İsmail Özcan
Türkiye’de birkaç on yıldır yazılı, sözel ve görsel medyanın her türünde hususiyle sanattan, edebiyattan, müzikten vb. bahseden yazar, bir elin parmak sayısı kadar bile kalmadı. Bu konuda Doğan Hızlan, Selim İleri, Beşir Ayvazoğlu, Metin Celal gibi hemen akla geliveren isimler ne yazık ki çok az. Neredeyse mevcut bütün yazarların yatıp kalkıp işledikleri tek konu politika. Artık okuyucuların, sıradan vatandaşların içi dışı politika oldu. Bizler de yazarlar gibi politika ile yatıp politika ile kalkıyoruz. Sabri Esat Siyavuşgillere, Peyami Safalara, Refi Cevat Ulunaylara, Burhan Feleklere hiç değilse gençlik yıllarında yetişen bizler, söz konusu yazarlardan politikadan çok bilgi, görgü, insanlık, sanat ve edebiyatla ilgili birbirinden değerli yazılar okurduk. Yarım yüzyıldan kısa bir süre içinde hepsi tarih oldu.
28 Eylül 2017 tarihli Karar gazetesinde Beşir Ayvazoğlu, “Bartok, Sarısözen ve Türkülerimiz” başlıklı bir yazıda, Cumhuriyetten sonra, sözel bir folklor ürünü olan türkülerimizin derlenip kayıtlara geçirilmesi için gösterilen uzun ve yoğun çabalardan ve bu çabada rol alan insanlardan köşesinin elverdiği kadar bahsetti. Bu bize türkülerimizin sadece derlenip toparlanması, kayıtlara geçirilmesi açısından değil, Anadolu’nun sesi, Anadolu’nun sözü olarak başka birçok açıdan da onlar üzerinde durmak gerektiğini hatırlattı. Türkülerimizin bu bağlamda üzerinde mutlaka durmak gereken yönlerinden biri de onların sahip oldukları lirizmdir; duygu yoğunluğudur; kendini mertçe, dürüstçe ve büyük bir içtenlikle ifade ediştir.
Anadolu insanı şehirliler, okumuş yazmışlar gibi avaz avaz dile getiremediği çok çeşitli hissiyatını en etkili şekilde türkülerle dile getirmiştir.
Yıllar önce bir yerden not ettiğim, sahibi var mı, anonim mi olduğunu bilmediğim şu dörtlük bu hissiyata çok iyi tercüman olmaktadır:
Bağlama dediğin üç tel bir tahta
Ne şaha baş eğmiş, ne taca tahta
Bütün dertleri özetlemiş bir ahta
Bozkırda naradır bizim türküler.
Biz bu yazıda Anadolu türkülerinin içerdiği derin lirizmden, folklorumuzun başka unsurlarında çok az rastlanan yürek yakıcı duygu yükünden söz edeceğiz.
Anadolu insanı aşkını, sevgisini, hasretini, ayrılığını, kavuşmasını, sevincini, acısını, ukdesini, duasını, bedduasını, hâsılı insana özgü hemen her duygusunu en çok türkülerle dile getirmiştir. Onun ruhu, iç dünyası en açık şekilde türkülerde tezahür eder. Hissiyatını bu ölçüde, bu yoğunlukta folklorun herhangi bir unsuruyla ifadeye koyan başka bir halk çok azdır. 20. Yüzyılın başlarında cereyan eden Yemen ve Çanakkale savaşlarının Anadolu insanında yarattığı travmayı, trajediyi daha açık anlatımla çaresizliği Yemen ve Çanakkale türküleri kadar hangi sözel ve yazılı araç ifade edebilir? Türküler, Anadolu insanının kendi irade ve ihtiyarı dışında başına gelmiş felaketler karşısında yaktığı ağıtlardır. Onların ezgileri de en az sözleri kadar etkilidir, yürek yakıcıdır.
Türkülerimizi tanımak, bu toprağın insanını daha iyi tanımak; onun esrarlı iç dünyasını daha iyi anlamak demektir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, kültürümüzün temel eserlerinden biri olan Beş Şehir adlı eserinin Konya bölümünde, “Ben Orta Anadolu türkülerini o gurbet, keder, türlü ten yorgunluğu ve iç darlığı dolu acı dert kervanlarını bu şehirde tanıdım.” diyor.
Erzurum’u anlatırken de bu büyülü Doğu Anadolu şehrinin bin bir özellikleri arasında doğal olarak türkülere de yer veriyor. Sözünü ettiği birkaç Erzurum türküsü içinde özellikle “Billur Piyale” ve “Sarı Gelin” türkülerinin çok etkisinde kaldığını anlatıyor. Bu iki türkü için çok özet olarak ifadeleri şöyle:
“Billur Piyale, bu küçük parça baştan aşağı incelik, zevk, lezzettir. Gerçekten billurdan bir kadeh…”, “Erzurum çarşı Pazar, diye başlayan Sarı Gelin türküsünün ise canlandırma kudretine daima hayran oldum.”
Tanpınar, Beş Şehir’de birkaç yerde çeşitli vesilelerle türkülerden bahsediyor. Türkülerle ilgili kesin kanaati ve nihai hükmü ise şudur: “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka türkülerinden gitmelidirler.”
Bu, türküleri tanıyıp anlamadan Anadolu’yu anlamanın imkânsız olduğunun Cumhuriyet Türkiye’sinin en büyük edebiyatçısının ağzından dile getirilmesi demektir. Ama ne yazık ki şimdiye kadar türkülerimizin üzerinde bu anlamda hiç durulmamıştır.
Burada her çeşit insani duyguya tercüman olan bütün türkülerden örnek vermemizin mümkün olmadığı açıktır. Ama okuyucumuzu bir fikir sahibi yapacak kadar örnekler sunmayı da bir görev sayacağız.
Dilimizde hasretin, özlemenin, şu Kayseri türküsündeki kadar içten, gönülden dile getirildiği sözel veya yazılı kaç metin bulabiliriz:
Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun,
Gördün güzelleri beni unuttun
Sılaya dönmeye yemin mi ettin
Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı.
***
Kolaylıkla gidilip gelinemeyecek, ana babası ve ailesiyle istediği zaman görüşemeyeceği uzaklıktaki yerlere gelin verilen kızlar için yakılan şu Edirne türküsü ne kadar içten, ne kadar duyguludur:
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özlerim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özlerim
***
İlk bölümü,
Hanaylar yaptırdım, döşetemedim
Çifte kumruları eş edemedim
Zalim felek ile baş edemedim
Konma bülbül konma çeşme taşına
Şu gençlikte neler geldi başıma
Sözlerinden oluşan Kıbrıs türküsünün ne kadar yoğun bir inkisarı, hayal kırıklığını dile getirdiğini fark etmeyecek, bu inkisarı yüreğinde hissetmeyecek bu toprağa bağlı bir insan düşünmek mümkün müdür?
Bedri Rahmi Eyüboğlu “Türküler Dolusu” adlı şiirinde türkülerimizdeki lirizmi, duygu yoğunluğunu en iyi anlatan şairlerimizden biridir. Edebiyatımızda türkülerimiz üzerine yazılmış çok içli, çok samimi bu müstesna şiirin hiç değilse bazı bölümlerini anmadan türküler üzerine yazılmış böyle bir yazı amacına ulaşmış sayılmaz.
***
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
***
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen'i
Öleni kalanı gidip gelmeyeni
***
Ah bu türküler köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan mürekkep değil
İşte söz, işte ses, işte biçim:
Tanpınar’ın söylediği gibi türküleri tanımadan Anadolu’yu doğru dürüst anlamak, yorumlamak mümkün değildir. Anlamak istediğimizde de elimizdeki en iyi, en işlevsel araç türkülerimizdir.