Kültür-Sanat

Alev Alatlı: ‘Zekâmın övülmesine sinirleniyorum'

'Zekâma iltifat edenleri sığ bulurum. Zekâ sadece beynin yapılanmasıyla ilgilidir, bilgiyi çalıştıran iyi bir alettir, bilgi olmadan hiçbir işe yaramaz.'

15 Mart 2009 02:00
'Zekâma iltifat edenlerin tavrını fevkalâde üstenci bulurum. Zekâ sadece beynin yapılanması ile ilgilidir ve bilgiyi çalıştıran iyi bir alettir. Zekâ bilgi olmadan hiçbir işe yaramaz' diyen Alev Alatlı Yeni Şafak gazetesinde yer alan röportajında bilgiye ulaşma yolculuğunu anlattı.

Avrupa Birliği, Eğitim, Demokrasi, Din, Filistin, Irak, Ekonomi, Kuantum fiziği, Rusya, Yahudi sorunu, Milliyetçilik, kadın sorunu, Ermeni meselesi ve G.Doğu sorunu gibi geniş yelpazede kalem oynatan Alev Alatlı'nın zekası çevresi tarafından övülüyor. Ama o bu sözlere sevinmek yerine kızıyor. Çünkü ona göre, bilgi zekâdan daha önemli. 'Bilgi alın teri, zekâ ise Allah vergisidir' diyor.

Sigaradan çatallaşmış sesi, zeki bakan gözleri ve sevecenlikle karşıladı bizi Alev Alatlı…Şimdilerde yeni bir kitap çıkardı, adı: 'Aklın Yolu Bir Değildir'. Kitabın içinde dikkatimizi çekmeyen faydalı ip uçları yer alıyor. Ama bu defa kitaptan daha ziyade, yazılanlardan ötürü yazanı konuşalım dedik. Ve Beykoz'un yamaç üzerinde kalan, kitaplarla benzenmiş evine konuk olduk. 33 yıldır evden çıkmadan kendini yazmaya adamış bir yazarın, bilgiye ulaşma yolculuğu oldukça heyecan vericiydi…Bu heyecanı paylaşmak için bir araya geldik ve birazdan okuyacağınız röportaj çıktı ortaya.Kitabında geçen ifadeyle 'Hadi Baştan Alalım!'

Düşünmeye olan yatkınlığınızı kaç yaşınızda fark ettiniz?

Bilmem! Oldum olası “bunun aklı bir karış havada” derlerdi, bakın onu hatırlıyorum. Bir de, okuduğum çocuk kitaplarının ille de ikinci, üçüncü ciltlerini yazardım aklımdan. Anlaşılan, 'onlar ermiş muradına biz çıkalım tahtına' gibi “son”ları hiç kabul etmemişim. Hayatın bir akı olduğunu çabuk öğrendim zahir.

Nasıl bir aile sizin ki...

Ciddi, çalışkan, kuralları olan, yurtsever, elinden kitap düşmeyen bir aile. Annem de, babam da öyleydi. Bir de fena halde politik. Annemin 'kızım ben babanızla evlendiğimden bu yana yatakta üç kişi yatarız: ben, babanız ve zamanın başbakanı' diye bir lâfı var. Düşünün artık! Dinlenmeyen haber, okunmayan gazete, hakkında konuşulmayan bir başbakan yoktu bizim evde. Altı yaşında filân olmalıydım. Vakit ayırır, anlatırdı. Tarih, coğrafya vs. Meraklı bir çocuk için bulunmaz bir nimet. Allah rahmet eylesin.

Asker bir babanın kızısınız. Asker disipliniyle mi büyüdünüz?

Evet. Asker disiplini, ciddiyeti ve ülke sevgisiyle.

Askerler ülkelerini daha mı çok severler?

Herhalde, hayır. Ama ülkenin hem tarihini hem de şimdisini daha iyi bildikleri doğrudur. Şimdisi sözünü açayım: Acemi birliğinde toplananları düşünün başka hiçbir meslekte ülke gençliğine böyle nüfuz edemezsiniz. Bir de silâh sanayiindeki gelişmeleri yakından takip ettiklerinden tabii bilimlere geleneksel olarak daha yatkındırlar. Daha '50li yılların başlarında babam ABC derdi, atom-biyoloji-kimya kurslarına giderdi. Mutfak masasının üstüne bir parça un döküp, bana atomun ne kadar küçük olduğunu anlattığını dün gibi hatırlarım. Bir de Fransız-Vietnam savaşını, duvarda asılı Güneydoğu Asya haritasının üzerinden. İnsanın dünya görüşünü yapılandıran şeyler bunlar.

Sizi nasıl bir anne yetiştirdi?

Fevkalâde üretken, evinin dış boyasını bir başına halletmek dahil eli ayağı tuttuğu sürece engel tanımayan, olmazları olduran, güzelden taviz vermeyen, sanatçı ruhlu, bağımsız bir kadındı annem.

Bağımsız ruh ne demek?

Cumhuriyetin özenle yetiştirdiği at binen, Victor Hugo okuyan kızlardan. Ömrü boyunca çalıştı.

Öyle ki, sinemada bile örgü örerdi, düşünebiliyor musunuz? Aile bütçesini ayakta tutan annemdi.

17 yaşınızda evlenmişsiniz. Aşık mıydınız?

Aşıktım aşık olmasına da, aşık olmak evlilik için yeterli gerekçe midir, hele de o yaşta? Olmadığı ortaya çıktı. Farklı kulvarlarda gelişiyorsunuz, ilgi alanlarınız farklılaşıyor, hedefleriniz farklılaşıyor, yollarınız kesişmez oluyor. Yürümüyor. Hele de benim gibi hayata doğrudan dokunmayı isteyen bir kadın için çok zor.

Neden yaptınız peki?
Başta babam çok sıkı kurallar koymuştu. Güneş batmadan evde olmak zorunluluğu gibi. ODTÜ'deydim, dersler uzuyordu. Her gece azar işitmek, her gece dizlerim titreyerek eve gelmek vs. derken evlilik özgürlük gibi göründü - hele de sınıf arkadaşımla olunca mutlu bir okul hayatı garantilenecekti. Bakmayın siz okul benim için çok önemliydi. Çok severek okuyordum. Halâ da öyledir ya.

Nasıl bir evlilikti bu?

Söylediğim gibi, farklı kulvarlarda ilerleyen iki insanın olmayacak beraberliği. Farklı ilgi alanları, farklı değerler, farklı amaçlar… Yine de, iyi ki evlenmişim, kızımı kazandırdı bana.

Sizin anneliğiniz nasıldır? Anneniz gibi bağımsız mı?


Disiplinimi kızımın varlığına borçluyum. Üretkenlik nedir annemden öğrendim ama idame ettirmeyi kızıma borçluyum.

Nasıl bir anneanne?

Her an bilgisayarı açık, kitaplar içinde bir anneanne. Bunun dışında değerlendiremiyorum - ha, bir de yemekleri ben yaparım. Artık yavaş yavaş isteklerini de bildiriyorlar.

Dışarı hiç çıkmıyormuşsunuz. Sizin için dışarısı ile içerisi arasında nasıl bir fark var?

Dışarıdayken çalışamıyorsunuz! Yazmanın kazak örmek gibi bir tarafı vardır bilirsiniz. O ilmeği atacaksınız ki, örgü üresin değil mi? Şişleri bırakır, gezmeye çıkarsanız üremez. Ben de oturmayı öğrendim.

Yazma kararı aldığınızda 32 yaşınızdaydınız. Parayı değil yazıyı seçtiniz. Seçiminiz sizi mutsuz etti mi?

Asla. Gerçekçi bir insanımdır. Mutsuz olacağımı bile bile bir yaşam biçimini seçmez, yanılmış da seçmişsem, farkettiğimde vazgeçerdim. Kendimi her an, her şeyi bırakıp, örneğin limon satmak gibi, alâkasız bir uğraşın içinde görebilirim. Eşyaya da bağlılığım yoktur, statüye de. Önemsemem de zaten. Özgürlük biraz da böyle birşey.

Yazı yerine parayı seçen bir Alev Alatlı nasıl olurdu?

Olmazdı. Para kazanır kazanmaz, şimdi ne olacak diye düşünmeye başlardım. Benim için hiçbir şey nihai değildir - ölümden başka. Değişmeyen tek şey değişim. Bu da heyecan verici zaten.

Hayatın kendisi bezelye

Amerika'da zengin bir kadının evine gitmişsiniz. Kadın çok zengin ve altın tabak içinde yemek servisi yapılmış. Yemek yerken bezelyenin bir türlü çatala gelmeyip tabaktan dışarıya fırlaması sizi güldürmüş. Bugün o bezelyenin yerine koyduğunuz şey nedir?

Hayatın ta kendisi o bezelye. Taht yapar, baht yapamazsınız. Onun için de o altın tabaklar o kadar komikti ya zaten. Bir de düşünün nasıl da kanlı bir maden olduğunu altının. Kökü kurutulan halkları düşünün. Kemiklerine kadar sıyrılan dağları düşünün. Yokedilen tarım arazisini, otları, çiçekleri düşünün. Ben almayayım, ne bilezik, ne de tabak olarak!

Sizin için insanın yaşamını sürdürebilmesi için nelere ihtiyacı vardır?

Bunun tek bir cevabı olamaz ki. Zamana, mekâna, aileden aileye, insandan insana değişir ihtiyaçlar. Önemli olan kişinin kendisini tanıması. Kendisini kandırmaması. Örneğin, yaşamda en çok değer verdiğiniz şey dış görünüşünüz ise estetik cerrahi sizin için olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Bunu kabul edip, gerekeni yapmanız gerekir. “Sadece geçinmek” de böyle birşey. Benim sadece geçinmek kavramımın içinde kızımın iyi bir okulda okuması vardı, meselâ. Okul taksitleri vardı. Dil öğrenmesi için gerekli harcama vardı. Kısmaya razı ve teşne olduklarımı kıstım ki, bunlar herkes için farklı.

Evinizin hangi köşesi sizin için kurtarılmış bölgedir?

Biz aynı çatı altında ama iki ayrı evde yaşıyor gibiyiz. Kurtarılmış bölge söz konusu değil ama kendi kütüphanem var, orada çalışıyorum. Bir de saygılıdır çocuklarım, kimse kimsenin masasını kurcalamaz. Yazılı kâğıt atılmaz vs.

Dışarıdan kırılmaz bir kabuğunuz varmış gibi görünüyor?

Bilmem! O nedir? Gerçekten böyle birileri var mıdır?

Yazan insanlar uzman olduğu konuda çok iyi konuşuyorlar ama konu kendilerine geldiklerinde derin bir sessizlik oluyor. Sizde de var mı bu?

Evet biz yazanlar konuşmasını pek sevmeyiz. Yazdığınızda düşündüğünüzü tam olarak ifade edecek vaktiniz var. Ama konuşurken karşı taraf beklediği için paldır küldür cümle kurmak zorunda kalıyorsunuz. Yazarlar bundan hiç hazetmez ben dâhil. Aynı insana yazıyla sorun çok daha iyi bir sonuç alırsınız.

Bilgi ile örülü insanlar başka konulara karşı tavırları küçümseyicidir neden?

İşiyle meşgul ve ilkeli insanlar leblebi, çekirdek konuşmaktan pek haz etmezler. Olsa olsa bir ciddiyettir. Mesela; bana gelip Deniz Seki ile ilgili birşey sorsanız, suratımdan bıkkınlığımı görürsünüz. Bu konular sıkar beni.

Peki bilgi insanı katılaştırıyor mu?

Hayır. Tam tersine esnetiyor. Dik duran boş başaktır, bilirsiniz.

Bilginizin sizi zaman zaman zehirlediğini düşündüğünüz oldu mu?

Ben bilsizliği ululayan birisi değilim. Cehaleti insan yaşamının aşılması gereken bir süreci olarak görürüm. Bu bakımdan 'zehirlemek' gibi bir kelime ile asla bağdaştırmam bilgiyi.

Peki ya bilginin mutsuz etmesi…

Elbette sizden daha az donanımlı insanların kendilerini sıkıntıya sokacak hata yapmakta ısrar ettiklerini gördükçe üzülüyorsunuz. Önlemeye gücünüz yetmediğinde daha da üzülüyorsunuz. Ama bu onlar gibi bilgisiz ve masum olmak istediğiniz anlamına gelmiyor. Ben iyi talihimin kefaretini okul kurarak ödemeye çalıştım. Biliyorsunuz, Kapadokya'da bir meslek yüksekokulu kurduk, paylaşıyoruz.

Anlayamamak beni korkutur

Zekânıza hayran insanlar var. Zekâ nasıl bir şeydir sizin için?

Zekâma iltifat edenlerin tavrını fevkalâde üstenci bulurum, hatta sinirime dokunur. Altmış beş yaşında bir kadının varsa bir faikıyeti, zekâsı olmamalı. Hele de dile getiren, kendisinden yaşça ve donanım olarak çok daha genç birisiyse. Anlamsızdır. Ayıptır.

Neden ayıp olsun? Zekâ övülebilecek bir şey değilse nedir?

Zeka beynin yapılanması ile ilgili, kanallar ne kadar hızlı işliyor. Her beyin başkasınınkine benzemiyor. Einstein'ın beynine bakmalarındaki sebep de budur. Zekayı her yerde bulabilirsiniz. Coğrafyayla ilgisi yoktur bunun. Sadece iyi bir alettir. E nolmuş? O beyin kullanılır hale gelmezse hiç bir işe yaramaz.

Bilgi zekadan daha önemli...

Kesinlikle...

O yüzden mi bilginiz yerine zekânız övüldüğünde kızıyorsunuz?

Yanlış yönlendirilme olduğunu düşünüyorum. Birinin zekâsına iltifat etmek başkasıyla arasına set çeker. Çünkü Allah vergisi bir şeydir bu. Böyle şeyler söyleyenler ne benim zekâmı bilir, ne bilgimi bilir, bir şey söylemek için yapar.

Hayatınızda biriyle yarışmak zorunda kalsaydınız bu kim olurdu? Kadın mı yoksa erkek mi?

Yarışsam yarışsam kendimle yarışırım. Orada da, kadın olan yarımla mı, erkek olan yarımla mı yarıştığım hiç fark etmez! İkisi de benim.

Ne korkutur sizi?

Anlamamak. Anlayamamak. Anlarsam hiçbirşeyden korkmam.

Ya anlaşılmak. Ne kadar önemlidir sizin için?

Çok önemli değil. Çünkü elinden geleni yaparsın. Ama olmayacağını da bilirsin. İnsanlar kendini doğrulamak için okurlar daha çok. Yeni birşeyler öğrenmek için okuyan çok azdır. 100 cümle yazarsınız 3'ünü anlarlar o da size yeter. Tevazu da oradan gelir.

Başaramadığınız, yapamadığınız birşey oldu mu hiç?

Olmadı. İnanırsanız hayatta hiçbirşey zor değildir. Başaramadıysan o andır, nefes alıp tekrar denersin. Ama mutlaka olur.

Ölüm fikri telaşlandırıyor mu sizi?

Telaş değil de, varlığımın bu en büyük tecrübesi ile nasıl halleşeceğimi merak ediyorum. Provası da yok ki, bir fikrim olsun! Tek duam var, Allah sıralı ölüm versin.

Aklın yolunun bir olmadığını biliyordum

'Aklın yolu bir değildir'. Aristo'nun kemiksileşen kurallarını bozuyor.
Evet. Çünkü aynı sonuca birden fazla yolla ulaşılabilir. Sonuca ulaşma yolu sonucu değiştirmez.

Bart Kosko sizi aklın yolunun bir olmadığına nasıl ikna etti?

Ben böyle bir şey olduğunu zaten biliyordum. Beni mutlu eden bunun matematikleştirilmiş olması oldu. Ama bu zaten İslam arkaplanı. Asyalı olmamızın getirdiği bir arka plan.

Aynı bilinç tasavvufta da var...

Evet. Ezoteriklerden başlar. Hristiyanların da ezoterikleri vardır. Hıristiyanların Roma İmparatorluğu'nda devletleşmesi var. Devletleşip gücü ele geçirdiği zaman sertleşiyor. Pozitivizme denk geliyor. Sanki başka tarz yokmuş gibi tek şekle sokuyorlar. Bunun da bir iki başarısı olunca insanları bu kalıbın doğru olduğuna ikna ediyorlar.

Bu yolun birden fazla olması hayatı kolaylaştırır mı peki?

Kolaylaştırılacak olan eğer sonuçsa; hayır. Rus, Alman, Arap matematiği diye birşey vardır. Matematikte bile yollar farklı. Modernite dedikleri tek tip adam yetiştirme sürecinde şöyle olur; insanların düşünme biçimini zorla değiştirirsin. Okullar inşa edersiniz, paralar dökersiniz. Verimsizdir. Çünkü o yoldan birlikte düşersiniz. Gerek yok daha geniş davranılabilirdi. Beşeriyet tecrübe kazanıyor. Bir süre bir yolun böyle olması gerektiği düşünülüyor ve sonra o yol pek çıkar yol değilse geri çekiliyorsunuz. Bu defa aynı yolu başka yönden bulmaya çalışıyorsunuz.

Peki bugün gelinen yol daha mı iyi?

Moderniteden daha iyi görünüyor. Bir yüzyılda böyle gider. Sonra tekrar değişebilir. Anlaşılması gereken Allah'ın ne kadar büyük bizim ne kadar küçük olduğumuzdur. Sokaktaki insan ile bilge adamın Allah'ı bir değildir. Çünkü sokaktaki insan kafasında her şeyi küçültüyor ama bilen biri daha çok yüceltiyor.

İnsanlar bu yeni alternatife uyum sağlayabilecekler mi?

Bu durum 1920'lerde çıktı. Düşünce gibi sokağa inmesi çok uzun zaman alır. Ama postmodernizm ile bunun ilgisini görüyor olmamız lazım. Planlama neden sıcak patates gibi düştü? Neden insanlar planlamadan korkar oldu? Dinlere geri dönüş neden zannediyorsunuz… Pozitivizmden geriye dönüş var.

Ne oldu da geri dönüş oldu peki?

Çünkü Müslümanlar pozitivizme direndi. O da yükselen değer oldu. Türkiye de direniyor. Türkiye'den kapitalist olmaz. Çünkü katı kurallara karşı hep direndi. KOBİ cenneti olsun Türkiye, çok zengin olmasın.

Zengin olmak istemiyor musunuz gerçekten?

Tabiki istemiyorum. Ne yapıcam ki? Benim yerime başkası mı düşünüp kitap yazacak? Asgari nedir onun kararını vermek lazım.