Türk'ün Akşam gazetesinden Burcu Bulut'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
'Gül'ün duyarlılığı yetmez'
Cumhurbaşkanı ile ne konuştunuz?
Cumhurbaşkanı Gül'e süreçle ilgili endişelerimizi dile getirdik. Bu hukuksuzluğun, haksızlığın genel sürece yansımalarının ağır olacağını söyledik. Kürt sorunu gerçekten çözülmek isteniyorsa, uzlaşı ortamı sağlanması konusunda çaba harcanmasının şart olduğunu ifade ettik. Çözüm formüllerini de verdik. Gerisi kendisinin takdiri olacak.
Peki Gül'ün söylediklerini genel itibarıyla bizimle paylaşabilir misiniz?
Tabii ki Cumhurbaşkanı Gül'ün söylediklerini bire bir söylemem doğru olmaz. Gül, bu sürecin çok önemli olduğunu, farklılıkların inkarıyla sorunların çözülmeyeceğini ve evrensel değerlere sahip bir demokratik yeni anayasanın artık kaçınılmaz olduğunu ifade etti. Ama tabii ki sadece Cumhurbaşkanı'nın bu konudaki duyarlılığı yeterli değil! Bunu da hepimiz biliyoruz.
Neden Cumhurbaşkanı'nın duyarlılığının yeterli olmadığını düşünüyorsunuz?
Sonuçta bir hükümet, bir parlamento var. Yani icra yetkisine sahip olan kesimlerin bu konuda yapacakları var. Mesela en basitinden Terörle Mücadele Yasası değiştirilse, o 1 yıl 8 aylık cezanın yaptırımları ortadan kalkıyor. Esasında bu kadar basit. Çözülmek istenirse bunun formülleri de mevcut.
'Erdoğan'ın manevrası'
Peki sizce bu formüle sıcak bakılmıyor mu?
Başbakan Erdoğan 'Biz yargıya müdahale edemeyiz' diyor. Yani bu öyle bir şey ki, Terörle Mücadele Yasası'nı devreye sokarak her düşüncenin, her konuşmanın cezalandırıldığı bir mantığın öncülüğünü yapıyor. Başbakan saplantılı bir düşünceye sahip. Bugün yüzde 50 oy almış ve toplum tarafından da desteklenen bir partinin, Kürt sorunun çözümünü sağlayacak değişiklikler için çoktan devreye girmesi gerekirdi. Aslında Başbakan Erdoğan Kürt sorununu çözmek istemiyor, çözecekmiş gibi görünüyor. Bu süreci kendi lehine kullanmak için sadece manevralar yapıyor.
Başbakan Erdoğan'ı samimi bulmadığınızı mı söylüyorsunuz?
Samimi olsa bu sorunu çözecek güven ortamını yaratırdı. Başbakan Erdoğan Kürtler nezdinde de güvenini kaybetmiştir.
Sizin Cumhurbaşkanı'yla görüşmeniz basına 'pozitif enerji' olarak yansıdı...
Cumhurbaşkanı Gül'ün yaklaşımı o kadar samimiydi ki! Sancılı bir sürece gidilmemesi konusundaki endişelerini o da dile getirdi. Görüşmeden çıkar çıkmaz basının sorularıyla karşılaşınca ilk aklımıza gelen de bu oldu. Başka söyleyecek bir şey bulamadık. Pozitif enerjisi gerçekten çok yüksek olan bir lider.
'Kurnazca bir komplo'
Peki tam tersi bir elektrik alsaydınız...
Cumhurbaşkanı bize karşı ilgisiz olsaydı, sorunları görmezden gelerek direkt olarak 'parlamentoya gidin' deseydi biz de farklı bir konuşma yapardık. Ama ne mutlu ki gerçekten gelişmeleri çok iyi değerlendiren ve bunun sonuçlarının nereye varacağını çok iyi bilen bir Cumhurbaşkanımız var.
Başbakan Erdoğan Dicle'nin durumu için 'O bir suçlu ben ise okuduğum bir şiirden ötürü içerideydim. Durumumuzun benzemesi gibi bir durum söz konusu olamaz' dedi...
Başbakan Erdoğan'ın sözleri eğer yargı yerine geçiyorsa bu yanlışlığın en büyüğü olur. Hatip Dicle'yi suçlu yapan, Başbakan Erdoğan'ı aklayan nedir? Başbakan Erdoğan bir şiir okumuşsa, Dicle de bir konuşma yapmıştır. Her ikisi de düşüncelerini ifade ettiler. Yani arada hiçbir fark yok! Üstelik Hatip Dicle'nin konumu da çok farklıydı.
Nasıl bir fark bu?
Listeler kesinleşmeden önce değil de kesinleştikten sonra bu olayın vuku bulması ilginç! Sadece Hatip Dicle olayı da değil! Gültan Kışanak'ın kızlık soyadı, Ertuğrul Kürkçü'nün 1970'teki bir dosyasının bulunup çıkarılması ve bunların hepsinin listeler kesinleştikten sonra yapılıyor olması sadece bir tesadüf olabilir mi? Dicle meselesi zamanında söylenseydi, yedeğimiz de vardı. Çok kurnazca tezgahlanan bir komplonun içindeyiz.
Dicle ve KCK tutuklularıyla ilgili olumlu bir adım atılmazsa ne yapacaksınız?
Eğer sorunların çözümünde olmamız isteniyorsa biz varız. Ama sorunun çözümüne katkımız olmayacağı düşünülüyorsa, bu sancılı sürecin barışçı bir sürece evrilmesi için bize bir misyon verilmemişse, parlamentoda bulunmamızın gerçekten de anlamlı olmadığını düşünüyorum.
'Fatura yine ağır olursa'
Eğer Meclis'te olmayacaksanız, siyaset yapmaya devam edecek misiniz?
Tabii ki halkımızla iç içe olacağız, mitingler yapacağız, halkımızın örgütlenmesini sağlayacağız. Haklı talepler, halk tarafından dayatılacak. Bunun faturası ne kadar ağır olur orası tartışılır. Yine cezaevine girersek yapılacak bir şey yok! Ne yapalım artık!
'Sihirli değneğimiz yok'
Kürt halkını örgütlemekten bahsediyorsunuz, sonrası?
Kürtler, AKP'nin sığınacakları bir liman olmadığını gördüler. Halk, daha doğrusu 'dinamik güç' bugün gerçekten çok öfkeli ve Kürtlere karşı yürütülen siyasetten oldukça rahatsız. Toplumlarda ayaklanmaları başlatan yine bu dinamik güçlerdir. Mısır, Libya örneğinde olduğu gibi. Söyleyebileceğim tek şey, dikkatli olmak gerektiğidir.
'Dicle'nin tutukluluğu kaldırılırsa, İmralı'nın önü de açılır' iddialarına ne diyeceksiniz?
Bu doğru bir tespit. Birbirini tetikleyen bir süreç oluşur. Dolayısıyla bu konunun oturup tartışılması, ortak bir akılla çözülmesi gerekir. Bu kadar muazzam bir sorunu bir günde kimse çözemez! Elimizde böylesi bir sihirli değnek yok. Bütün mesele öncelikleri ve toplumu rahatlatacak adımları çok doğru planlamak ve çözme iradesini ortaya koyabilmekten ibarettir.
'CHP Meclis'e hiç katılmamalıydı'
CHP'nin yemin törenine katılmaması epeyce eleştirildi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP'nin boykot kararı bizce doğruydu ama gidip Meclis'te oturmalarına sonra da 'ben yokum' demelerine gerçekten anlam veremedik. Sonuç olarak bu bir partidir. Kendi kararlarını kendileri oluşturur. Ama hem var hem yok olmak çok garip!
Meclis'e hiç katılmamaları gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Evet, o zaman aldıkları tavır çok daha anlamlı olurdu.
MHP'den de böyle bir adım beklediniz mi?
MHP'nin böyle bir tavır almayacağını biliyordum. Çünkü BDP'nin boykotu kendi seçmenleri açısından kabul edilmez bir karardı.
'Hükümet Öcalan'la direkt görüşmeli'
MİT eski Müsteşarı Sönmez Köksal 'Hükümet Öcalan'la görüşsün' dedi. Siz bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Kürt sorunu yılların meselesidir. Faili meçhul cinayetler yaşandı, her türlü hukuksuzluk seferber edildi ama ne PKK, ne de halk gücünden bir şey kaybetti. Bugün Kürt sorununu diyalogla çözmenin ötesinde başka bir formül yok. AKP'nin bunu doğru kullanması ve hükümetin gerekirse Öcalan'la direkt görüşmesi gerekir. 'Memurlarımı göndereyim, ben farklı bir yerde durayım' anlayışı artık iflas etmiştir. Hükümet artık bu cesareti göstermeli!
'İkna edilmesi gereken tek güç PKK'dır'
Bir de çok başlılıktan söz ediliyor. 'Avrupa mı, PKK mı, KCK mı, İmralı mı, BDP mi, hangisi dikkate alınmalı' deniyor...
Demokratik bir anayasanın yapılmasında, sosyal barışın alt yapısının oluşturulmasında elbette ki bizim rolümüz önemlidir. Ama esas dikkate alınması gereken güç bence PKK'dır. Onları ikna etmede, Kürtleri temsil eden bir parti olarak biz 'silahları bırakacağız' diyemeyiz. Eğer silahların susmasını istiyorsak, kalıcı barış istiyorsak, elinde lokomotifi olan kesimleri ikna etmek şart. Bu sorunun baş aktörü PKK'dır.