Bir dönem Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürüten Karar yazarı Mehmet Ocaktan, gazetenin 28 Haziran 2014'te “Karargahta 40 paralel paşa” manşetiyle çıktığını hatırlatarak "O gün patron konumunda olan Ethem Sancak’ın FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip toplantıda 'Ordumuza laf söyletmem' nutukları attığını da bir yere not etmeliyim" dedi.
Ocaktan, sözlerine şöyle devam etti:
"2014 yılında artık FETÖ’nün bütün devlet kurumlarını olduğu gibi TSK’yı da istila ettiği herkesin malumu olduğu halde, devletin tepesindeki isimlerin ‘ordumuzda zinhar böyle bir yapılanma yoktur’ anlayışıyla haber yalanlama yarışına girmelerini nasıl bir mücadele stratejisiyle açıklayabiliriz? Açıkçası ben bu yarışta pek bir strateji göremiyorum, gören varsa anlatıversin."
Mehmet Ocaktan'ın "Keşke FETÖ ile mücadelenin bir stratejisi olsaydı" başlığıyla yayımlanan (20 Eylül 2017) yazısı şöyle:
FETÖ ile mücadele bu ülke için gerçekten hayati bir öneme sahip. Zira 15 Temmuz ihaneti Türkiye’nin bir beka sorunu ile karşı karşıya olduğu gerçeğini hepimizin zihnine adeta kazımıştır. Aslında bu mücadelenin miladı 17-25 Aralıktır, hatta başlangıcı 7 Şubat MİT krizidir. Neresinden bakarsak bakalım, siyasi iktidar ve devletin tüm aygıtları yaklaşık 4 yıldır din pazarlayıcısı çete ile mücadele yürütüyor.
Kritik süreçlerde belayı anlık defetme konusunda artık pratikte bir tecrübe kazandığımız söylenebilir. Ancak başından itibaren bu mücadele ile ilgili ayağı yere basan, kapsamlı bir strateji oluşturulamamıştır. Galiba Türkiye toplumunun iş yapma geleneği daha çok günlük çözümlere ayarlı. Ekonomiden şehirleşmeye, eğitimden dış politikaya kadar hiçbir alanda uzun vadeli projeler yapma, stratejiler geliştirme geleneğimiz maalesef yok.
Mesela bir şehir kültürümüz olsaydı ya da en azından varisi olduğumuz Osmanlı’nın mimari mirasından biraz olsun örnekler çıkarmayı başarabilseydik, bugün böylesine içler acısı şehirlerde yaşıyor olmazdık herhalde...
***
Kısaca ifade etmek gerekirse, gerek Kürt sorununun çözümünde, gerek demokratikleşme hamlelerinde gerekse şimdi FETÖ ile mücadelede ne yazık ki kapsamlı stratejilerimiz bulunmuyor. Her şeyi el yordamı ile halletmeye çalışıyoruz, evet bir süre işler yolunda gidiyor, ancak stratejik hedefimiz belli olmadığı için sorun kendi içinde başka problemler üretmeye başlıyor.
Diyelim ki yargısal süreçler tamamlandı, mahkum olanlar cezalarını çekmeye başladılar, beraat edenler de hayatlarına devam edecekler. Peki bir daha böyle bir belaya maruz kalmamak için şu anda devletin hazırladığı bir strateji var mı? Belki daha açık sormak gerekiyor; mesela bu tür din odaklı yapılanmaların devlet içinde yeniden hayat bulmalarını engellemek için devletin açık ve şeffaf bir liyakat kriteriolacak mıdır?
Eğer geçmişte olduğu gibi ‘alnı secdeli’ olma kriteri ile yola devam edeceksek, korkarım gelecekte de yeni FETÖ’ler ve benzerleriyle uğraşmak zorunda kalabiliriz. Ayrıca unutmayalım, içeride kriminal anlamda önemli bir başarı sağlanmış olsa da, FETÖ dışarıda hala dipdiri ve neredeyse bütün dünyada muazzam bir güç biriktiriyor. İşte burada da daha sofistike mücadele stratejileri gerekiyor.
Keşke Avrupa ve Amerika ile ilişkilerimizi daha da zenginleştirerek ve de daha rafine bir diplomasi ile en azından şu FETÖ’cülerin ele başlarını Türkiye’ye getirebilseydik. Ama şu ana kadar böyle bir başarı yok maalesef... Aslında işleyen bir devlet mekanizmasında, 15 Temmuz gibi büyük ihanetlerin yurt dışına kaçan faillerini getirme başarısı gösteremeyen bakanlıklar bu işin sorumluluğunu üslenirler... Anlaşılan o ki, kaçan FETÖ’cüleri getirip getirememek bir başarı kriteri değil.
Maalesef Türkiye’de belli strateji ve plan çerçevesinde işleyen bir devlet aklıolmadığı için bütün işlerimizi Anadolu’daki tabirle ‘kara kucak işi’ yöntemlerle sonuçlandırmaya çalışıyoruz.
FETÖ ile mücadele konusunda başından beri stratejimizin olmadığını daha net anlatabilmek için somut bir örnek aktarmak istiyorum. Malum 17-25 Aralık kalkışması 2013 yılında gerçekleşti. Hatırlayalım, o tarihten itibaren siyasi iktidardan belli kurumlara kadar herkes bolca FETÖ ile mücadele nutukları atıyordu. Ancak icraatın atılan nutuklar kadar hızlı ilerlediğini söylemek pek mümkün değildi.
Nitekim o dönemde yayın yönetmeni olduğum Akşam gazetesi 28 Haziran 2014’te “Karargahta 40 paralel paşa” manşetiyle çıktı. Bu haberde TSK’nın bütün kademelerindeki bütün paralellerin, bugünkü adıyla FETÖ’cülerin adeta dökümünü çıkardık.
Ve bir gün sonra kıyamet koptu, önce Genelkurmay bizi yalanlayan sert bir açıklama yayımladı: “Anılan haber ve yorumda, TSK içinde hiyerarşi ve disiplin dışı oluşumların teşkilatlanabildiği imajının yaratılmak istendiği üzüntü ile izlenmektedir.” Hemen ardından cumhurbaşkanlığının açıklaması geldi, o da bize ayar vermede genelkurmayla yarışır haldeydi: “TSK’nın komuta kademesi ve üst rütbeli subaylarıyla ilgili yapılan yayını Sayın Cumhurbaşkanımız büyük bir sorumsuzluk örneği olarak görmüş ve bundan derin üzüntü duymuştur.” Ve başbakanlık açıklaması: “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızma girişimleriyle alakalı olarak dün bir günlük gazetede yayımlanan haber çerçevesinde, söz konusu girişimi araştırmak üzere Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla özel bir ekip oluşturulduğu biçimindeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır.”
***
Bu arada, o gün patron konumunda olan Ethem Sancak’ın FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip toplantıda “Ordumuza laf söyletmem” nutukları attığını da bir yere not etmeliyim. 2014 yılında artık FETÖ’nün bütün devlet kurumlarını olduğu gibi TSK’yı da istila ettiği herkesin malumu olduğu halde, devletin tepesindeki isimlerin ‘ordumuzda zinhar böyle bir yapılanma yoktur’ anlayışıyla haber yalanlama yarışına girmelerini nasıl bir mücadele stratejisiyle açıklayabiliriz? Açıkçası ben bu yarışta pek bir strateji göremiyorum, gören varsa anlatıversin...
FETÖ ile mücadele bu ülke için gerçekten hayati bir öneme sahip. Zira 15 Temmuz ihaneti Türkiye’nin bir beka sorunu ile karşı karşıya olduğu gerçeğini hepimizin zihnine adeta kazımıştır. Aslında bu mücadelenin miladı 17-25 Aralıktır, hatta başlangıcı 7 Şubat MİT krizidir. Neresinden bakarsak bakalım, siyasi iktidar ve devletin tüm aygıtları yaklaşık 4 yıldır din pazarlayıcısı çete ile mücadele yürütüyor.
Kritik süreçlerde belayı anlık defetme konusunda artık pratikte bir tecrübe kazandığımız söylenebilir. Ancak başından itibaren bu mücadele ile ilgili ayağı yere basan, kapsamlı bir strateji oluşturulamamıştır. Galiba Türkiye toplumunun iş yapma geleneği daha çok günlük çözümlere ayarlı. Ekonomiden şehirleşmeye, eğitimden dış politikaya kadar hiçbir alanda uzun vadeli projeler yapma, stratejiler geliştirme geleneğimiz maalesef yok.
Mesela bir şehir kültürümüz olsaydı ya da en azından varisi olduğumuz Osmanlı’nın mimari mirasından biraz olsun örnekler çıkarmayı başarabilseydik, bugün böylesine içler acısı şehirlerde yaşıyor olmazdık herhalde...
***
Kısaca ifade etmek gerekirse, gerek Kürt sorununun çözümünde, gerek demokratikleşme hamlelerinde gerekse şimdi FETÖ ile mücadelede ne yazık ki kapsamlı stratejilerimiz bulunmuyor. Her şeyi el yordamı ile halletmeye çalışıyoruz, evet bir süre işler yolunda gidiyor, ancak stratejik hedefimiz belli olmadığı için sorun kendi içinde başka problemler üretmeye başlıyor.
Diyelim ki yargısal süreçler tamamlandı, mahkum olanlar cezalarını çekmeye başladılar, beraat edenler de hayatlarına devam edecekler. Peki bir daha böyle bir belaya maruz kalmamak için şu anda devletin hazırladığı bir strateji var mı? Belki daha açık sormak gerekiyor; mesela bu tür din odaklı yapılanmaların devlet içinde yeniden hayat bulmalarını engellemek için devletin açık ve şeffaf bir liyakat kriteriolacak mıdır?
Eğer geçmişte olduğu gibi ‘alnı secdeli’ olma kriteri ile yola devam edeceksek, korkarım gelecekte de yeni FETÖ’ler ve benzerleriyle uğraşmak zorunda kalabiliriz. Ayrıca unutmayalım, içeride kriminal anlamda önemli bir başarı sağlanmış olsa da, FETÖ dışarıda hala dipdiri ve neredeyse bütün dünyada muazzam bir güç biriktiriyor. İşte burada da daha sofistike mücadele stratejileri gerekiyor.
Keşke Avrupa ve Amerika ile ilişkilerimizi daha da zenginleştirerek ve de daha rafine bir diplomasi ile en azından şu FETÖ’cülerin ele başlarını Türkiye’ye getirebilseydik. Ama şu ana kadar böyle bir başarı yok maalesef... Aslında işleyen bir devlet mekanizmasında, 15 Temmuz gibi büyük ihanetlerin yurt dışına kaçan faillerini getirme başarısı gösteremeyen bakanlıklar bu işin sorumluluğunu üslenirler... Anlaşılan o ki, kaçan FETÖ’cüleri getirip getirememek bir başarı kriteri değil.
Maalesef Türkiye’de belli strateji ve plan çerçevesinde işleyen bir devlet aklıolmadığı için bütün işlerimizi Anadolu’daki tabirle ‘kara kucak işi’ yöntemlerle sonuçlandırmaya çalışıyoruz.
FETÖ ile mücadele konusunda başından beri stratejimizin olmadığını daha net anlatabilmek için somut bir örnek aktarmak istiyorum. Malum 17-25 Aralık kalkışması 2013 yılında gerçekleşti. Hatırlayalım, o tarihten itibaren siyasi iktidardan belli kurumlara kadar herkes bolca FETÖ ile mücadele nutukları atıyordu. Ancak icraatın atılan nutuklar kadar hızlı ilerlediğini söylemek pek mümkün değildi.
Nitekim o dönemde yayın yönetmeni olduğum Akşam gazetesi 28 Haziran 2014’te “Karargahta 40 paralel paşa” manşetiyle çıktı. Bu haberde TSK’nın bütün kademelerindeki bütün paralellerin, bugünkü adıyla FETÖ’cülerin adeta dökümünü çıkardık.
Ve bir gün sonra kıyamet koptu, önce Genelkurmay bizi yalanlayan sert bir açıklama yayımladı: “Anılan haber ve yorumda, TSK içinde hiyerarşi ve disiplin dışı oluşumların teşkilatlanabildiği imajının yaratılmak istendiği üzüntü ile izlenmektedir.” Hemen ardından cumhurbaşkanlığının açıklaması geldi, o da bize ayar vermede genelkurmayla yarışır haldeydi: “TSK’nın komuta kademesi ve üst rütbeli subaylarıyla ilgili yapılan yayını Sayın Cumhurbaşkanımız büyük bir sorumsuzluk örneği olarak görmüş ve bundan derin üzüntü duymuştur.” Ve başbakanlık açıklaması: “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızma girişimleriyle alakalı olarak dün bir günlük gazetede yayımlanan haber çerçevesinde, söz konusu girişimi araştırmak üzere Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla özel bir ekip oluşturulduğu biçimindeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır.”
***
Bu arada, o gün patron konumunda olan Ethem Sancak’ın FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip toplantıda “Ordumuza laf söyletmem” nutukları attığını da bir yere not etmeliyim. 2014 yılında artık FETÖ’nün bütün devlet kurumlarını olduğu gibi TSK’yı da istila ettiği herkesin malumu olduğu halde, devletin tepesindeki isimlerin ‘ordumuzda zinhar böyle bir yapılanma yoktur’ anlayışıyla haber yalanlama yarışına girmelerini nasıl bir mücadele stratejisiyle açıklayabiliriz? Açıkçası ben bu yarışta pek bir strateji göremiyorum, gören varsa anlatıversin...