’ın kızı Aslı Iğsız, “Devletin değişik kurumları eliyle bu ülkede tarih içinde, darbeler dahil, hatta belki başta olmak üzere, birçok insan mağdur edilmiştir. İşkencesi, faili meçhulleri, faili bellileri, zorla kaybetmeleri, kazılardan fışkıran kayıp kemikleri dururken, ben bizim durumumuz istisnai kötü tarzında bir şeyi ima bile etmeye utanırım. Bugün konuşmaya karar vermemin sebebi her kafadan bir kumpas sesinin çıktığı bu ortamda, bu yaşanan sürecin bir de bu görünmeyen yönünü, bu aile kıyımını dile getirmenin önemli olduğunu düşünmemdir” dedi.
Radikal gazetesi Web Koordinatörü Ezgi Başaran’a konuşan Doçent Doktor Aslı Iğsız, Ergenekon davası sürecinde sanık ailelerinin yaşadıklarını anlattı.
Ezgi Başaran’ın Aslı Iğsız ile yaptığı röportajın bir kısmı şöyle:
Yaşadığımız aile cenderesi, bir eziyet kampanyasıydı
Babanız Hasan Iğsız İnternet Andıcı davası nedeniyle tutuklandığından beri başınıza gelmedik kalmadı. Zor olmayacaksa bize bir liste yapsanız…
Özel Yetkili Mahkemeler davalarında hukuksuzluk ve usulsüzlükten öte şeyler sıralayabilirim. Bunun bir de haysiyet linci boyutu var ki bu sırf bu davalarda yargılanan kişilere değil, aile üyelerinin mahremiyetine tecavüz edilerek maruz bırakıldığı bir şey. Yani bu, bu davalarla hiç alakası olmayan ama akrabalık üzerinden araçsallaştırılarak yürütülmüş bir eziyet kampanyası. Bu durumu anlatmak için tutuklanmayı ve öncesini, yaşanan bu aile cenderesini anlatmam lazım.
Zaten ben de onları duymak istiyorum…
Özellikle 2009’dan itibaren babamla ilgili haberler çıkmaya başlamıştı. Hemen hemen hep aynı mecrada, genelde Vakit/Akit gazetesinde, aynı imzalarla çıkıyordu. 2010 Mayıs’ta kardeşimin özel hayatının bambaşka bir sitede ifşa edildiğini fark ettim. Kardeşimle ilgili bu ‘malzeme’, daha önce 7 Ocak 2009’da Levent Göktaş’ın ofisinde el konduğu söylenen 51 No’lu DVD’de zaten çıkmıştı. Ergenekon delili olarak kayda geçti bu DVD. Bir buçuk yıl sonra, TÜBİTAK raporuyla saptanıyor ki, Göktaş’ın işyerinin arama yapıldığı tarihten bir hafta önce bu DVD’nin bir kopyası Emniyet tarafından oluşturulmuş. Bu DVD’deki ‘malzemeler’ de bir şekilde yolunu bulup o siteye gitmiş. Haziran 2010’da o meşhur ‘Generallerin Yahudi Damatları’ haberinde benim pasaportum, detaylı yayımlandı. Pasaportumdaki TC nüfus kütüğü sayfam dahil edilerek, özel kimlik bilgilerimin hiçbir kısmı buğulanmadan, TC kimlik numaram da dahil. Pasaportum da bu gazete tarafından kocamın Yahudi olduğuna dair ‘delil’ olarak okuyuculara sunuluyordu. Tam bir anti-semitizm örneğiydi.
Zannediyorum o haberden sonra Can Dündar sanık ailelerinin özel hayatı niye ifşa ediliyor diye yazmıştı, ben de size röportaj için ulaşmış ama ikna edememiştim…
Evet ve Dündar’ın yazısının çıktığı gün kardeşimin o zamanlar çalıştığı şirketteki, benim bile bilmediğim e-mail adresine, benim üniversite adresime ve daha birçok kişiye gittiği anlaşılan bir e-mail geldi. Adres kardeşimi de malzeme yapan bu siteyi işaret ediyordu. Mesajın içeriği de öfke yüklü ve hakaretamizdi. Nerede olursak olalım izlendiğimizi hissettirmek ve istedikleri anda bizim özelimizi bulacaklarını göstermek istemiş olmalılar. Zaten yine bu sitede, telefonlarımızın usulsüz dinlendiğiyle ilgili de sorular uyandıran bir detay daha vardı: Kardeşimin telefonda sadece anneme anlattığı bir olay (giyinik olmadığı için kapıya gelen şahsa kapıyı hemen tam açamadığını söylediği bir olay), bu sitede, “Kapıyı çıplak açmakta mahzur görmeyen Hakan Iğsız” şeklinde çarpıtılarak verilmişti. Sadece annemle kardeşimin bildiği ve telefonda konuştukları bu olay, henüz telefonlarımızda hukuki kayıtlara göre dinleme yapılmadığı bir tarihte vuku bulmuşsa, bu kişiler çarpıttıkları bu konuşmadan nasıl haberdar olmuşlardır?
Siz bir kâbus tarif ediyorsunuz…
Daha devamı var. Babam hakkında Akit gazetesinde ‘Andıç’cı Paşa’dan Şantaj Çetesi’ başlığıyla yeni bir haber çıktı. Habere göre, bugün yine tutarsız delilleri ve çelişkileriyle gündeme gelen askeri casusluk ve şantaj davası kapsamında ele geçen bir flashdisk’te babamın adı geçmekteydi. Bu ‘bilgiye’ göre, babam kadın pazarlayan birisiydi: Kendisinin fuhuşçuların müşterisi olduğu ve dostlarına kadın peşkeş çektiği yazıyordu. Babam tutuklandıktan sonra yine tutarsızlıklarla dolu yeni ithamlar çıktı basında. Maalesef derinlemesine araştırmadan yapılan bu haberlere ev sahipliği yapanlara gazeteniz Radikal de dahil… İki ay kadar önce kardeşim başka bir soruşturma için ifade vermeye çağrıldı. Aile cenderesi bitmemişti anlaşılan. Ergenekon davası görülürken tepeden sarkıtılan mikrofonlarla Ergenekon davasını izleyenler ve sanık yakınlarının kendi aralarında yaptıkları konuşmaları kayıt etmişler, sonra bunları çözümlemişler. Sonra da kardeşimin de dahil olduğu yirmi kadar sanık yakınının kendi aralarında geçen konuşmaları ele alarak mahkemeye hakaret soruşturması açmışlar. Kardeşimin söylediği iddia edilen cümle aşağı yukarı şu: “Şu hale bak, kalabalıktan korktular.”
Tüm bunları bugüne kadar niye anlatmadınız?
Bugün artık bu konuda sükûtumu bozuyorsam, babamın kadın tellallığı, kardeşimin özel hayatı ve benim nüfus kütük bilgilerimle, eşimin bu işe karıştırılmasıyla yaşatılan haysiyet lincini, ailelere arsızca saldırarak, sırf akrabalık ilişkisi var diye insanların mahremiyetine bu uğurda tecavüz ederek insanların tabi tutulduğu bu eziyetin bilinmesinin önemli olduğunu düşünmemdendir. Ama bu bizim yaşadığımız çok istisnaidir demek anlamına kesinlikle gelmiyor. Devletin değişik kurumları eliyle bu ülkede tarih içinde, darbeler dahil, hatta belki başta olmak üzere, birçok insan mağdur edilmiştir. İşkencesi, faili meçhulleri, faili bellileri, zorla kaybetmeleri, kazılardan fışkıran kayıp kemikleri dururken, ben bizim durumumuz istisnai kötü tarzında bir şeyi ima bile etmeye utanırım. Bugün konuşmaya karar vermemin sebebi her kafadan bir kumpas sesinin çıktığı bu ortamda, bu yaşanan sürecin bir de bu görünmeyen yönünü, bu aile kıyımını dile getirmenin önemli olduğunu düşünmemdir.
Eşiniz yabancı... Bir yabancının gözüyle bu süreç nasıl yaşandı?
Bir insan bir aileye evlilik yoluyla dahil olduktan sonra bunlar yaşandığında neler hissedebilirse, o da onları hissetti.
Babanızın hep suçsuz olduğunu mu düşündünüz?
Bu soruya babam üzerinden değil, genel bir soruna işaret ederek yanıt vereyim. Sırf bizimkini değil, son yıllarda çıkan birçok iddianameyi okudum. Hukukçu değilim ama okuduklarım bende benzer sorunlar taşıdıkları izlenimini bıraktı. Bir de şu var: Kamuoyu önünde bir insanı ahlaksız göstermek için cinsiyetçilik, özcülük, ırkçılık, mezhepçilik, ahlakçılık ve homofobinin seferber edilmesi, bu uğurda alenen ailelerin fişlenmesiyle delilsiz suçlamaların doğru görünüp destek bulması umuluyor. Halbuki bir kişiyi kamuoyu önünde, ailesini de buna malzeme ederek ne kadar ‘sevimsiz’ yaparsanız o kişi o kadar suçlu olmuyor. Suç dediğimiz kavramın hukuki karşılığı vardır, hukuki karşılığı da idari, cezai, vs olur. Delil olmadan da dava olmaz. Oysa bugün birçok dava hakkında, sanki söylemsel baz ile hukuki baz aynıymış gibi yazılıp çiziliyor. Belki de linç kampanyalarının bir sonucu bunlar. Sonuçta bu davalar kamuoyunun rızası çok önemsenerek görülmüş izlenimini uyandırıyor.
Balyoz, İnternet Andıcı (Ergenekon) davalarını bir akademisyen olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Bürokratik ve vatandaşlık haklarıyla ilgili zaten var olan büyük bir sorun, bu davalar üzerinden kristalize oldu ve daha önce bu sorunlardan (ideolojik farklılıkları olmadığı sürece) daha korunaklı grupları hedefe koyarak herkese mal olması gibi bir sonuç çıkardı. Örneğin devletin vatandaşların haklarını koruması gerektiği ilkesinin çeşitli şekillerde ve boyutlarda ihlali -ki sırf Balyoz, Ergenekon değil tabii burada, KCK, ÇHD dahil bir çok dava-; hukukla korunuyor olması gereken bireysel haklar, özel yaşamın mahremiyeti, vs gibi konuların göz göre çiğnendiği ve siyasi amaçlı yapılmış görüntüsü çizen yasalar ve uygulamalar gibi. Mesela, 2012 Ocak ayında basına düzenleme adıyla bir tasarı tartışılırken hukuki yapılan dinlemelerin bir sitede zaten yayımlanmışsa başka mecralara yayılmasının suç olmaktan çıkarılması söz konusuydu. Bu kapsamda bu davalar için değil, genel olarak baktığımızda, olası idari ve cezai suçların araştırılmasından ziyade suç kavramının hukuktan arındırılıp söylemsel bazda araçsallaştırılması gibi bir siyasi aygıt oluştu. Aile cenderesi de bunun bir parçası haline getirildi. Aslında daha da yorumum var ama yerimiz dar. Belki başka bir zaman.
Sizi Türkiye’yle ilgili bu dönemde en çok ne hayal kırıklığına uğrattı?
Hangi birini sayayım. Profesyonelliğin, iş etiğinin ve vatandaşlık haklarının demokrasi adına denerek ayaklar altına alınması… Demokratik değerlerin içinin boşaltılarak ‘sembolik sermaye’ye dönüştürülmesi… “Demokratikleşiyoruz, her şeyin sebebini anlayacağız, karanlıklar şeffaflaşacak” vaadiyle bu davaların açılması ama sonuçta şeffaflığa değil bambaşka bir opak düzleme geçilmiş olması… Azınlık haklarının neoliberal vitrin objelerine dönüştürülmesi… Daha da çok ama burada keseyim.
Radikal'de yer alan röportajın tamamını okumak için tıklayın