AKP kurucusu ve Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, "terörist" tanımlaması üzerinde bir "algı operasyonu yapıldığını" savunduğu yazısında "Şiddete bulaşan herkesin terörist kabul edilmesi gerekirken Işid'e katılanlar terörist, PKK'ya katılanlar çiçek çocuk, hümanist muamelesi görüyor" dedi. Böhürler, "IŞİD'e katılanları koruduğu iddia edilen Ak Parti hükümeti suçlanırken, PKK'ya katılımları teşvik eden HDP barışçı bir ses; silahlanma çağrıları da barış mesajı olarak sunuluyor" iddiasını dile getirdi.
Böhürler'in Yeni Şafak'ta "Hristiyan fundamentalistler gibi konuşmak…" başlığıyla yayımlanan (25 Temmuz 2015) yazısı şöyle:
Biz ülke olarak kısa vadeli küçük hedefler ve adımları severiz. Duygularımız da bilgilerimiz de anlıktır. Dilimiz ve hafızamız da böylece her dem afazi geçirmiş gibidir. Kayıtlarımız devamlılık içermeyen kısa notlar gibi. Bu notlara ilişkin bağlaç ifadeleri de adeta Hristiyan fundamentalistler gibi konuşanlar tarafından tamamlanıyor.
“Işid'le ideolojik ortaklıkları var bu nedenle Işid'i desteklediler” gibi akla ziyan bir tez ha bire pompalanmaya çalışılıyor. (Bu tezi ileri sürenler de bir dönem aynı iktidar çevrelerini ılımlı İslamcılar diye tanımlıyorlardı.) Selefilik hareketini, onların tekfire, ötekileştirmeye ve nefrete, öncelikle kendilerinden farklı İslami kesimlerden başladığı yok sayılarak 'Müslüman' ismi üzerinden yapılan yorumlar insanda Evangelist Hristiyanlar konuşuyor etkisi uyandırıyor.
Diğer tarafından objektif gerçekler yerine başka bir algı operasyonu da terörist tanımlaması üzerinden yapılıyor. Şiddete bulaşan herkesin terörist kabul edilmesi gerekirken Işid'e katılanlar terörist, PKK'ya katılanlar çiçek çocuk, hümanist muamelesi görüyor. Herhalde şehirde, dağda bahçe ekmek için silahlandırılmıyorlar. Bin kere söylersek belki gerçek olur savıyla “ideolojik yakınlık nedeniyle” Işid'e katılanları koruduğu iddia edilen Ak Parti hükümeti suçlanırken, PKK'ya katılımları teşvik eden HDP barışçı bir ses; silahlanma çağrıları da barış mesajı olarak sunuluyor. Bu arada bu dil üzerinden kendilerini Amerika'nın kontrolündeki bir sosyalizm hevesi içine atan gençlere, ezberlerini kontrol etmelerini tavsiye ederim.
Kafiri Müslüman dünyanın içinde arayan, hedef merkezine onları konumlandıran bir örgütle iktidar arasında kurulmaya çalışılan irtibat akla ziyan bir algı yanıltmasıdır.
Her şeyden önce şu “ideolojik yakınlık” meselesini ayrı bir başlık altında ele almak gerekiyor. Selefilik ve selefilerin bu toprakların İslam anlayışına zıt karakterini ve asıl hedeflerinin bu tür bir 'İslam' olduğunu bilmeyenlerin yaptıkları yorumlar cahillik konferanslarına dönüşüyor.
Işid gibi bir örgütün Müslüman bir coğrafyanın kalbine saplanması, bu kadar toprak, petrol, güç devşirmesi, hiçbir zaman Türkiye lehine bir durum oluşturmaz...
Eskiden birisi en ufak dini çağrışımla bir ifade beyan etse “yobazlık, irtica, İrancı, Suudi Arabistan destekçisi” gibi klişe kavramlar devreye sokulurdu. O yıllarda Amerika'nın Afganistan üzerinden Rusya ile savaşa tutuşmasıyla başlayan süreçte Afganistan cihadı için toplanan paralar ve yardım için giden cihatçılar faydalıydı, teşvik edildi. Amerika'nın Rusya'ya karşı savaşında kullanışlıydılar. Böyle olduğu sürece desteklendiler. Medreseler teşvik edildi. Pakistanlı eski bir adalet bakanının değerlendirmesiyle 25.000 medresenin kurulmasında Amerikan desteğinin payı büyüktü. Bu Kafkas cephesinde de değişmedi. Saraybosna'da da… Amerikan çıkarlarıyla eşgüdümlü olduğu sürece İslami radikal akımlar desteklendi. Soğuk savaşın bitmesi, duvarların yıkılması, sosyalist blokun kapitalizme elverişli hale gelmesiyle dengeler de düşman tanımı da değişmeye başladı. İran-Irak Savaşının bitiminin ardından 1991'de Amerika'nın Irak'a karşı ilk harekat girişimi gerçekleşti. 2000 yılında iktidara gelen başkan Bush 'şer ekseni' ülkelerinin rotasını ve coğrafyasını çizerken sonraki 20 yılın stratejisini de veriyordu. Sıkı bir evangelist olan Bush, şer tanımını evangelist Rahip Graham'dan almıştı. Müslüman coğrafya 'şer'di. Zira Hz. İsa'ya yaşatılan acıların sebebi Müslümanlardı. 11 Eylül miladıyla birlikte değişim hızlandı. Ülkelerin kimyası da fiziki koşulları da değişti. Bush'un «Özgürlüğümüz ve hayat tarzımız tehdit altında.» cümlesiyle özetlediği politikalar birçok ülkenin kaderini değiştirdi. Afganistan ve daha sonra Irak işgal edildi. 11 Mart 2004'te Madrid'de bir tren istasyonunda patlayan bomba nedeniyle 192 kişi öldü. Genel seçim öncesiydi. Bir haftada seçimlerin seyri değişti. 7 Temmuz 2005'te Londra metrosunda patlayan bombayla 52 kişi öldü. Avrupa'nın çok kültürlülük ve birlikte yaşama dönemi bitmişti. Müslümanlar Avrupa içinde potansiyel tehdit haline gelmişti.
Amerika'nın “terörle savaşı” sonucu kaderi, sınırları ve yönetimi değişen ülkeler listesi Avrupa dışında da bir hayli kabarık: Afganistan-Irak- Pakistan-Tunus-Mısır-Yemen-Libya-Suriye-Lübnan… Bu liste daha da kabaracağa benziyor.
Şer eksenindeki İran, en kazançlı çıkan ülke oldu. Şiiler Irak'ta birinci güç haline geldiler. Bugün İran'la yapılan anlaşma da bunun ileri bir adımıdır. Suriye ise Irak'tan sonra girilecek, parçalanacak ülkeler sırasındaydı. Türkiye hem bu süreci gördü hem de bunun 40 yıldır savaştığı PKK'ya açacağı alanı fark ederek barış sürecini başlattı, Suriye'yi de gönüllü bir demokrasiye ikna etmeyi denedi. Sonuç alamadı.
Olayları kronolojik, objektif ve sonuçları itibarıyla okumak yerine kişisel hedeflerle yorumlamak yerli bir çözüme katkı sağlamıyor. Olsa olsa Hristiyan fundamentalistlerin söylemlerine tercüman oluyor.
Bu coğrafyadaki her acı hepimizin ortak acısıdır.