Sezin Öney*
Avrupa Parlamentosu’nda (AP) Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki müzakerelerin dondurulmasına yönelik karar ne anlama geliyor?
Bir kere, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’nin “milli iradesini” temsil eden en önemli kurumsal yapı. Ayrıca da, Avrupa genelinden 751 üyeden oluşuyor ve dünyada, Hindistan Parlamentosundan sonra, en çok sayıda seçmenin oyuyla seçilen Meclis. Yani, “çokluk” penceresinden bakıldığında, dünyada en kalabalık “milli irade” temsiliyetine sahip seçilmiş kurum. Bu açıdan da, Avrupa Birliği (AB) kurumları arasında, siyaseten “ahlaki” ve “psikolojik” ağırlığı en büyük olanı. Evet, özellikle, Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelere yönelik dış ilişkiler konusunda, AP’nin bağlayıcı hukuki bir yaptırım gücü yok. Mesela 24 Kasım 2016 günü alınan Türkiye’ye yönelik tavsiye kararı, gerçekten de hemen, şu an müzakerelerin dondurulmasının sağlayacak bağlayıcılığa sahip değil. Buna karşılık, AP’nin doğrudan olmasa da, dolaylı biçimlerde Avrupa’nın dış siyasetini etkileme gücü büyük.
Avrupa’da yaşayanlar veya bu dönemlerde yolu düşenler farkına varıyorlardır: tüm kıta genelinde, Türkiye’ye, daha doğrusu Türkiye’deki bugünkü siyasi iktidar sahiplerine yönelik büyük bir “popüler alerji” var. AP’nin kararı ise, bu alerjinin yansıtılmasından çok, Türkiye’de “güncel gelişmelerin” dengelenmesi ve AB ile ilişkilerin yeniden ivme kazanabilmesi için çaba gösterilmesi arzusunu yansıtıyor. “Popüler alerji” kısmının yansıması daha çok aşırı sağ partilerin tavrında söz konusu oluyor. Zira, 479 Avrupa Parlamentosu milletvekili, müzakerelerin dondurulmasını desteklerken, 37 milletvekili de, dondurulmaya karşı çıktı: ancak, karşı çıkanlar da, ağırlıklı olarak Türkiye ile müzakerelerin tamamen bitirilmesini talep eden aşırı sağ temsilcileri idi. Yani, Avrupa kamuoyunda, Türkiye ile ilgili esen negatif havayı yakalayıp, bunu kendi siyasi çıkarları için olumsuz biçimde kullanmak isteyenler...
Tabii, AP’nin, siyasi profiline baktığımızda, son yıllarda, Avrupa genelinde merkez partilerin erimesi ve aşırı sağ kadar sol popülizmin de yükseldiği ilk platformun burası olduğunu da gözardı etmemek lazım. Aşırı sağdan, Fransa’dan Marine Le Pen, Britanya’dan Nigel Farage gibi liderler AP milletvekili ve Macaristan’ın aşırı sağ partisi Jobbik, Avrupa gündeminin başına oturmalarına neden olan politik çıkışlarını hep AP’de temsiliyet hakkı kazanarak gerçekleştirdi. Buna karşılık, sol popülizm örneği İspanya’dan PODEMOS ve İtalya’nın her türlü siyasi yelpazeden popülistin bulunduğu Cinque Stelle (Beş Yıldız) hareketi de, AP seçimlerindeki başarıları ertesi, kendi ülkelerinde de hızla yükseldiler. Tüm bunları vurgulamamın sebebi, AP’nin, “popülizmin” esiri olduğunu iddia etmek falan değil. Tersine, AP’nin, AB üye ülkelerinde yaşanan gelişmelerin nasıl en çok yansıdığı kurumsal mekân olduğunun altını çizmeye çalışıyorum. İşte, tam da bu sebeple, AP’nin kararları, “hukuki bağlayıcılığı yok; bir yaptırıma yol açmaz” diye silinip atılamaz. Tersine, AP’nin Türkiye ile ilgili kararı, geleceğe ciddi bir şerh düşmekte: Ankara, hukuk devleti ve insan haklarına yönelik normlar ve anlaşmalar, haklar ve özgürlüklerin ihlalleri konularına yönelik olarak frene basmazsa, sonuçlarına da katlanır sinyalini vermekte. Avrupa halklarının temsilcilerinin, kanaatini, rengini, neredeyse yüzde yüzlük bir çoğunlukla ortaya koymakta.
AP kararında tam olarak neler var?
Bir kere, AP kararının, Parlamentoda temsil edilen altı başlıca partinin ortak kararı ile oluşturulduğunu anımsatmakta yarar var. Geri kalan, yani metnin oluşturulmasına destek vermeyen politik hareketler ise, aşırı sağ partiler. Parlamentonun ezici çoğunluğunun üzerinde uzlaştığı metinde ise şunlar yer alıyor:
--- Türkiye ile olan müzakereler, geçici bir süre askıya alınmalı. OHÂL kaldırıldığında da, müzakerelere geri dönülmeli. Müzakerelerin dondurulması veya askıya alınması, hangi tabiri kullanırsanız kullanın, devam eden müzakerelerin durdurulması ve yeni müzakere adımlarının atılmaması anlamına geliyor.
--- OHÂL’in kaldırılması ile beraber, “hukukun üstünlüğünün sağlanması ve insan haklarına olan saygının tesis edilmesi” de, müzakerelere dönüş için koşul olarak gösteriliyor. Bu ifadelere ek olarak net bir başka çerçeve çizilmediğinden, aslında müzakerelerin devamı için ön şart, sadece OHÂL’in kaldırılması ve daha fazla gazeteci, yazar, akademisyen tutuklanmaması; tutuklu olanların serbest bırakılması gibi de alınabilir. Diğer bir deyişle, OHÂL’in kaldırılması temel şart ve bahsettiğim tarz “iyi niyet adımları” da destekleyici olarak, (eğer dondurulurlarsa)
müzakerelerin başlatılmasına ön koşul olarak ele alınacaktır.
--- Metinde, AP’nin asıl “can yakıcı” yaptırım tehdidi, AB ile Türkiye arasında, Gümrük Birliği’nin yeniden müzakeresini durdurmak; AP kararı, Gümrük Birliği revize edilmesi konusunun askıya alınmasının, Türkiye’yi ekonomik olarak da etkileyeceğini vurguluyor.
--- AP’nin, diğer AB kurumlarına işaret ettiği başka bir husus ise, Türkiye’deki sivil toplumun güçlendirilmesi ve daha çok muhatap alınması gerektiği. Ayrıca, hukuk devleti normlarına saygı gösterilmesi için Venedik Komisyonu’nun da ön plana çıkarılması gerektiği ifade ediliyor.
--- AP kararında özellikle üzerinde durulan, irade göstermeyen tarafın Türkiye’deki siyasi erk sahipleri olduğu. Bu açıdan, vize serbestisinin kapanmış bir konu olmadığına, talep edilen 72 maddeden yedisinin hâlâ yerine getirilmemesinin vize serbestisini bloke ettiğine dikkat çekiliyor.
--- Ve çok net olarak konulan kırmızı çizgi, idam konusu: Geldiği anda, müzakereler ötesinde, Avrupa ile tüm ilişkilerin kesilebileceği ima ediliyor.
--- Bu arada, Lozan Anlaşması’nın tartışmaya açılmasının son derece abes bulunduğu da belirtiliyor.
Önümüzdeki süreç
Avrupa Parlamentosu’nun, Avrupa kurumları arasında, psikolojik, ahlaki; yani normatif duruşun temsilcisi olduğunu bir kez daha vurgulayalım. “Realpolitik” tarafını ise, Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Konseyi temsil ediyor. Bu nedenle de, üye ülkelerin liderleri ve AB’nin kurumsal olarak üst düzey makamlarda bulunan politikacılarının yönelimleri, bundan sonraki süreci etkileyecek başlıca unsur. Önümüzdeki iki-üç haftalık süreç, AP kararının “şimdilik” gözardı mı edileceği, yoksa hayata geçirilmesi yolunda ufak da olsa adımlar mı atılacağı yönünde belirleyici olacaktır. 15-16 Aralık’ta gerçekleşecek olan AB üye ülkeleri liderler zirvesi, bu açıdan asıl kritik eşik. O döneme kadar, AB kurumları ve üyelerindeki iktidarlar Türkiye’yi izleyecektir. Ankara “idam”, “OHÂL”, “Lozan” kilit konularında ne kadar esip gürler ve ısrarcı olursa, o zaman üye ülke liderleri de o kadar negatif tutuma itilir.
Ya “mülteci kartı”?
Peki ya, sürekli tehdit vesilesi olan “Mülteci Anlaşması” konusu? Ankara, bu konuyu o kadar sık gündeme getiriyor ve şantaj malzemesi yapıyor ki, sonunda konu “tehdit” olma gerçekliğini yitirmeye başlıyor. Son kertede, Türkiye sınırlarının tek taraflı olmadığını, sınırın öte yanında da Yunanistan ve Bulgaristan emniyet güçleri olduğunu unutmamak gerek. Keza, NATO da, Ege Denizi’nde mülteci kaçakçılığına karşı aktif rol oynuyor. Bu açılardan, Türkiye bir, “rogue state”, yani uluslararası ilişkilerden dışlanan bir “haydut devlet” konumuna düşme riskini almadan, “Suriyeli mültecileri Avrupa’ya yollama” blöfünü gerçekleştiremez. Unutmayalım ki, daha önce mültecilerin Avrupa’ya kaçışları başladığında, bunda Türkiye devletinin bir rolü olduğu gibi bir açık, net kanıt, delil yoktu. Şimdi ise, eğer Suriyeliler başta olmak üzere mültecilerin Avrupa’ya yönlendirilmesi söz konusu olursa, insan kaçakçılığını teşvik eden bilfiil Ankara’nın kendisi olacak. Dahası, hep Suriyelilere gösterdiği hüsnü kabulden dem vuran Ankara’nın, bu insanların hayatlarıyla siyasi bir kumar oynamayı hayata dökmesi, (hâlâ kalabilen) “insani argümanlarının” da çöp olması demek.
Ne yazık ki, Türkiye’de en etkili muhalefet, dolar paritesi...Ve doların sürekli Türk lirasına karşı değer kazandığı bugünlerde, “haydut devlet” damgasını yiyen bir ülkenin ekonomisinin de çakılacağını öngörmek zor değil. Sadece mülteci meselesi değil, ekonomisinin önemli bir kısmı Avrupa’ya bağlı Türkiye’nin, AB ile tüm diyaloğunu gerip durması, “dolar muhalefetinin” gittikçe güçlenmesine yol açıyor. Yani, AB ülkeleri, Aralık ortasında hiçbir tutum değişikliğine gitmeseler bile, Ankara’nın öfkeli tutumları ile AP’nin tavsiye kararının yarattığı hassas dengeler, yatırımcıları ve ekonomiyi olumsuz etkileyecek, dolar muhalefetinin ivme kazanmasına neden olacaktır.