Yeni Akit yazarı Ahmet Anapalı, laiklerin 'emekli' hayatı yaşayan bir tanrı istediğini savunarak, "Besmele, İslâmî dünya görüşünün anahtarı mesabesindedir. Laikçi dünya görüşü, iş yaparken besmelesiz olmaktır. Lâik olmakla olmamak arasındaki fark besmeleli olmakla olmamak arasındaki fark kadardır. Besmeleli yapılan iş, meşruiyetini bizzat Allah’tan alır ve meşru işlere besmele ile başlanır. Besmelesiz işlerse şeytana layıktır. Besmelesizlik demek olan “Lâisizmin” aynı zamanda şeytanî bir dünya görüşü olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?" dedi.
Ahmet Anapalı'nın, "Laiklik Besmelesizlik midir?" başlığıyla yayımlanan (11 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Laiklik mefhumunun bir gün Müslümanların üzerine bir “karabasan” gibi çökeceğini biliyor muydu Hz. Resul aleyhisselam bilemem. Lâkin besmeleyi bir mü’minin her eyleminin başına yerleştirmesiyle lâikçi mantığa en büyük protestoyu yaptığı da bir hakikat…
Besmele insanın “Allah’lı” iş yapması, Allah’ı işine karıştırması, Allah’tan yapacağı iş için müsaade istemesidir. Dolayısıyla besmele; Allah’sızlığı reddetmektir.
Bu manada besmele, İslâmî dünya görüşünün anahtarı mesabesindedir. Laikçi dünya görüşü, iş yaparken besmelesiz olmaktır. Lâik olmakla olmamak arasındaki fark besmeleli olmakla olmamak arasındaki fark kadardır. Besmeleli yapılan iş, meşruiyetini bizzat Allah’tan alır ve meşru işlere besmele ile başlanır. Besmelesiz işlerse şeytana layıktır.
Besmelesizlik demek olan “Lâisizmin” aynı zamanda şeytanî bir dünya görüşü olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı? İşte bunun için Allah’ın resulü her eylemine “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlayarak bu çağdaş sapkınlığı daha o zamandan mahkûm etmiştir.
Allah’sız bir dünyayı kimler ister?
Allah’ın varlığını inkâr eden hiçbir dünya görüşü yoktur ki O’nun yerine uyduruk bir tanrı koymamış olsun. Bu nedenledir ki mutlak inkâr neredeyse imkânsız gibidir. Ve yine bu sebeple Kur’an mutlak münkiri adam yerine dahi koymaz. O’nun muhatabı daha çok “şirk”tir. Evet sorumuzu bir kez daha soralım; Allah’sız bir dünyayı kimler ister? Bu soruya doğru cevap bulabilmemiz için Allah’ın koyduğu yasalara, emir ve yasaklara, özetle nizamına bakmak gerekir.
Allah, her türlü zulmü, kula kulluğu, zinayı, içkiyi, fuhşu, kumarı, hırsızlığı, hayasızlığı, başı boşluğu, nefsi tanrı edinmeyi, adaletsizliği, cehaleti, kibri, hasedi, kötü zannı, dedikoduyu, asabiyeti, laf taşımayı yasaklıyor ve hoşlanmıyor. Adaleti, iyiliği, sabrı, çalışmayı, ilmi, fazileti, düşküne vermeyi, zekâtı, namazı, orucu, haccı, infakı, zayıfları gözetmeyi, yetime iyi davranmayı, dilenciyi azarlamamayı, yoksulu doyurmayı, ahde vefa göstermeyi, emanete sadakati, boş konuşmamayı, ana-babaya ihsan ile muameleyi, kadınlara iyi davranmayı, insanları sabırla dinleyip sözün güzel olanına tabi olmayı ve daha birçok şeyi emir ve tavsiye ediyor. Tüm bunları yapanlara ise cennet vaat ediyor. Böyle bir Allah’ı kimler istemez? Ya da slogan hali ile Allah’sız bir dünyayı isteyen kimlerdir?
Zalimlerdir, namussuzlardır, ahlâksızlardır, soygunculardır, kısaca suçlulardır.
Çünkü hiçbir suçlu mahkeme huzurunda muhakeme edilmeyi istemez. Zalimler adaleti, katiller mahkemeyi, soyguncular yargılanmayı sevmezler
Lâik bir yöneticiye nasıl bir tanrı istediği sorulsa, dünya işlerine karışmayan, kanun koymayan, siyaseti olmayan, “iktidarsız” bir tanrı isteyecektir. Evet iktidarsız bir tanrı. Suça, suçluya, dünya işlerine, yarattığa kula karışmayan, yarattıktan sonra bir köşeye çekilip “emekli” hayatı yaşayan bir tanrı…
İnsanlık tarihi Allah’ını, dinini, imanını kaybedenlerin şeref, ahlâk, fazilet, birlik, dirlik, özetle insanı insan eden her bir şeylerini kaybettiklerinin örnekleri ile doludur. Yine insanlık tarihi Allah’tan başkasına yönelenlerin kendilerine eşyadan, taştan, yıldızdan, itten, kurttan, maddeden, evhamdan, hurafeden, şeytandan, hatta kendi cinsinden olan ulu kişilerden yeni ilahlar, putlar ve tağutlar edindiklerinin sayısız örnekleri ile doludur. Şimdi can alıcı soruya gelelim; kimdir Allah? Varlığının delilleri nelerdir? O’na iman nasıl olur? O’nu inkâr mümkün mü?
O, bazılarının dediği ve istediği gibi “yaratmış” ve “emekli” olmuş dünya işlerine bulaşmayan bir ilah mıdır? Daha doğrusu Allah “Lâik” midir? O’nun gökteki hükümranlığına inanıp da yerdeki hükümranlığına inanmayanlar gerçekte inanmış sayılır mı? O’nu kimin anlattığı gibi tanıyalım? Müşriklerin inandığı Allah mı? Lâiklerin inandığı Allah mı? Bunlar nasıl bir Allah’a inanıyorlar? Bu sorulara vereceğiniz cevaplar dünyadaki duruşunuzu ve ahirete bakış açınızı yansıtır…
Lâilâhe İllallah… İşte tevhidin anahtarı. İşte sınırsız bir geçmişle sonsuz bir gelecek arasında kurulan muazzam bir dünyaya açılan kapının şifresi…
“İlâhlar yoktur yalnızca Allah vardır.” Veya yaygın bilinen haliyle “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” anlamına gelen bu cümle iki kısımdan oluşur.Birinci bölümü “silgi” vazifesi gören “Lâilâhe”, ikincisi “kalem” vazifesi gören “İllallah”tır.
Lâilâhe bir enkaz temizlemedir. Daha önceden kâlbe yerleşmiş sahte ilahları ve onların tüm kalıntılarını silme ve bir baştan ayağa temizleme operasyonu… Kirden, pastan, puttan yalancı tanrılardan, sanemlerden, ikonlardan, tağutlardan arındırılmış kâlbe artık “İllallah” kalemi ile rahat rahat Allah’ın saltanatını yazabiliriz.
Lâilahe İllâllah Muhammedür resulullah…
Tüm kâlplerin bu mühürle mühürlenmesi ümidiyle.