Politika

AKP'li Mazhar Bağlı: Gülen çetesinin asıl aktörleri hala işbaşında

Mazhar Bağlı: Hukuk, devlete karşı vatandaşın hakkını korumak yerine Ergenekon’un egemen olduğu dönemde devleti koruyordu şimdi ise bir örgütü koruma refleksi ile hareket ediyor

19 Mayıs 2014 18:33

AKP MKYK Üyesi Prof. Dr. Mazhar Bağlı, Gülen cemaatiyle ilgili olarak, “Paralel yapılanmadan kast edilen Gülen Grubunun adını doğru koyalım. Bu bir çetedir. Bunlara Gülen çetesi ya da Gülen örgütü denilmesi gerektiğini düşünüyorum. Evet devletin içinde paralel bir devlet kurma teşebbüsünde bulundukları için paralel yapı denilebilir ama bu işlerini örgütsel bir faaliyet ile çetecilik yaparak gerçekleştirmişlerdir. Adını doğru koyduktan sonra söylenenlerin daha iyi anlaşılacağını görmek gerekir. Bu anlamda çetenin nerede ne yapabileceğini kestirmek çok zor. Ama toplumsal desteği kaybettiği için yapacağı saldırıların bir etkisi olmayacaktır. Etkisiz hamleler yapacağını sanmıyorum. Gerginliği bu kez daha farklı bir alan üzerinden yapmayı deneyecekler. Çünkü çetenin asıl aktörleri hala iş başında maalesef” ifadelerini kullandı.

Milat gazetesinden Özlem Doğan’ın sorularını yanıtlayan Bağlı, “Türkiye’de yargı bir vesayet aracı olma isteği mi güdüyor?” sorusunaysa, “Bana göre ülkemizin en büyük sorunu yargısal alandadır. Sorun giderek daha da derinleşti. Özellikle Gülen çetesi tarafından da ele geçirilince sorun tam anlamıyla bir kaosa dönüştü. Hukuk, devlete karşı vatandaşın hakkını korumak yerine Ergenekon’un egemen olduğu dönemde devleti koruyordu şimdi ise bir örgütü koruma refleksi ile hareket ediyor. Bence şu an erkler arasındaki ilişkiyi de burası bozmaktadır. Aslında toplumsal dokuyu da zedeleyen bir mekanizma var karşımızda. Erkler arası ilişkiyi aşan bir sorun” dedi.

Özlem Doğan’ın AKP MKYK Üyesi Mazhar Bağlı ile yaptığı söyleşinin tamamı şöyle:

17 Aralık yargı darbesinin uzlaştırdığı paralel yapı ve koalisyon ortaklarının hedefi neydi?

Bu oluşan koalisyonun asıl hedefi esas olarak milli iradenin yönetime yansımasını engellemektir. Zaten darbelerin de her zamanki hedefi bu olmuştur. Yani halkın iradesinin siyasi alanda bir proje olarak var olmasını engellemektir. Şu an milli iradeyi milletin tam da istediği gibi temsil ettiği için sayın Başbakanımızı hedef almışlar. Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın yerinde, yine onun gibi davranan bir başkası olsaydı yine de aynısını yaparlardı. Onların razı olacağı işler yapmadığı sürece rızaları tahsil edilmeyeceğini demokrasi tarihi bize gösterdi. Tabi Sayın Başbakana karşı özel bir husumetlerinin olduğu da bir başka gerçek. Çünkü onu halktan koparamıyorlar. Halktan koparamayınca da güçleri yetmiyor. Zahiren ortak paydaları olmayan Gülen çetesi ile CHP’yi bir araya getiren de budur zaten. Halkın düşüncesinden ve tercihlerinden farklı bir projenin uygulanmasını istediler.

Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, yerel seçim sonuçlarına göre halkın desteğini alan Erdoğan’ın güçlendiği görülüyor. Paralel yapının yerel seçim öncesindeki gibi yeni bir gerginlik ortamı oluşturabileceğini düşünüyor musunuz?

Öncelikli olarak bir tanımlamayı düzeltmeme izin verin lütfen. Paralel yapılanmadan kast edilen Gülen Grubunun adını doğru koyalım. Bu bir çetedir. Bunlara Gülen çetesi ya da Gülen örgütü denilmesi gerektiğini düşünüyorum. Evet devletin içinde paralel bir devlet kurma teşebbüsünde bulundukları için paralel yapı denilebilir ama bu işlerini örgütsel bir faaliyet ile çetecilik yaparak gerçekleştirmişlerdir. Adını doğru koyduktan sonra söylenenlerin daha iyi anlaşılacağını görmek gerekir. Bu anlamda çetenin nerede ne yapabileceğini kestirmek çok zor. Ama toplumsal desteği kaybettiği için yapacağı saldırıların bir etkisi olmayacaktır. Etkisiz hamleler yapacağını sanmıyorum. Gerginliği bu kez daha farklı bir alan üzerinden yapmayı deneyecekler. Çünkü çetenin asıl aktörleri hala iş başında maalesef.

Bakın bunlar çok ilginç bir hikaye, Calut ile Talut arasındaki savaşı kendilerine uyarlayarak çeteciliği devam ettirmektedirler. Kaç kez yenilseler yenilsinler yine de çetecilikten vaz geçmeyecekler.

 

Başkanlık için umutluyum

 

Cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki öngörünüz nedir? Sizce başkanlık sisteminin Türkiye’de kısa vadede önü açık mı?

Bana göre Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmiş olması zaten fiili olarak yarı-başkanlık sistemine geçildiği anlamına geliyor. Halkın reyleri ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanının sadece bir temsil makamı olmayacağı çok açıktır. Ben Türkiye için en iyi sistemin başkanlık olduğunu düşünüyorum. Özellikle bürokratik oligarşinin egemenliğini bertaraf etmede son derece önemli bir iş olacaktır. AK Parti herhangi bir konuyu somut gerekçeleri ile halka anlatıp ülke için iyi bir sonuç vereceğini söyleyip halka giderse bu konuda bir sorunla karşılaşmaz bence. Yani başkanlık için umutluyum doğrusu.

Son yaşanan Anayasa Mahkemesi ve Danıştay toplantılarında olanları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılan konuşmalardaki üslubu doğru buluyor musunuz?

Her iki toplantı da eski Türkiye’nin refleksi ile hareket edenlerin tavrını yansıtıyor. Siyasetçiyi kötü gören, her zaman yoldan çıkabilen, her an ülkeyi satacak kadar çıkarının peşinde koşan birisi gibi gören malum bir anlayış vardır. Aynı zamanda ülkede yönetici olmadıkları halde hep kendisini öyle görenler vardır. Adam gazetecidir ama kendisini ülkenin sahibi ve yöneticisi gibi görür. Adam bir sivil toplum kuruluşunun başkanıdır ama kendisini ülkenin yöneticisi olarak görür. Niçin? Çünkü siyaset ülke yönetimi için var olan bir kurum olmadı hiçbir zaman. İlk kez siyasetin muktedir olduğu bir süreç yaşamaktayız. İşte buna tahammül etmeyenler eski hallerine dair özlemlerini dile getiriyorlar.

 

Toplum kendi üzerine alındı

 

Bu toplantılarda konuşan yargıçların siyasi söylemlerde bulunmaya yasal hakları var mı?

Ben yasal hakları var mı yok mu bilmiyorum ama kişisel, toplumsal ve kurumsal hakları olmadığını çok rahatlıkla söyleyebilirim. Oradaki ayar vermelerin doğrudan toplumun kendi üstüne alındığını da biliyorum. Toplumun kahir ekseriyeti orada Sayın Başbakana söylenenleri kendisine söylenmiş gibi okuyor. Bakın; Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Bey aslında demokrasi adına çok önemli işler de yapmış ve kamuoyunun takdirini de almış birisi. Ama ne zaman ki halkın iradesini temsil eden birisine ayar vermeye kalkıştı halk kanaatini anında değiştirdi.

Türkiye’de yargı bir vesayet aracı olma isteği mi güdüyor? Sizin bu konudaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Bana göre ülkemizin en büyük sorunu yargısal alandadır. Sorun giderek daha da derinleşti. Özellikle Gülen çetesi tarafından da ele geçirilince sorun tam anlamıyla bir kaosa dönüştü. Hukuk, devlete karşı vatandaşın hakkını korumak yerine Ergenekon’un egemen olduğu dönemde devleti koruyordu şimdi ise bir örgütü koruma refleksi ile hareket ediyor. Bence şu an erkler arasındaki ilişkiyi de burası bozmaktadır. Aslında toplumsal dokuyu da zedeleyen bir mekanizma var karşımızda. Erkler arası ilişkiyi aşan bir sorun.

 

Hukuk olmazsa yargı siyasallaşır

 

O zaman bu bağlam da Türkiye’de yargı başka amaçlar peşinde koşanların hedefleri doğrultusunda hareket ediyor ve siyasallaşıyor diyebilir miyiz?

Yargı hukukileşmediği sürece tabi ki siyasallaşacaktır. Yargı bağımsızlığı yargı için vazgeçilmez temel ilkelerden birisidir. Bunu sadece yargının siyasi erkten bağımsızlığı olarak görmemek gerekir. Aynı zamanda yargının kendi kendisinden de bağımsız olması gerekir. Siyasallaşmadan önce bence yargıda ideolojik refleksler ve referanslar çok daha belirleyicidir. Yargının adalete olan bağlılığında hiçbir güce boyun eğmemesi geleceğin teminatıdır ve hiç kimse buna itiraz etmez. Yargı, yargı mensupları üzerinden siyasallaştı. Siyasiler üzerinden değil. Bu konuda siyasetin suçlanması özel bir kasıt ile yapıldığını düşünüyorum.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 1974 yılında yaşanan Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1994 yılında Güney Kıbrıs'ın açtığı tazminat davasına ilişkin kararını açıklayarak Türkiye'yi 90 milyon Euro tazminata mahkûm etti. Kırk yıl sonra verilen bu tazminat cezasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu karar, Kıbrıs’taki çözüm sürecine tam anlamıyla yapılmış bir suikasttır. Batının evrensel ilkelerinin nihai noktada ideolojik ve siyasi mülahazalarla işlediğini gösteren bir karardır. Bir kere şimdiye kadar AİHM devletler arası sorunlara ilişkin sanıyorum hiç karar vermiş değildir. Türkiye Kıbrıs konusunu çözme iradesini ortaya koyuncu buna karşı gerekli adımları atmayan AB bu sorun üzerinden daha önce yürüttüğü baskı politikalarını bu kez de AİHM üzerinden yürütmek istiyor demek ki. Bu karar çifte standardın belgesidir. Başka yoruma gerek bırakmayacak kadar açık.