Politika

AKP Sözcüsü Çelik'ten "İsrail, Türkiye'nin dostudur" açıklamasını eleştirenlere cevap

"Bölgeye PKK tarafından tahkimat yapılmasında bir zaaf olduğu gözüküyor"

23 Aralık 2015 12:32

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "İsrail Devleti ve halkı Türkiye’nin dostudur" ifadesi için, “Hiçbir ülkenin halkıyla sorunumuz yok. Benim sözlerime dönük eleştiriler oldu ama ben hiçbirine kızmıyorum. Bunları vatandaşlarımızın Filistin konusunda hassasiyetinin bir neticesi olarak görüyorum” açıklaması yaptı.

“Bölgeye PKK tarafından  tahkimat yapılırken hükümet neredeydi” eleştirileri konusunda "Burada bir zaaf olduğu gözüküyor" diyen Çelik, "Oradaki kamu görevlilerinden bir kısmı, 'nasılsa bu iş görüşmeler yoluyla bitecek' diye normal rutin reflekslerini bir kenara bırakmışlar. Bir yerde bir üstlenme oluyorsa bundan haberdar olunmaması bir zaaftır, haberdar olunup da müdahale edilmiyorsa o ayrı bir zaaftır tabi ki" ifadesini kullandı. 

Milliyet Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan'a konuşan (23 Aralık 2015) Ömer Çelik'in açıklamalarından satır başları şöyle:

KCK JİTEM'leşti:

Çözüm sürecini Ak Parti tek başına başlattı. Ama son 1 yıl içerisinde görüldü ki, silahlı unsurların yurt dışına çıkarılması görüşmesi devam ederken bunlar daha çok silah sokup üstlenme yapmışlar ve dağdaki yapılarını şehre ve kırsala taşımak şeklinde yönlendirmeye çalışmışlar. Mahkemeler kuruluyor, vergi toplanıyor. Yani bir zamanlar JİTEM adı altında yapılan gayrimeşru uygulamalar KCK yapılanmaları vasıtasıyla yapılıyor, Kürtler üzerinde bir ret, inkar ve asimilasyon politikası uyguluyor. Makbul Kürt nedir makbul olmayan nedir buna terör örgütü ölçüleriyle karar vermeye kalkıyor. KCK JİTEM’leşmiş vaziyette. Birbirine bu yapılar çok benziyor. Tam bir faşizm savunuluyor öz yönetim adı altında. “Öz yönetim nedir” diye açın altını hendek, barikat çıkıyor. Buna hiçbir devlet tahammül edemez.

Türkiye’nin içerisindeki bu terör hareketliliğinin PKK’nın bölgede kendisine açıldığını zannettiği yeni stratejiyle yakın ilgisi var. Esad rejimi orada ılımlı muhaliflere karşı bunlara bir alan açtı, PYD’nin silahlı kolu üzerinden. Aynı şekilde DAEŞ meselesinde Batı dünyasının hassasiyetini istismar etti. Kobani olayında da gördük: Türkiye’nin dikkatini bölgeden, etrafındaki dış politika gelişmelerinden uzaklaştırıp kendi iç bölgelerine yöneltmek. Türkiye’yle herhangi bir sorunu olan her devletin PKK’yı bir şekilde kullanışlı bir enstrüman olarak gördüğü ve arkasına yığılmaya çalışıldığı görülüyor.

(“Bölgeye örgüt tarafından bu tahkimat yapılırken hükümet neredeydi” eleştirileri konusunda): Burada bir zaaf olduğu gözüküyor. Oradaki kamu görevlilerinden bir kısmı, “nasılsa bu iş görüşmeler yoluyla bitecek” diye normal rutin reflekslerini bir kenara bırakmışlar. Bir yerde bir üstlenme oluyorsa bundan haberdar olunmaması bir zaaftır, haberdar olunup da müdahale edilmiyorsa o ayrı bir zaaftır tabi ki. Hükümetin müdahale edilmesine engel koyduğu şeklindeki yaklaşımlar doğru değil. Şunu kabul ederim: Güvenlik açıklarının oluştuğu gözüküyor güvenlik konseptinin yenilenmesi bakımından. Eğer muhalefet partileri “bu güvenlik açıkları bir daha olmasın” diyorsa eyvallah, oturalım konuşalım. Ama muhalefetin, hep beraber “orada hendek kazana karşı hükümetin verdiği meşru mücadelenin yanındayım” demesi gerekir. Operasyonların süresini kısaltacak olan da budur.

“Yeniden masaya dönelim" dediler:

Operasyonların bir niteliği, bir de niceliği var. Niteliği şudur: Kamu düzeni sağlanıncaya kadar sürecek operasyonlar. Orada yarım yamalak bir şey bırakılmayacak. Operasyonun ilk zamanlarında terör örgütüne yakın siyasi gruplardan denildi ki, “bu operasyonlar başarısızlığa ulaşır.” Operasyonlar doğru bir şekilde gitmeye başlayınca da denildi ki, “yeniden masaya dönelim.” Biz “çözüm süreci buzdolabındadır” diyoruz, “çözüm süreci kalkmıştır” demiyoruz. Onların “masaya dönün” demesinde “meşru operasyonları durdurun” talebi var. Hayır, meşru operasyonlar durmaz. Bir gün masa kurulursa da başka bir formatta olur. En son Cumhurbaşkanımız “bütün kesimler muhataptır” dedi. Meşru güvenlik gücü dışında hiçbir silahlı grup istemiyoruz ülkemizde. Herhangi bir şekilde mahkeme, barikat kuran, hendek kazan, aklınca öz yönetim çerçevesi oluşturmaya çalışan hiçbir şey istemiyoruz. 

Niceliği ise bunun çabuk bitmesi. Çabuk bitmesi, hendek kazanlara, barikat kuranlara karşı hepimizin sesinin daha çok çıkmasıyla mümkündür. Hükümet bundan vazgeçmez ama bunun süresinin kısalması hendek kazanların yaptıkları işten vazgeçmeleriyle mümkündür. Bunun Kandil tarafı var, şehir yapılanması var, kırsal yapılanması var. Bütün bunlara dönük çok hassas bir süreç işliyor. Evet hoş olmayan görüntüler görüyoruz ama en büyük hassasiyet aman ola ki güvenlikçi politika dediğimiz, vatandaşı geri plana iten, hassasiyetini önemsenmeyen bir duruma düşülmesin. Gerek silahlı kuvvetler, gerek emniyet teşkilatı, bizim azami gayretimiz bellidir. Birincisi mücadeledeki kararlılık, ikincisi de vatandaşın hassasiyetlerini gözetmek. Uzamasının bir sebebi de güvenlik güçlerinin çok titiz, kademe kademe ilerleyerek, “sivil halka zarar verecek bir adım atmayalım” şeklindeki yaklaşımdır. Operasyonel aşamaların yöntemsel meşruiyetini de gözeten, her şeyin hukuki zemine dayanarak yapılmasını sağlamak esas alınmıştır. Güvenlik güçlerine sık sık bu telkinde bulunuyoruz. Burada koruduğumuz vatandaştır, vatandaşlar olmadan binaların, toprağın korunması meselesi değildir.

Vatandaşı incitecek şekilde marşlar çalınması, sloganlar yazılması; bunların hepsi gayri meşrudur. Vatandaşı incitecek ifadeler kullanılması, o güvenlik güçlerimizin demokrasi içerisindeki mücadelesini lekeleyen bir şeydir. Yapılan toplantılarda “bizim meşruiyetimize karşı bir gölge düşüyorsa buna karşı gereğinin acilen yapılması konusunda biz mutabıkız dediklerini” biliyoruz biz. Teröristse terörist, öldükten sonra kimse cesedine saygısızlık yapamaz. O yazılan sloganlar, hepsini reddediyoruz. Şimdi de herhangi bir yerde aynı şeyler varsa vatandaşlarımız kamu görevlerine bildirdikleri gibi hemen bize, partimize, BİMER’e de bildirsinler. Devletin yürüttüğü güvenlik mücadelesini belli bir grubun, hizbin sloganlarıyla ifade etmesi şeklinde hiçbir güvenlik görevlisine müsamaha göstermeyiz. 

 
Tazminatta rakam ayrıntısı görüşülüyor

Halklar her zaman ayrıdır:

(“İsrail devleti ve İsrail halkı Türkiye’nin dostudur” sözleri konusunda)Bizim hiçbir ülkenin halkıyla sorunumuz yok, bütün halklarla dostane zeminde ilişkiler kuruyoruz. O halkları temsil eden soyut manadaki devletle halkın temsilcisi olarak ilişkiler kuruyoruz. Öteden beri söylediğimiz İsrail hükümetinin saldırganlığına dönüktür. Kastettiğimiz şey şu: Devletlerin hayatlarında inişler çıkışlar olabilir, bu ilişkiler sürdürülür. Türkiye’nin Filistin davasıyla ilgili hassasiyeti İsrail’le olan ilişkilerinden etkilenmeyecek düzeydedir. Benim sözlerime dönük birtakım eleştiriler falan oldu ama ben hiçbirine kızmıyorum, tepki göstermiyorum. Çünkü bunları vatandaşlarımızın Filistin konusunda hassasiyetinin bir neticesi olarak görüyorum. Ama kuşkusuz İsrail halkını da hedef alan bazı propagandalar olduğu zaman bunu meşru bulmam. Çünkü bunlar da antisemitizme yol açan birtakım şeyler olur, oysa halklar ayrıdır her zaman.

Hassasiyetim izaha muhtaç değil: 

Halklarla olan ilişkilerle, soyut anlamda onları temsil eden devletlerle olan ilişkiler ayrı bir mesele. Ama hükümetler devlet aygıtlarını kullanarak devlet terörü yaparlar. İsrail’in bu şekildeki uygulamalarını da eleştirdik. Filistin meselesinde bizim hassasiyetimiz izaha muhtaç değildir. Dikkat ederseniz ben cevap vermedim. Herhangi bir şekilde bir savunma içerisinde olmam. Benim an class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> odaklandığım; Gazze’deki insanlara daha çok nasıl yardım edebiliriz? Elimizdeki dış politika enstrümanlarını ilkelerimiz çerçevesinde nasıl kullanabiliriz? Hem Cumhurbaşkanımızın hem Başbakanımızın da bu konudaki hassasiyeti çok açıktır. Mavi Marmara saldırısından sonra yüksek hassasiyetlerimiz var. Bizim kimsenin sesinin çıkmadığı zamanlarda Filistin davası için neler yaptığımızı da herkes bilir. Beni eleştirenler haksızlık bile yapsa hassasiyet Filistin içinse saygı duyarım.

Son imza atılıncaya kadar tamam diyemeyiz: 

Şimdi iki ülke görüşüyor, bir taslak var ama imza koyulmuş değil. Daha bir süre görüşme sürecek. Tazminat konusunda rakam ayrıntılarını görüşüyorlar. Prensip olarak karar aldık, son imza atılana kadar bütün bu içerikleri reddediyoruz. Abluka konusunda, Türkiye’nin buraya rahatça her türlü insani yardımı götürebilmesini istiyoruz. Bundan sonrasında normalleşme olacaksa, bu normalleşme özür ve tazminatla birlikte Gazze’deki hassasiyetimizin hayata geçmesiyle olacak. Bu bir paket. Görüşmeler pozitif seyir izliyor. Ama İsrail’in bütün görüşmeler pozitif giderken son anda işi bozacak birtakım tutumlar içerisine girebileceğini de tarihi tecrübemizle biliyoruz. Her zaman söylerim yani son nokta koyulup, son imza atılıncaya kadar, hatta söz konusu olan İsrailse uygulamaya başlayıp da rutine bininceye kadar hiçbir şekilde “bu iş tamamdır” dememek gerekiyor. İş sıkı tutuluyor yani. 

 

"Hendeklerle çevrilmiş bölgeyi kabul edemeyiz"

 

Cizre ve Silopi üst planın parçası:

Sur haricinde Cizre, Silopi ve Nusaybin’e yığınak yapılmasının sınırın öte yakasıyla bağlantı kurma şeklinde özel bir sebebi var. Türkiye’nin içerisinde özyönetim vesaire ifade edenler bunu gözden kaçırtmaya çalışıyorlar. Bu Suriye’den Türkiye’ye dönük ulusal güvenliğimizi ilgilendiren güvenlik tehdidiyle Cizre, Silopi ve Nusaybin’deki yapılanmaları birleştirmeye dönük büyük bir üst planın parçası. Bu bakımdan ciddi bir güvenlik tehdidi. 

Paris'te asker niye var?:

(Operasyonlarda askerin yoğun olarak kullanılması konusunda) Operasyonun, arazi şartlarının durumu, nerede, hangisinin daha etkili olacağıyla ilgili bir konu. Bu Türkiye’deki az gelişmişlik vesaireyle tanımlanacak bir mesele değil. Paris’te niye asker var? Fransa’nın gelişmiş bir demokrasi olarak diğer unsurları zayıf olduğu için mi? Hayır. Güvenlik tehdidinin boyutu arttıkça asker-polis arasındaki işbirliği yükselir. Bizim asıl gözetmemiz gereken bir an evvel kamu düzeninin sağlanması, bölgede normal hayata dönülmesi, eski güvenlik açıklarının oluşmaması, herhangi bir şekilde hukuk devleti ilkelerine zarar vermeden bunun yapılması. Umarız bir an evvel bunu sağlarız. Ama nihayetinde terör örgütü kış üstlenmesi dediği bir şey yapıyor ve yazın Türkiye’ye daha çok zarar vermek için yaptığı planlamalar da var. Buna da dikkat etmek lazım.

Bakın dünyadan eleştiri yok: 

Bir yerde tekrar terörist üstlenmesini, özyönetim adı altında hendeklerle çevrilmiş bölge oluşturulmasını kabul edemeyiz. Bir daha aynı şey olmayacak. Çünkü burada görüldü ki bir hukuk devletinin karşı karşıya kalacağı en büyük tehditlerden bir tanesi. Bundan ötesi diye bir şey yok, bundan ötesi yokluk zaten. Bundan ötesi asla kabul edilemeyecek bir zaaf, bu ülkenin geleceğine hesabı verilemeyecek bir basiretsizlik olur. Ve dikkat edin, dünya geçmişte Türkiye’nin yaptığı bazı operasyonlara karşı ses çıkarırdı ama şimdi hiç kimse meşru operasyonlara bir eleştiri getirmiyor. Çünkü zaten buradan geri adım atmak demek, demokrasiden, meşru düzenden vazgeçmek demek.

Duygusal kırgınlıkları gideririz: 

(Operasyonlar sona erdikten sonra bölgenin rehabilitasyonu konusunda) Tüm gücümüzle orada olacağız. Dediğiniz gibi çok uzun bir iş. Tabi ki burada olan biteni maddi ve fiziksel mağduriyet olarak görmüyoruz. Bir manevi mağduriyet söz konusuysa, bu vatandaşlarımızdan kendileriyle, devletleri arasında bir duygusal kırılma oluştuğunu düşünenler de varsa, bunların duygusal kırgınlıklarını giderme konusunda tabi atılacak adımlar vardır. Eskisinden daha çok kucaklayan, eskisinden daha çok bu ülkenin eşit yurttaşları olduğunu hissettiren uygulamalara imza atılır.

Tek hedef elinde silah olan: 

Burada eli silahlı olarak vatandaş üzerinde baskı uygulayanlar hariç bu operasyonların başka bir hedefi yok. Siyaseten bize karşı olan vatandaşlarımız da var. Onlarla diyaloğun kopmaması ve onları da kucaklayıcı bir biçimde temasların sürmesi konusunda faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Bölgeye arkadaşlarımız gidiyor, başka görüşmeler yapılıyor. Operasyonlar noktasal olarak terör oluşumlarına karşıdır. Vatandaşlarımızın da şuna itibar etmemesini istirham ediyoruz: Birtakım siyasiler, hendeklerin arkasında sanki vatandaşlarımız varmış gibi, “bu operasyonlar Kürtlere, onların statü edinmesine karşıdır, özyönetim hakkına karşıdır” diyor. Bunların hepsinde siyasi abrakadabra var.

 

"Stalinist siyaset var"

 

Çilesini çeken 'Erdoğan' diyor:

HDP demokratik siyaset konusundaki pozisyonunu güncelleyebilirse, bu konuda berrak bir zihin alanına kavuşabilirse demokrasiye katkı sağlar. (HDP içindeki çatlak iddiaları konusunda)  Bakıyorum bir yandan yıkıcı bir Stalinist siyaset var, öbür tarafta dindarların hassasiyetini gösteren bir hassasiyet var, öbür tarafta genel olarak Kürt etnisitesinin hassasiyetini gözetmeye çalışan bir hassasiyet var. Bir de gerçekten Kürt siyaseti denilen şeyin çilesini çekmiş olanlar var. Çilesini çekmiş olanlar, “Bu işi çözerse Erdoğan çözer” der.