Cumhuriyet gazetesi yazarı Ahmet İnsel, son 30 yılda çok sayıda diktatörlüğün çöküşüne şahit olunmasına dikkat çekerek liberal dünya görüşünün “bundan sonra sonsuz bir demokrasi cennetinde yaşayacağız” öngörüsünün aksine, 21. yüzyılın ‘demokrasiyle diktatörlüğü izdivacının yarattığı ucubenin çağı’ olabileceğini belirtti.
Demokratur adı verilen demokrasiyle karışık diktatörlük rejimlerinin şiddeti siyasal alanda başat bir araç olmasını teşvik ettiğine değinen İnsel, “Şiddeti, halkın, düzenin, devletin ve önderin iç düşmanlarını temizleyecek, Yeni Rusya’yı, Yeni Türkiye’yi kuracak arındırıcı bir şiddet olarak tanıtıyorlar.” ifadelerini kullandı.
İnsel’in bugün (22 Mart 2016) yayımlanan ‘’Demokratur’’ başlıklı yazısı şöyle:
Son otuz yılda, başta Sovyetler Birliği ve satelitleri olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinde, Afrika’da, Güneydoğu Asya’da, Latin Amerika’da diktatörlüklerin çöküşüne şahit olduk. Bunun son dalgası, Arap İsyanları olarak adlandırılan gelişmelerdi. Buna karşılık liberal dünya görüşünün, safdil hatta bön bile denebilecek iyimserlikteki, “bundan sonra sonsuz bir demokrasi cennetinde yaşayacağız” öngörüsü de bir o kadar boş çıktı. Otuz yıl sonra, 21. yüzyıl demokrasi değil, demokrasiyle diktatörlüğün izdivacının yarattığı yeni bir ucubenin çağı mı olacak? Bu endişeyi bugünlerde en iyi ifade eden kelime, demokratur: Demokrasiyle karışık diktatörlük.
İlk kez galiba 1990 başlarında Edouardo Galleano tarafından üretilen bu kelime, (İspanyolca “democradura”), önceleri Latin Amerika’da neoliberal politikaları halka dayatan demokrasi görünümlü rejimleri kast ediyordu. Daha sonra, özellikle Putin rejimini tanımlamaya başladı. Afrika’da seçimle gelen ama seçimle gitmeyi reddeden birçok devlet başkanı için de kullanılır oldu.
Günümüzde tek bir demokratur modeli yok. Venezüella, Rusya, Orta Asya’da birçok cumhuriyet ya da Türkiye arasında önemli farklar var. Benzerliklerin başında, iktidardaki karizmatik liderin sürekli seçim kampanyasındaymış gibi davranması geliyor. Siyasal alanı büyük ölçüde tekeli altında tutan bu sürekli mobilizasyon sırasında, lider hemen her gün “halkı yanıltan, aldatan ve hakir gören” elitlere hakaret ediyor. Her ülke otokratının hedef tahtasına oturttuğu elit figürü farklı olsa da bunlar genellikle okumuşlar, akademisyenler, yabancı dil bilenler, azınlıkların önde gelenleri, gazeteciler, ünlü yazarlar, vs... oluyor. Bu yolla, kendi görüşlerinin hiçbir zaman ve hiçbir yerde dikkate alınmadığı, olaylar üzerine en ufak müdahale olanakları olmadığı kanaatindeki “halk”ın tepkilerini, früstrasyonlarını kanalize etmek amaçlanıyor. Bu nedenle adalet kelimesini ağızlarından düşürmüyorlar. Muktedirin hukukuna dayanan bu adalet taklidinin esas işlevi, başkanın öç alma hırsı içindeki halkının cezalandırma arzusunu düzenli tatmin etmek.
Fransız araştırmacı Renée Fregosi, demokratur örneklerini incelediği Yeni Otoriterler başlıklı kitabında, totalitarizm veya klasik tiranlıklardan farklı olarak, demokratur rejimi otokratlarının demokrasi ideallerine cepheden saldırmadıklarını belirtiyor. Tersine, demokrasiyi daha otantik, daha “yerli ve milli” kıldıklarını, elitlerin küçümsediği, konuşturtmadığı halka söz hakkı verdiklerini iddia ediyor bu otokratlar. Seçim meşruiyetine dayanıyorlar ama seçim öncesinde rakiplerini alandan temizlemek için onları hapsetmek, seçimlere girmelerini engellemek, en azından muhalif medyayı susturtmak, hatta Rusya’da olduğu gibi, yakın rakibini öldürtmekten de geri kalmıyorlar. Bazı yerlerde seçim sırası ve sonrasında yapılan hilelerle seçim kazanılıyor, bazı yerlerde seçimlere pek hile karışmıyor ama seçim kampanyalarına göstere göstere uygulanan büyük bir eşitsizlik damgasını vuruyor.
Demokratur rejimlerinin ortak niteliklerinden bir diğeri, iktidarın toplumu sürekli ve giderek artan bir dozda kutuplaştırmaya dayanması. Rakiplerin şeytanlaştırılması, kriminalize edilmesi, komplo teorilerinin sürekli üretilmesi bunun araçları. Antisemitizm bu komplo teorilerinin yegâne değil ama en yaygın malzemesini genellikle oluşturuyor.
Bir defa seçildikten sonra iktidarı bırakmamak için kuralları değiştirmek de demokratur rejimlerinin başka bir ortak niteliği. Rusya’da Putin’in icat ettiği, kâh başbakan kâh başkan olarak istenirse ölene kadar iktidarda kalma yöntemi gibi kılıfına uydurmayı beceremeyenler, anayasa değişikliklerini dayatıyorlar.
Toplumsal konsensüsün oluşması için bazen şart olan geri adımı atmayı reddeden, bunu otoritelerinin parçalanması olarak algılayan demokratur rejimleri, şiddetin siyasal alanda başat bir araç olmasını teşvik ediyorlar. Bu şiddeti, halkın, düzenin, devletin ve önderin iç düşmanlarını temizleyecek, Yeni Rusya’yı, Yeni Türkiye’yi kuracak arındırıcı bir şiddet olarak tanıtıyorlar.