Politika

ARINÇ'TAN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VURGUSU İSTANBUL (A.A)

26 Kasım 2010 14:46
-ARINÇ'TAN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VURGUSU İSTANBUL (A.A) - 26.11.2010 - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Bazı gazeteciler maalesef cezaevine girmiştir. Bu durum hem şahsımı hem de hükümetimi rahatsız etmektedir''dedi. Arınç, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ve Konrad Adenauer Vakfının, bugüne kadar 56 ilde ve 7 bine yakın gazetecinin sertifika aldığı Yerel Medya Eğitim Seminerleri çerçevesinde, Taksim Nippon Otel'inde düzenlediği ''Geleneksel Yıl Sonu Değerlendirme Toplantısı''nda yaptığı konuşmada, bugün İstanbul'da medya ile ilgili yapılan iki önemli toplantıdan birinin bu toplantı, diğerinin ise Anadolu Ajansı tarafından düzenlenen Asya Pasifik Ajansları Birliği Genel Kurulu kapsamında Kültür Başkentinde haber ajansları toplantısı olduğunu ifade etti. Bülent Arınç, dünyanın önde gelen haber ajansları arasında yer alan Anadolu Ajansının, işbirliği imkanlarını elde etmek üzere İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olmasını fırsat bilerek, tüm haber ajanslarını bu kentte bir araya getirdiğini belirtti.  Yerel medyanın ve yerel medyada çalışan gazetecilerin kendisi için özel bir yeri olduğunu dile getiren Arınç, 40 yıllık siyasi hayatı boyunca karış karış dolaştığı Anadolu şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde kışta kıyamette yerel medya çalışanlarının kendilerini hiç yalnız bırakmadığını, çetin Anadolu şartlarında görevlerini aksatmadan yerine getirdiklerini anlattı. -''MEDYA VAZGEÇİLMEZ UNSUR''- Medyanın, demokratik toplumların vazgeçilmez unsuru olduğunu belirten Bülent Arınç, ''Bir demokrasinin tam anlamıyla işlediğinin en büyük kanıtlarından birisi o ülkenin bağımsız ve özgür bir şekilde işleyen medyasının varlığıdır. Bağımsız ve özgür bir şekilde çalışan gazetecilerin, hiçbir baskı hissetmeden yazılarını, haberlerini yazdığı bir medyanın varlığını, demokraside hedefimizin bir teminatı olarak kabul ediyoruz'' diye konuştu. Bugünlerde, Türkiye'de basın özgürlüğünün yok edilmeye çalışıldığının ve gazetecilerin baskı altına alınarak susturulduğunun konuşulduğunu belirten Arınç, şunları dile getirdi: ''Siyaset yapan herkes gibi bizim de zaman zaman medya ile sorunlarımız olmuştur ama biz ne gazete sayfalarına yüz çeviriyoruz ne de televizyon ekranlarına küsüyoruz. Medyayı yasaklarla, sansürlerle zaptırapt altına almak ilkelliktir, bu bizim aklımızın ucundan bile geçmez. Biz medyayı açık ve şeffaf toplumların vazgeçilmez unsurlarından biri olarak kabul ediyor, yasakların ve sansürlerin olduğu bir medyanın ancak baskıcı rejimlerde, muz cumhuriyetlerinde olabileceğini düşünüyoruz. Laik, demokratik hukuk devletinin güçlü bir ayağının özgür ve tarafsız yayın yapan medya olması gerektiğine inanıyoruz. Bu inancımızdan dolayı bugün herkesin rahatlıkla söyleyebildiği, özgürlükçü bir kanun olarak nitelendirdiği 5187 sayılı Basın Kanunu 2004'te çıkarıldı. Türkiye'nin bugüne kadar yaptığı katılımcı ve özgürlükçü basın yasası olan bu kanun, aynı zamanda ifade ve basın özgürlüğünün sağlanması bakımından da Avrupa Birliği standartlarını yakalayan hukuki bir düzenlemedir. Aynı kanunda gazetecilik mesleğine önemli güvenceler getirilmiştir. Cezai sorumluluklar, yaygın, bölgesel ve yerel basına göre kademelendirilmiş, bir ölçüde hakkaniyet temin edilmiştir.'' -''MEDYANIN SORUNU BİZİM DE SORUNUMUZDUR''- ''Şimdiye kadar medya ile ilgili doğru, makul ne varsa yaptık. Medyanın sorunu, bizim de sorunumuzdur. Eğer medyamız sorunluysa demokrasimiz de sorunludur'' diyen Arınç, şunları söyledi: ''Fakat şunu da unutmamak gerekir, Türkiye aynı zamanda yargının bağımsız bir şekilde çalıştığı, kanunlarla yönetilen, yazılı hukuk kurallarının geçerli olduğu bir hukuk devletidir. Herkesin uymakta zorunlu olduğu kurallar var. Bugün mevcut yasalardan dolayı bazı gazetecilere, yazdığı haber ve yorumlardan dolayı, bağımsız yargı tarafından soruşturmalar başlatılmış, davalar açılmış ve cezalar verilmiştir. Bazı gazeteciler maalesef cezaevine girmiştir. Bu durum hem şahsımı hem de hükümetimi rahatsız etmektedir. Türkiye, gazetecilerin yazdıklarından ya da düşüncelerini ifade ettiklerinden dolayı cezalandırıldıkları bir ülke değil, bütün gazetecilerin düşüncelerini özgürce ifade ettiği bir ülke olmalıdır. Bunun için Adalet Bakanlığı ile müşterek bir çalışma yaptık. Bu çalışma da son Bakanlar Kurulunda genel bir çerçeve içinde kabul edildi. Umuyorum ki, bugünlerde bu kanun, bütçe görüşmelerinden önce gerçekleştirilecek ve bazı sorunlarımızın halledilmesinde önemli bir netice alınacaktır.'' -''HAPİS CEZALARINI ARTIRMAK İSTİYORUZ''- 25 yıl avukatlık yaptığını anlatan Arınç, ''Eğer hakimler ve savcılar, özgürlükçü anlayışla hareket ederler, kararlarında buna dikkat ederlerse, dava açarken de kovuşturma süreci için de bu gözlükle yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları ve bütün Türkiye'deki yazılı hukuk, yazılı olmayan içtihatlarla hareket ederlerse en katı ceza kuralları bile sonunda yumuşayabilir, hatta beraatla sonuçlanan kararlar verilebilir. Ama bunun tam aksi olursa, özgürlükçü anlayışı terk eder, katı bir anlayışla hareket ederseniz hiç layık olmadığınız cezalarla karşılaşabilirsiniz'' diye konuştu. Dünkü yargılamalar sırasında İstanbul'da 3 kişinin beraat ettiğini belirten Arınç, ''Şimdi açılan pek çok davaların sonucuna baktığımızda, önce 163. madde vardı. Onun yerine Terörle Mücadele Kanunu geldi, o gitti 312 geldi, o gitti yerine 301 geldi. 312'de de, 301'de de eğer bir hakim özgürlükçü bir anlayışla, suçun unsurlarını tahrip eder ve beraat yönünde karar vermek isterse ki, veriyordu, elini tutan hiçbir güç yoktu. Ama tam aksine siz başka şekilde anlar ve sonucunda ceza uygulama düşüncesiyle hareket ederseniz, alacağınız cezadan başka bir şey değildir'' dedi. -KANUNSUZ SUÇ VE CEZA OLMAZ PRENSİBİ- Basın Kanunu'nun sadece 2 maddesinde para cezalarının hapis cezalarına çevrildiğini, bu maddelerin 18 ve 22. maddeler olduğunu belirten Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Datça'daki gazete sahibinin aldığı para cezası Basın Kanunu'nun 7. maddesindeki, beyanname verme hükümlülüğünün yerine getirilmemesinden kaynaklanan para cezasıdır. Bunun hapse dönüşmesi de mümkün değildir. Hakimin verdiği bir yanlış karardır, bunun itiraz ve temyiz mercileri de bulunmaktadır. Mevcut yazılı hukuk içinde sıkıntılar olabilir, bunlar konusunda (şöyle olsa daha iyi olacak çünkü bu kötüye yorumlanıyor, suiistimal ediliyor ve bundan basın, gazeteciler, meslektaşlarımız zarar görüyor) denebilir. O yüzden kanunsuz suç ve ceza olmaz prensibi, hukukun evrensel prensiplerindendir. Bu şu demektir, bir suç varsa bütün unsurları açık ve sarih olmalıdır, bu unsurların varlığı halinde ancak ceza verilebilmelidir, yoruma müsait olmamalıdır, muğlak olmamalıdır.'' -EN ÇOK TARTIŞILAN KANUN MADDELERİ- Yargı görevini yapanı etkilemek, soruşturmanın gizliliğini ihlal ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs konularının en çok tartışılan kanun maddeleri olduğuna işaret eden Arınç, şunları söyledi: ''Özellikle 3 madde üzerinde odaklanan ve gazeteci arkadaşlarımızın şikayetlerine yol açan uygulamalar var. Bütün bunlarda gerçeklik payı var. Gerçekten yüzlerce arkadaşımız hakkında özellikle son yargılama sürecinde, kamuoyunun dikkatini üzerinde toplayan, isterseniz örgüt davası diyelim isterseniz toplu davalar diyelim onlar konusunda herkes bir şeyler söyleyince bütün televizyon ve gazeteler bu konular üzerine yoğunlaşınca, açılan davaların sayısını artık biz de takip edemez hale geldik. Ancak burada karşımıza çıkan bir yazılı hukuk kuralı var. Nedir o? 'Soruşturmanın gizliliği esastır.' Türk Ceza Kanunu da, Türk Ceza Muhakemesi Kanunu da bunu söylüyor.  Hepiniz kendinizi şüpheli yerine koyunuz, yani hakkınızda bir iddia, bir isnat olabilir, bununla ilgili savcılık veya adli makamlar bir inceleme yapmak isteyebilirler. Siz o anda eskiden sanık diyorduk, şimdi şüpheli diyoruz, bu konumda bir insansınız. Hakkınızda yapılan bu soruşturmanın gizli olmasını istersiniz. Yani sizin bu konuyla ilgili her şeyinizin ekranlarda, gazete sütunlarında doğru veya yanlış aktarılmasını istemezsiniz. Çünkü sonunda bir iddianame tanzim edilip dava açıldığında bile, mahkemenin bu iddianameyi kabul etmesi şartıyla kovuşturma başlıyor. İkincisi, sonunda takipsizlik kararı da verilebilir. Yani aleyhte hiçbir delilin de bulunmadığı anlaşılabilir. O noktaya gelinceye kadar herkesin ipliğini pazara çıkarmak, herkes hakkında yalan yanlış şeylerin konuşulmasına izin vermek, evrensel hukuk prensipleri içinde kabul edilemez.'' -''TELEFON DİNLEMELERİ BİZİ FEVKALADE RENCİDE EDİYOR''- Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Telefon dinlemeleri bizi fevkalade rencide ediyor. İzinli dinlemelerin, kanun gereğince savcının talebi, hakimin karar vermesiyle sonuçlandığını biliyorum. Bununla ilgili de itirazlar da oldu ama son yapılan araştırma sonuçlarında Türkiye İletişim Başkanlığı (TİP) dediğimiz kurumun, kendisine gelen talepler konusunda yasalar çerçevesinde izinler verdiği, bunların takibe alındığı ve saklandığı, sonunda bir şey çıkmadıysa muhataplarına bildirildiği veya adli makamlara intikal ettiği şeklinde kayıtlar var. İzinsiz şekilde bir insanın haberi olmadan dinlemeler yapılıyor ve bunlar ifşa ediliyorsa, bunlar belirli amaçlarla kullanılıyorsa ki, fazlaca bu işler yapılıyor, bunun cezalarının artırılmasında fayda gördük. Haberleşmenin gizliliğini ihlal etme konusundaki cezaları artırıyoruz. Bu konuda artık ikinci kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kaydına ilişkin 133. madde cezalarını artırmak istiyoruz. Özel hayatın gizliliğini ihlali kapsayan 134. maddesindeki hapis cezalarını artırmak istiyoruz.''  132, 133 ve 134. kanun maddelerinin, mevcut TCK'daki son fıkralarında ''Bu suçlar basın yayın yoluyla işlendiği takdirde cezalar şu miktarda artar'' şeklinde bir kaydın bulunduğunu belirten Arınç, ''Onu kaldırıyoruz. Tekrar bu mevcut cezalar üzerinden temel ceza üzerinden basın ve yayın organları tarafından işlenmesi halinde bir kat daha ağırlaştırılmasını kaldırıyoruz. Ama mevcut cezayı da artık suçtan caydırıcılık noktasına getirebilmek düşüncesiyle inşallah mümkün olabilir, 132, 133, 134'üncü maddeyi unsurları itibarıyla daha net hale getiriyoruz'' dedi. ''Yargı görevi yapanı etkilemek'', ''Soruşturmanın gizliliğini ihlal'', ''Adil yargılamayı etkilemek'' maddeleriyle ilgili yapmak istediklerini de anlatan Arınç, ''Suçun unsurlarını yeniden belirliyoruz, muğlaklığı ortadan kaldırıyoruz. Kanun yapıcı şüphesiz yasama organıdır ama bunu uygulayacak olan yargının da hem dış etkilerden korunmasını hem de bu konuda karar verirken yazılı hukukta da suç unsurlarının belirlenmesini istiyoruz. Temel cezaları indiriyoruz. Mevcut soruşturma ve kovuşturmaları etkileyecek bir fıkra ilavesiyle de soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin kamu yararı amacıyla ve haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu yapılması halinde suç oluşmaz gibi bir maddenin ilavesini de uygun buluyoruz'' diye konuştu.