Çağdaş sanatın en popüler isimlerinden Çinli muhalif sanatçı Ai Weiwei’nin Türkiye’deki ilk kişisel sergisi, 12 Eylül’den bu yana İstanbul Emirgan’daki Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM) ziyarete açık. Bitiş tarihi ilk olarak 28 Ocak şeklinde belirlenen, ancak yoğun talep nedeniyle 11 Mart’a kadar uzatılan sergide, sanatçının ‘imzası’ sayılan porselen işlerine yer veriliyor.
“Birbirinden farklı coğrafyalardan farklı perspektiflerin sanat üzerine söylemlerini ve diyaloglarını bir araya getirmek ve tanım, anlatım, şekillendirme kelimelerini odağına almak” iddiasıyla yayın hayatına başlayan Türkiye’nin en yeni sanat platformu border_less’ta Hatice Utkan Özden imzasıyla yayınlanan ve SSM’deki "Ai Weiwei Porselene Dair” sergisini tüm yönleriyle ele alan yazı şöyle:
"Önce onun sosyal medya hesaplarını gördük, özellikle de Instagram hesabını... Sonra selfielerini keşfettik, sonra hükümet otoritelerini, sansürü, medyayı ve politikayı nasıl protesto ettiğine ve bunu yaparken sosyal medyayı bir araç olarak kullandığına tanık olduk.
Bu popülerliğinin sonucu olarak, Türkiye’ye geldiğinde herkes onunla selfie çekilmeye çalıştı, sonra eserleriyle selfie çekildi ve neredeyse her eseri Instgram'landı. Belki de birçok kişi bu sergiyi sistemlerin çöküşü, sansürün artması ya da adaletsizlik gibi temaların yansıması olarak algılamadı. Bu eserlere şüpheli ve kuşku uyandıran eleştirel bir şekilde bakmak yerine, izleyicinin birçok fotoğraf çektiğine şahit olduk. Sonra da Ai Weiwei’ye Hrant Dink insan hakları ödülü verildi. Böylece, Ai Weiwei’nin cesareti takdir edildi. İstanbul’da bir Ai Weiwei sergisi böyle geçti.
Ai Weiwei Çin avangardının Rönesans figürü olarak kabul ediliyor (Contemporary Chinese Artists, Half Life of a Dream, Jeff Kelly). Günümüzün çağdaş sanat dünyasının en popüler sanatçısı. Eserlerinde sansür, sosyal sorunlar ve acı gibi temaları görmek mümkün. En kolay anlatımıyla, ürettiği sanat eserlerini kullanarak bize dünyada sistemin işlemesiyle ortaya çıkan acıları, sansürü, yobaz sosyal değerleri sorgulamamızı sağlıyor. Ve eğer biz de Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergiye bu temalar üzerinden bakmaya çalışırsak, Türkiye’deki yaşam tarzımızın yansımasını görebiliriz.
Her ne kadar sergiyle ilgili sanatsal yaklaşımlar ve iyi yazılmış makaleler okumuş olsak da, Türkiye’de öne çıkan yegane konular; sergide satır araları barındıran estetik kaygılar ve sanatsal yaklaşım oldu. Ama bir gerçek var ki; eserleri anlamamız için bunlardan hiçbirine ihtiyacımız yok. Çünkü, eserlerin anlamı tam önümüzde duruyor: Her şey, her zaman, açık açık görülecek kadar ortada. Ai’nin en basit şekilde yapmaya çalıştığı şey; sistemle ilgili söylenmeyen gerçekleri ortaya çıkarmak. Bunun için de kimsenin estetik kaygılar içinde satır arası okumak gibi bir yeteneğe ihtiyacı yok. Yapmamız gereken tek şey Ai Weiwei’nin bu eserleri üretirken sistemin yozluğunu göstermek istediğini anlamak ve eserleri de buna göre okumaktı. Aslında, Türk izleyicisinin, bu sergi için, selfie ya da sosyal medya reklamından daha fazla yapabileceği şeyler var. Çünkü, bu eserler bizim Türkiye’de yaşadığımız hayattan da kesitler içeriyor. Aslında, cevap tam önümüzde: Ai’nin eserleri sadece Çin ve Çinli otoriteleri anlatmıyor, politik ve sosyal alanda gücü bir silah olarak kullanan her otoriteyi anlatıyor.
Bu nedenle, satır arası anlamlarla vakit kaybetmeye hiç gerek yok, Türk izleyicileri olarak bizler de her gün gücün, sansürün ve sosyal değerlerin alt üst olduğu farklı güç otoriteleriyle savaşıyoruz. Hatta, bu nedenle Ai’nin İstanbul sergisine estetik ve sanatsal değerler yerine, sistemin kölesi olmuş, gücün bir parçası haline gelmiş bireyler olarak bakabiliriz. Bu nedenle, estetik endişeler bir yana, bu sergi bize politika ve gücün dünyevi özelliklerini anlatıyor, ve Ai Weiwei bir kere daha bize hatırlatıyor. Gücün varlığının ağırlığından kaçamazsın.
Ancak, izleyici bunu bu şekilde anlamıyor. Tüm suçu Çin’e atıp, sosyal medyada paylaşım yapmak zorundalığımız ve misyonumuz olduğunu sandık. Böylece Ai’nin tüm sergisini her türlü sosyal medya alanına taşıdık, çünkü buna ihtiyacımız vardı. Aslında, sanatçı olarak Ai Weiwei’nin de buna ihtiyacı vardı. Bu nedenle, aslında toplum olarak kendimizi Ai Weiwei’nin ait olduğu toplumdan çok farklı bir yerde görmeye gerek yok. Bu sosyal medya merakının bir nedeni de sürekli maruz kaldığımız sansür olabilir. Tıpkı Ai Weiwei gibi.
Burada belki de Ai Weiwei’nin daha önce 'Sansür Üzerine' adlı kaleme aldığı makalesine de gönderme yapmak mümkün. The New York Times’ın Sunday Review ekinde yayınlanan makalesinde sanatçı: ‘Otoriteler ne zaman bilgi akışını engellese, bunun anlamı gücün ağırlığını hissettirmektir. Ayrıca, bu güç sisteme gönüllü teslim insanlardan ve gücün sahipliğini kabul eden insanlardan ortaya çıkar.’
Ai ayrıca, bu boyun eğmenin sonucunda insanların da birçok şeyden yararlandığını söyler ve şöyle yazar: ‘Sistem, sıradan insanları işbirlikleri için otomatik olarak ödüllendirir. Hatta, bu kişilerin ödül için çabalamaya ihtiyaçları bile yoktur. Sanatsal ve kültürel projelerin yöneticileri bundan daha fazlasını yapmalıdır. Onlar, tüm sistemden haberdar olduklarını göstermeli ve otorite yanlılarıyla uyum içinde olmak ve yine de halk önünde imajlarını korumalıdır. Eğer yukarı mevkilerde mutsuzluğa neden olan projeye el atarlarsa bunun icabına bakılacağını bilirler.’
İşte İstanbul sergisinde bulunan tüm eserler bu fikrin sonucu. İstanbul sergisi Ai Weiwei’nin porselen işlerini odağına alıyor ve 100'den fazla porselen esere yer veriyor. ‘Ai Weiwei Porselene dair ’ adlı sergide sanatçı, Çin’in geleneksel el işçiliği olan porselen eserler aracılığı ile, geleneksel sanatları hem de batı sanat tarihini eleştiriyor. Ai Weiwei 1970 yılına ait bazı eserleri bu sergi için yeniden üretmiş. Ayrıca, sergi Türkiye’de 2017 yılında gerçekleşen sanat olayları arasında.
Sergide, Ai Weiwei’nin eserleri kültürel tarih, sanat tarihi, orjinallik ve değer yargılarının sürekli değişimi gibi temalar üzerinden ilerlerken, diğer yanda ise sanatçı bu temalar aracılığıyla izleyiciyi de gündelik hayat ve sosyal çevreyle ilgili düşünmeye çağırıyor. Türkiye gibi sürekli değişimin içinde olan bir ülke de bu bağlamda eserler üzerinden değer kazanıyor. Yani, eserlerin sadece Çin ya da sanatçının kişisel tarihiyle ilgili olmadığı ortaya çıkıyor.
Trajik eserler ve selfie'ler
Sergide Ai’nin en trajik eserlerinden biri olan ‘Porselen İnşaat Demiri’ bir depremi anlatıyor. Eser, 2008 yılında gerçekleşen ve 70,000 kişiden fazla ölüme yol açan Sichuan depremine gönderme yapıyor. Ayrıca, bu eser depremde yanlık yapılanma nedeniyle yerle bir olan okulda ölen öğrencilere de ağıt niteliğinde.
Ai Weiwei’nin müzede en çok ses getiren eserlerinden biri olan ‘Tomurcuklar’ ise Instagram’da paylaşım rekoru kırdı diyebiliriz. Belki de bu iş en çok Instagramlanan eser haline geldi. Estetik güzelliği bir yana Tomurcuklar aslında trajik bir hikaye anlatıyor. Ai bu eseri 2014 yılında Alcatraz Island’da Alcatraz Hastenesinde gerçekleşen sergisinde lavabo ve küvetlerin içine yerleştirerek bir enstalasyon olarak kullanmıştı. Enstalasyon ise haksız yere hapse giren mahkumların hücreleri olarak tasarlanmıştı. Bu eserin bu kadar sükse yapmasının bir diğer nedeni de eserin Contemporary Istanbul fuarı sırasında bir izleyici tarafından kırılmasıydı. Hatta, daha sonra izleyicinin selfie ya da Instagram fotoğrafı çekmeye çalıştığına dair haberler de çıkmıştı.
Elbette, serginin reklamını yapmak isteyenler 'Porselen İnşaat Demiri' ve 'Tomurcuklar' adlı eserlerini sosyal medyada ‘tanıtmakta’ etmekte geri kalmadılar. Belki de eserlerin sürekli görülme eğilimi Ai’nin istediği ve amaçladığı şey. Diğer yandan, Hyperallergic’in yazarı Sarah Rose Sharp’ın yazdığına da hak vermek gerekiyor. Sharp şöyle diyor: ‘Bu güzel objelere anlam yükleyerek ve onları sosyal medyada ifşa ederek topluma eleştirel bir şekilde mi bakıyoruz, yoksa daha fazla selfie çekimi için uygun ortam mı sağlıyoruz?’
Bu güzel objelerin bizlerin de tanık olduğu sefaletle ilgili sorular sorduğu ve bizi düşünmeye zorladığını biliyoruz ve tanık oluyoruz. Ama eserleri içi boş birer obje olarak görmek yerine daha dikkatli olmak gerekiyor diyen Sharp, Ai’nin Michigan heykel parkındaki sergisiyle ilgili şunları yazıyor: ‘Bir ailenin, 2008 yılındaki depremde hayatını kaybeden çocukları anmak için yapılan Porselen İnşaat Demiri adlı eserin önünde gülerek poz verdiğine tanık oldum.’
Diğer yandan, İstanbul sergisinde de aynı sahneyi gördük, selfieler, pozlar… Bunların hepsi Ai’nin sanatsal dünyasının da bir parçası gibiydi.
Halkın gözünden bakınca
Her ne kadar Ai’nin birçok işi otoritereler tarafından, özelikle de Çin otoritereleri tarafından eleştirilse de (hatta sansürlense de) bazı eserleri de tüm dünya tarafından eleştirildi. Örneğin, mülteci kriziyle ilgili son yaptıkları bunlar arasında yerini aldı.
Ai, mülteci krizini anlatmak için porselen tabaklara çizimler yaptı ve İstanbul sergisinde de çok ses getirdi. Çünkü, bunların üzerine aslında Türkiye’de yaşayan herkesin her gün gördüğü sahneler vardı: Botlarda insanlar, boğulmuş bedenler ve denizde can yelekleriyle yüzden insanlar gibi…
Sanatçı aynı zamanda 3 yaşında boğularak hayatını kaybeden Aylan Kurdi’ye de yer verdi. Bir tabakta çizilmiş, kıyıya vurmuş cansız beden oldukça çarpıcı olan fotoğrafın aynısının tabaktaki yansıması olarak önümüze çıktı. Ai ayrıca, bu kareyi de canlandırmıştı. Kendisini bir kıyıda aynı pozla fotoğraflamıştı. Bunun üzerine sanatçı Jake Chapman’da ‘Ai Weiwei’nin plajda yatarak başkalarının acılarını estetikleştirmeye çalışması oldukça acınası’ yorumunu yapmıştı.
Ama, Ai’nin aslında tüm eserleri insanların acılarını anlatıyordu. Mülteci krizini anlatmak, ya da onlardan birisiymiş gibi yapmak, ya da çiçekler yapmak… Hepsi de acılardan beslenen eserler. Ayçiçeği Çekirdekleri adlı eseri de (Ai’nin Tate Modern’de gerçekleşen ve ilk defa uluslararası arenada ismini duyurmasına neden olan eseri. Ayrıca, sanatçının globalleşme, kapitalizm, Çin’in toplu üretim politikaları, kendi çocukluğu ve Mao zamanını anlatan bir yerleştirme-heykel olarak kabul ediliyor) sanatçının kendi acılarından beslenerek ürettiği bir eserdi.
Asıl soru ise şu: Halk bu eserleri nasıl algılıyor ve nasıl cevap veriyor. Instagram ya da sergide çılgınlar gibi çekilen fotoğraflar bir yana, asıl soru bizler bu eserlere nasıl tepki veriyoruz ve asıl anlamlarını algılayabiliyor muyuz? Algılamak sosyal medyada fotoğraf çekmek ve bu eserin bir parçası haline gelmek midir?
Her sanat eserinin kendi çevresinde oluşturduğu bir sosyal değer olduğu kesin… Peki, izleyici bunun hakkını nasıl veriyor? Eğer bu sorunun cevabı gerçekten sosyal medyaysa, o zaman Ai Weiwei, tüm üretimlerinde doğru eğilimler üzerinden ilerliyor ve bizler de Ai’nin çok eleştirilen ‘estetizmini’ hak ediyoruz. Hatta bizler de onun estetizminin bir parçası haline geliyoruz. Bu nedenle soru yine aynı şekilde kalıyor: Ai Weiwei’nin eserlerinde estetik nedir? Bu eserleri paylaşarak özgürlük ve politik eşitsizlik adına olumlu bir adım attığımızı mı düşünüyoruz?
Sonuçlar ne olursa olsun, acı aynı kalıyor ve sanatçı da eserleri üretmeye devam ediyor ve halk paylaşmaya devam ediyor. Her şey kontrolsüzce ifşa olmaya devam edecek, sanat da bu yolda yerini alacak."