Akif Beki
(Radikal - 28 Nisan 2012)
Partizan sanattan nasıl kurtuluruz?
Tiyatroya ideoloji bezirgânı sokarsanız yaptığınız özgür sanat olmaz, partizan sanat olur.
İdeolojik prangalarınızı kırıp atmadıkça da, zihinlerinizi özgürleştiremezsiniz.
Muhafazakâr sanat gibi ucube bir kavramın karşısına ilerici sanat savunusuyla dikilmeniz de, özgürlük düşkünlüğünüze bağlanamaz.
Aksine, ideolojik bir ret olarak algılanır tavrınız, partizan takıntılarınıza verilir.
O kadar ki, beynamaz yahut inançsız bir sanatçının kategorik olarak dini muhafazakârlara seslenemeyeceği fikr-i sabitine dayanıyor, bir görüş.
Bir diğeri de namazında, niyazında veya amelsiz bir müminin çağdaş sanat yapamayacağı hükmüne saplanıp kalıyor.
Karşıt görünse de ikiz kardeştir bu zihniyetler. Çekişir, çatışırlar ama aslında aynı şeyi söylerler.
Kusura bakmasınlar ama, yapısal sorunları gözden kaçıran bu sığlığa, bu kısırlığa mahkûm edemeyiz tartışmayı.
Dikkat kesileceğimiz asıl mesele şudur:
Belediyeye göbekten bağlı bir aylıkçı olmaktan şikâyetiniz yoksa, memuriyet maaşından da memnunsanız daha da memur muamelesine itiraz etmeye hakkınız olmaz.
‘Memurluğa razı olup memur sanatçı sıfatından gocunmak var mı’ diye sorarlar çünkü.
‘Belediyeden maaş almayı cüzdanınıza da, içinize de sindirdikten sonra, kalkıp özerk statüden dem vurmak da neyin nesidir’ derler adama.
Uygar dünyadan örnekler veriliyor. Tiyatroların, kamu imkânlarıyla Fransa’da şöyle, İngiltere’de böyle desteklendiğine dair şeyler.
Hangisinde bizdeki gibi çalışıyor sistem, nerede görülmüş bizdekine benzer ballı börekli model?
Devletin, merkezi ya da yerel idareler vasıtasıyla doğrudan doğruya patron koltuğuna oturduğu bir yapıyı, ancak komünist rejimlerde bulursunuz.
Şu ya da bu kıstaslara göre tiyatroyu sübvanse etmek, sanata teşvik ödeneği ayırmak, sponsor olarak himaye etmek başka.
Ama bütçe tahsis edip kadrolu sanatçı istihdam etmek, ekmeği de suyu da belediyeden tiyatrocu beslemek bize mahsus bir sistem, bir de komünist sanat pratiğine.
Evet, muhafazâkar sanat tanımlamasına ben de karşıyım. Ama bir farkım var, partizan sanat anlayışına da karşıyım.
Özgür sanat manifestoları yayımlanıyor, yürüyüşler tertip ediliyor. Fakat derde deva bir reçete sunan yok!
Sanatın ve sanatçının hürriyetine sahip çıkmak konusunda samimi olanlara buradan açık bir teklifte bulunuyorum.
Anlıyorum ki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda konuyu çalışanlar var.
Devlete bağlı tiyatro, müzik, opera, bale, dans, koro, orkestra, topluluk artık her ne kurum varsa hepsini elden geçirmek, lazım olanları küçültüp olmayanları tasfiye etmek gibi köklü bir reform projesine kafa yoruyorlar.
Gelin o halde, kültür ve sanat faaliyetini devletten özerkleştirmek için yapılan bu zihinsel hazırlığa katkıda bulunun. Ben de özerk tiyatro talebinize, özgür sanat duyarlılığınıza inanayım.
Samimiyetle savunuyorsanız o fikirleri, tam aradığınız fırsattır.
Telif Hakları Genel Müdürü Abdurrahman Çelik’in geçen yıl çıkardığı Kültür Endüstrisi kitabı, başlangıç için iyi bir referans noktası. Gelişmiş dünyayla bizdeki modeli bütün yönleriyle mukayese ediyor, dokunulması gereken sorun ve çözüm alanlarını somut biçimde belirginleştiriyor.
Eksiği gediği olabilir, yapıcı önerilerinizi getirerek onları da tamamlarsınız.
Partizan sanatı sahneden kovma zamanı geldi. Özgür tiyatro hayalinizi gerçekleştirmeye var mısınız gerçekten?