T24 Haber Merkezi
Koronavirüs salgını nedeniyle yüz yüze eğitimin ara verildiği Türkiye'de, pandeminin çocukların eğitim hayatını nasıl etkilediği ile ilgili hazırlanan rapor, okulların açılmamasının telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracağını ortaya koydu.
"Pandemi Koşullarında Eğitim Gerçekleri-Türkiye'de Okullar Neden ve Nasıl Açılmalı?" başlıklı rapora göre "Okulların kapalı kalması çocukların ruhsal, sosyal ve bedensel sağlığını son derece olumsuz bir etkilerken zihinsel, sosyal ve bedensel gelişimlerinde geri dönüşü olmayan kayıplara yol açıyor."
Amsterdam VU Üniversitesi'nden Dr. Tomris Cesuroğlu ve Bard College Berlin Üniversitesi'nden Dr. Aysuda Kölemen tarafından hazırlanan raporda pandemi koşullarında okulların açılması gerektiği vurgulandı.
Raporun çarpıcı tespitleri şöyle:
Covid-19 nedeniyle eğitimin kesintiye uğraması toplamda çocukların ömrünü de belirgin şekilde kısaltmaktadır. Türkiye’deki 5,3 milyon ilkokul çocuğuna yansıtıldığında okullar kapalı kaldığı sürece ilkokul çocuklarının ömründen 3 milyon yıl kaybedildiği görülür.
Pandemi nedeniyle okulların kapalı kalmasından en çok etkilenen gruplar uzaktan eğitimden de faydalanamayan yoksul çocuklar, azınlıklar, göçmenler ya da özel eğitime ihtiyaç duyanlar.
Örgün eğitimin durdurulması bir halk sağlığı sorunudur ve salgının etkileri tartışılırken eğitiminden mahrum kalmanın zararlarının hesaba katılması gerekmektedir.
Türkiye’de 0-15 yaş grubunda bir çocuğun trafik kazası nedeniyle hayatını kaybetme ihtimali Covid-19'dan daha yüksektir.
10 yaş sonuna kadar, çocukların okula gitmeye ara vermesiyle zeka ve sosyal gelişim açısından telafisi mümkün olmayan kayıplar oluşacaktır.
Çevrimiçi derslere erişebilseler ve dersler teknik aksaklık olmadan düzenli yapılsa dahi, 6-8 saat boyunca internet üzerinden ‘ders yapmaları’ bu yaş grubu çocukların eğitim aldığı anlamına gelmez.
Rapordan bazı başlıklar şöyle:
"Okullar ivedilikle açılmalı"
Örgün eğitimin durdurulması bir halk sağlığı sorunudur ve salgının etkileri tartışılırken eğitiminden mahrum kalmanın zararlarının hesaba katılması gerekmektedir. Okul öncesi kurumların ve ilkokulların ivedilikle açılması, ortaokul ve liselerin açılması için de acilen çalışmalara başlanması gereklidir. Tartışılması gereken şey okulların açılıp açılmaması değil, okulların yüz yüze eğitime açılması ve çocukların ev hapsinin sonlandırılması için gereken düzenlemelerin en kısa sürede nasıl yapılacağıdır.
Okul öncesi eğitim kurumların ve ilkokulların kapalı kalması çocukları COVID-19’dan korumamaktadır, toplumda COVID-19’un yayılımını azaltmamaktadır. Okullarda öğrencilerle bir araya gelmek öğretmenler için ek risk yaratmamaktadır.
COVID-19 pozitif birisi ile temas eden 20 yaş altındaki çocuk ve gençlerin hastalığa yakalanma ihtimali, pozitif birisi ile temas eden yetişkinlerin yarısı ila dörtte biri kadardır.
Ölüm riski yaşla birlikte logaritmik olarak azalmaktadır. 0-15 yaş grubunda bir çocuk COVID-19'a yakalandığında hayatını kaybetme riski yüz binde birdir.
Türkiye’de bu yaş grubunda bir çocuğun trafik kazası nedeniyle hayatını kaybetme ihtimali bundan daha yüksektir.
COVID-19’a bağlı genç ölümlerin %90’ından fazlasının bilinen ciddi hastalıkları vardır. Yani altta yatan ciddi bir hastalığı olmayan çocukların COVID’e yakalanmaları durumunda hayatını kaybetme ihtimali bir milyonda birdir. Somut bir ülke örneği üzerinden konuşursak, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 9 ayda 15 milyondan fazla insan COVID’e yakalandı, bunlardan 280 bini kaybedildi.
Buna rağmen 18 yaş altında hastalığa 1,3 milyon çocuk yakalandı ve bunların sadece 184’ü kaybedildi. 2018-2019 kışında ABD’de influenza (mevsimsel grip) nedeniyle hayatını kaybeden çocukların sayısı bunun üç katıdır.
Buna işaret eden önemli çalışmalar bulunmaktadır.12, 13, 14, 15 yaş altı için hastalığa yakalanma ve bulaştırma riski çok çok düşük iken, 6-12 yaş için oldukça düşüktür. 12 yaşından üstü gençlerin hastalığa yakalanma riski yetişkinlerden düşük olsa da yetişkinler kadar bulaştırıcı hale gelmektedirler. Küçük çocukların neden daha az bulaştırıcı olduğu henüz tam bilinmese de bu durum çocukların daha az semptomatik olmaları ile açıklanabilir. Çünkü temaslı izleme çalışmalarında indeks vakaların ciddiyeti arttıkça bulaştırma ihtimalinin arttığı bulunmuştur.
Çocukların bulaştırıcılığının yetişkinlerin yarısı olduğunu virüs genomundaki değişiklikleri takip ederek şüphe götürmeyecek şekilde gösteren toplum tabanlı bir çalışmanın geçtiğimiz günlerde
İzlanda’da tamamlandığı haberi verilmiş; ancak bu çalışma henüz yayınlanmamıştır.
"Okulların kapanması Covid-19 yayılımını azaltmıyor"
Mayıs-Haziran aylarına gelindiğinde gelişmiş ülkelerin tamamına yakınında okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda yüz yüze eğitime büyük oranda devam edilmiştir. Ne yazık ki o aylarda Türkiye’de çocukları okula göndermemenin ötesinde, çocuklara yönelik sokağa çıkma yasakları uygulanmıştır.
Okullar bu salgında salgının ana yayılma merkezi değildir ve okullarda görülen vakalar toplumdaki yayılmanın bir yansımasından ibarettir. Eylül ayına geldiğimizde de çok şey değişmemiştir.
Gelişmiş ülkelerde okul öncesi eğitim ve ilkokullar yüz yüze eğitime devam ederken, Türkiye’de sadece bazı sınıflar Eylül, Ekim ve Kasım’da haftada iki gün olarak açılmıştır. (2020’nin Eylül’ünde sadece anasınıfları ve ilkokul 1. sınıflar açılmıştır. Buna Ekim ayında diğer ilkokul sınıfları ile 8. ve 12. sınıflar eklenmiştir. Son olarak, Kasım başında 5 ve 9. sınıflar açılmıştır. Bütün bu sınıflarda sınıf
mevcudu ikiye bölünmüş ve öğrencilere haftada iki gün yüz yüze eğitim verilmiştir.) Ancak bu durum çok uzun sürmemiş, 16 Kasım’da girilen ara tatilden sonra okullar ne yazık ki bir daha açılmamıştır.
Bu kararda salgının Türkiye’de hızlanması sebep gösterilmiştir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde geçtiğimiz dokuz ayı kapsayan araştırmalar şunu net bir şekilde göstermektedir:
Okulların kapanması COVID-19 yayılımını azaltmamakta; açılması ise COVID-19 vakalarını artırmamaktadır. Okullar bu salgında salgının ana yayılma merkezi değildir ve okullarda görülen vakalar toplumdaki yayılmanın bir yansımasından ibarettir.
"Okul, zeka ve sosyal gelişim ilişkisi"
Çocuklarda nörolojik, psikolojik ve sosyal gelişim, birbirleriyle ve çevresel faktörlerle yoğun etkileşim halinde ilerleyen, yoğun nörolojik yapım ve yıkım süreçleri ile karakterizedir. Her yaş grubu farklı kritik gelişimsel pencerelere ev sahipliği yapmaktadır. Bu nedenle pandemi nedeniyle okulların kapatılmasının çocuklarda sebep olacağı zihinsel ve nöropsikolojik etkiler yaşa göre farklılık gösterecektir. Beynin değişebilme kapasitesi (nöroplastisite) çocukluk çağında yaş ilerledikçe azaldığından, nörolojik bağlantıların yapım süreçlerinin en yoğun olduğu 10 yaş sonuna kadar, çocukların okula gitmeye ara vermesiyle zeka ve sosyal gelişim açısından telafisi
mümkün olmayan kayıplar oluşacaktır.
Çocuklarda nörobiyolojik gelişim sınırlı bir zaman aralığında gerçekleştiğinden, bu süreç esnasında çocukların okuldan uzak kalması, gerek anaokulu, gerek ilkokul, gerekse ortaokul döneminde, radikal bir çevresel değişim ve uyaran azalması anlamına gelecek ve telafisi sonraki yaşlarda mümkün olmayacak nörolojik gelişimsel adaptasyonlara sebep olacaktır. Yaş küçüldükçe zeka ve sosyal
gelişim açısından kayıplar artacak, telafisi imkansızlaşacaktır.
Okul öncesi eğitim kaybında en kritik grup ‘gri bölgedeki’ çocuklardır. Erken çocukluk döneminde çocukların küçük bir kısmı (%5-10), gerek zeka gerekse sosyal gelişimlerindeki sorunlar nedeniyle özel eğitime ihtiyaç duymaktadır.
Zeka ve sosyal gelişim açısından normalin hafif altında olan geniş bir grup çocuk ise (yaklaşık %15-20) ‘gri bölgede’dir. Bu çocuklar nitelikli okul öncesi eğitime devam edip akranları ve diğer yetişkinlerle düzenli etkileşime girdiği takdirde önemli bir kısmı ileride örgün eğitime devam edecek düzeyde
bu becerilerini geliştirebilmektedir.
Ancak bu çocuklar evlere kapatılıp akranları ve ebeveyn harici yetişkinlerle etkileşimleri
kesilirse, nitelikli zihinsel ve fiziksel uyaranlardan uzak kalırlarsa, yüksek miktarda ekrana maruz bırakılırlarsa gelişimleri kritik düzeyde gerileyebilmektedir.
Bu da bir milyona yakın çocuğun ilkokula başladığında eğitimde çok ciddi güçlüklerle karşılaşabileceği, önemli bir kısmının ise örgün eğitime devam edemeyecek düzeyde kalıcı kayıplara uğrayabileceği anlamına gelmektedir.
"Okula gidemeyen çocuklarda anskiyete, takıntı, uyku bozuklukları olabiliyor"
Çocukların okula gitmemesinin kısa vadeli psikolojik zararları arasında çocuk ve ergenlerde depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk ve takıntılar, uyku bozuklukları, hayat kalitesinde azalma ile huzursuzluk ve konsantrasyon bozuklukları yer almaktadır. Uzun vadede ise
post-travmatik stres bozukluğu, teknoloji bağımlılığı, sosyal fobi ve okul fobisi görülme sıklğında ciddi artış beklenmektedir. Bu bozukluklar pandemi sonrası yıllarda çocuk ve ergenlerin ruh sağlığına yansıyacak ve beraberinde ekonomik yükler getirecektir.
"Uzaktan eğitim örgün eğitimin yerini tutamaz"
Pandemi döneminde çevrimiçi eğitim uygulamada büyük zorluklar barındırmaktadır. Veliler pandemi döneminde özellikle ilkokul dördüncü sınıf altı öğrencilerin uzaktan eğitimine örgün
eğitimden çok daha fazla zaman ayırmaları gerektiğini belirtmekte, öğretmenler özel ihtiyaçları olan öğrencilere ulaşmanın zorluğuna değinmektedir. Ayrıca ilk ve ortaöğretim öğretmenleri
aniden uzaktan eğitime geçmeleri nedeniyle çevrimiçi eğitim konusundaki yetersiz tavsiye ve uygulamalar konusunda dahi bilgi edinmeye fırsat bulamamıştır. Eğitim alanında ileri ülkeler salgın
başında okulları kapatsalar dahi, kısa süre zarfında tekrar örgün eğitime döndükleri için, salgında uzaktan eğitim konusunda kapsamlı bir yazın oluşamamıştır. Eğitim bilimciler eğitimin ilgi odaklı olması gerektiğini savunmaktadır. Bu ekol uzaktan eğitimin hem öğrencilere ilgi verilebilmesi yönünde yarattıkları zorlukları vurgulamakta, hem de uzaktan eğitim sırasında öğrencilerin ilgi
beklemesi ve öğretmenlerin tüm gün ulaşılabilir olmasının, öğretmenler üzerlerinde yarattığı “tirani”ye dikkat çekmektedir.
Okul öncesi dönemde, yani 3-6 yaş döneminde, görsel düşünme ve öğrenme ön plandadır. Dil
ve zeka kadar, sembolik oyun oynama, sezgilerle akıl yürütebilme, konsantrasyon, sorun çözme kabiliyetlerinin geliştiği yaşlardır. Bu beceriler oyun ve sosyal etkileşimle beslenir ve uzaktan ders ile yeterli düzeyde kazanılması mümkün değildir. Bu becerilerin ileriki yaşlarda telafisi de çok zordur.
İlkokul çağı ile birlikte (7-12 yaş) mantıksal ilişkiler kurarak düşünme, analitik düşünce, sorun çözme becerileri gelişir. Çocuklar dürtülerini kontrol edebilmeye, duygularını yönetebilmeye, ihtiyaçlarını erteleyebilmeye ve daha uzun süre konsantre olabilmeye başlarlar. Beyin gelişimi muhakeme becerisini, etik ve ahlak kurallarını dikkate almayı ve akılcı davranabilmeyi mümkün kılar. Uzaktan ders ile bu becerilerin de yeterli düzeyde kazanılması mümkün değildir. Bu becerilerin de ileriki yaşlarda telafisi çok zordur. 10 yaş civarında beyin bilişsel fonksiyonlarda ‘kullanılmayanı atma’
sürecine girer. Yani beyinde kullanılmayan bağlantı ve yollar yıkılmaya başlanır. Bu kritik becerileri bu dönemde kazanmayan çocuklar hayatlarının geri kalanında hep güçlükle karşılaşacaktır.
Online-çevrimiçi eğitim
Eğitim literatüründe çevrimiçi eğitim hakkında pek çok tavsiye olmakla beraber, bu tavsiyelerin pek çoğu yetersiz kalmakta, birbiriyle çelişmekte ve evrensel ve kapsayıcı pedagojik ilkeler
sağlayamamaktadır. Henüz etkin bir çevrimiçi teori ya da pratik geliştirilememiştir. Geliştirilmiş olan çevrimiçi uygulamalar ve tavsiyeler ise ağırlıklı olarak yükseköğretime ve yetişkin öğrencilere yöneliktir. COVID-19 nedeniyle eğitimin kesintiye uğraması toplamda çocukların ömrünü de belirgin şekilde kısaltmaktadır. ABD için yapılan bu hesaplama Türkiye’deki 5,3 milyon ilkokul çocuğuna
yansıtıldığında okullar kapalı kaldığı sürece ilkokul çocuklarının ömründen 3 milyon yıl kaybedildiği
görülür. Yani bu yaş grubundaki her çocuğun beklenen ömrü ortalama yarım yıl azalmıştır.
Okulların kapalı kaldığı süre arttıkça durum daha kötüye gitmektedir.
Fazladan her okul yılının zeka düzeyini 1 ila 5 IQ puanı arttırdığı dikkate alındığında, ülkemiz çocuklarının uzun süre okuldan uzak kalmalarının kalıcı toplumsal sonuçları, ve çocuklarımızın okula gitmeye devam eden gelişmiş ülke çocuklarıyla rekabette uğrayacakları dezavantaj tedirginlik vericidir.
Okullar kapalı olduğu için çocuk istismarının tespit olanağı azalmaktadır
Eğitim kurumları sadece çocukları sınavlara hazırlayan, sıralama yapan kurumlar değildir.
Özellikle erken yaşlarda çocukların bilişsel, duygusal, sosyal ve fiziksel gelişimleri için vazgeçilmezdir.
Evde kalmanın çocuklar için riskleri ağır ihmal, istismar, artan açlık, işçi olarak çalıştırılma, erken yaşta evlendirilme, örgün eğitimden tamamen kopma, Türkçe öğrenmek için önemli dönemin kaçırılmasıdır. Eve kapanmayla artan aile içi ihmal ve istismar, çocuklar için hastalıktan çok daha büyük bir risk oluşturmaktadır. Çocukların aile içi ağır ihmal ile fiziksel ve psikolojik istismardan korunması için ilk savunma hattını okul ve öğretmenler oluşturmaktadırlar. Okulların kapanması eğitimden temelli olarak kopan çocuk sayısını arttıracaktır.
Özellikle kız çocuklarının okullaşmasında kayıplar yaşanması ve dünyada zorla evlendirilen kız çocuklarının sayısının artması beklenmektedir. Okulların kapalı kaldığı süre uzadıkça bu kayıplar büyüyecektir.
Çocuk istismarı artabilir
Çocuk bakım yükünün artması, sosyal izolasyon, akıl sağlığında gerilemeler ve evde madde kullanımın çoğalması gibi etkenler çocuk istismarının artmasına yol açmaktadır. Salgın tedbirleri bu etkenlerin hepsinde artışa neden olmuştur. Karantina döneminde fiziksel istismar ile bağlantılı yaralanmalar nedeniyle hastaneye kaldırılan çocuk sayısı artarken, öğretmen ve sosyal hizmet görevlilerinin çocuklara erişiminin azalmasıyla istismara uğrayan çocukları tespit ve müdahalelerinde keskin bir düşüş yaşanmıştır.
Türkiye okul öncesi eğitim alan çocuk oranında OECD ülkeleri arasında sonuncudur. Aralık 2020 itibari ile, tüm anasınıfları ve anaokullarının bir kısmı kapalıdır. Yani okul öncesi eğitim alan çocuk sayısı daha da azalmıştır. Kapalı kalan anaokullarının büyük kısmı sosyoekonomik düzeyi görece düşük grupların daha çok tercih ettiği devlet kurumlarıdır. Çevrimiçi derslerde çok ciddi teknik sorunlar yaşandığı, uzaktan derse katılmak için bir odası, bilgisayarı ve internet bağlantısı olan çocukların dahi bağlantıdaki sorunlar ya da uzun süre ekran başında oturmanın verdiği konsantrasyon güçlüğü nedeniyle dersi takip etmekte güçlük çektiği hepimizin bildiği bir gerçek. Dahası, ülkemizdeki çocukların çok büyük bir kısmının bu imkanlara erişemediğini de biliyoruz. Erişebilseler ve dersler teknik aksaklık olmadan düzenli yapılsa dahi, 6-8 saat boyunca internet üzerinden ‘ders yapmaları’ bu yaş grubu çocukların eğitim aldığı anlamına gelmez. Çocuklar bu kadar uzun süreler boyunca ekrana ve derse odaklanmakta ciddi zorluk yaşamaktadırlar. Öğretim açısından bakarsak, bu şekilde dersler bildikleri eski konuları unutmamalarına destek olabilir. Ancak uzaktan ders ile bu yaş grubuna yeni konular öğretmenin ne kadar zor olduğu birçok öğretmen tarafından dile getirilmektedir.
Dezavantajlı gruplar daha zarar görüyor
Okulların kapalı tutulmasının zararları eşit dağılmamakta; en çok yoksullar, göçmenler, azınlıklar, kadınlar gibi dezavantajlı gruplar zarar görmekte; zararlar sınıf, etnisite ve cinsiyete göre farklılıklar göstermektedir. Okul kapanmasından en büyük zararı yoksul çocuklar, kız çocukları, eğitimsiz ailelerden gelen ve anadili Türkçe olmayanlar ile özel ihtiyaçları olan çocuklar görmektedir. Halk sağlığı perspektifinden baktığımızda salgının tehlikelerini değerlendirirken, bu fiziksel, psikolojik ve toplumsal zararların da dikkate alınması gerekmektedir. Bu tartışmada en az kulak verilen paydaşlar olan çocuklar ile yoksul ve eğitimsiz velilerin seslerine kulak verilmelidir.
Türkiye’deki annelerin %92’si lise mezunu değildir ve üçte birinin okuma yazması yoktur. Bu annelerin uzaktan eğitimde çocuklarına destek vermeleri çok zor, kimi zaman imkansızdır. Şehirlerde çocukların çoğu apartmanlarda yaşamaktadır ve bir bahçeye erişimden mahrumdur. Pek çok çocuğun evde
ders çalışabileceği kendine ait bir alanı yoktur. Bütün bu açılardan değerlendirildiğinde, Türkiye’de okulların kapanmasının çocuklara zararlarının zengin ve sosyal devleti gelişmiş ülkelere
oranla çok daha yüksek olduğu ve bu zararın da en çok yoksul haneleri etkileyeceği kesindir.
"MEB'in masrafları azaldı, özel okullar da gelirlerini garantiledi"
Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu UNICEF ve Avrupa Hastalık Kontrol ve Önleme Dairesi ECDC gibi kurumlar özellikle ilkokulların eğitime açılması ve kapanmaması için çağrılarda bulunmaktadır.
Okul öncesi eğitim kurumları ve ilkokulların eğitime açılmasına en büyük engellerden biri ‘alınması gereken önlemler’in devlet tarafından alınmadığı argümanıdır. Ancak dünyadaki önerilere ve örneklere bakıldığında bu yaş grubu için alınması gereken önlemlerin çok basit olduğu görülür. Öncelikle, yetişkinlerin bir araya geldiği iş yerlerinde alınması gereken tüm önlemler elbette okullarda da alınmalıdır. Buna ek olarak ilkokul çocuklarının maske takması, sınıf mevcudunun 25-30’un altında tutulması ve pencerelerin düzenli olarak açılarak sınıfların havalandırılması gibi basit ve Türkiye’deki okulların çok büyük kısmında kolaylıkla alınabilecek önlemler büyük oranda yeterlidir.
Okul öncesi eğitimin ve ilkokulun kapalı kalması salgın kontrolüne fayda sağlamıyor, çocuklara, kadınlara, ailelere, öğretmenlere ve topluma zarar veriyorsa, bu tablo Türkiye’de neden tartışmaya açılmadı?
Çok sayıda paydaşla yaptığımız görüşmeler ve incelediğimiz veri ve bilgiler ışığında bu sorunun cevabı bizce okulların kapalı kalmasının ekonomi politiğindedir. Okulların kapanmalarından kimlerin kazancı ve zararı olduğu masaya yatırılmalıdır.
İçinde bulunduğumuz durum kayıtlarını ve gelirlerini garantilemiş dev özel okul zincirlerinin masraflarını azaltmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın da bu durumda masrafları ciddi bir şekilde azalmış durumda. Güçlü pozisyondaki bu paydaşlar okulların kapalı kalmasından bir zarara uğramamakta.