Ahmet Altan*
Şu sıralarda AKP’lilerin, kurulan baskı rejimini savunmak için en çok kullandıkları “mazeret” ne?
Terörizm.
Kendilerini eleştiren herkese ve her fikre “terörist” diyorlar.
Peki bunun bir gerçekliği var mı?
Yok.
Bu, büyük bir yalan.
Yalan olduğu da sürekli kanıtlanıyor.
En büyük ve en kanlı terör örgütü olan IŞİD, Türkiye’nin kentlerini bombalayıp duruyor, canlı bombalar patlatıyor, insanları öldürüyor.
Siz, “paralel” denilen Cemaat’e karşı sürdürülen kampanyanın ya da PKK’ya yapılan saldırıların onda birinin IŞİD’e karşı yapıldığını görüyor musunuz?
Görmüyorsunuz.
Ne zihinsel ne de fiziksel bir mücadele var IŞİD’e karşı.
IŞİD’in Kilis’i bombalaması, “roket mermilerinin düşmesi” olarak anlatılıyor.
Ümit Kıvanç’ın “roket mermilerinin” öyle meçhullerden gelip “düşmediğini” anlatan harika yazısı olmasa, bu ülkenin medyası ve siyaseti bu saçmasapan anlatımı hâlâ sürdürüyor olacaktı.
Bu anlatımı tercih ediyorlar çünkü aslında “terörle” mücadele falan etmek istedikleri yok, terör onların işine yarıyorsa her türlü “korumaya” layık görülüyor.
Bu iki yüzlülüğün son örneğini Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya ile Ceyda Karan’ın “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten” iki yıl hapse mahkûm olduğu davada gördük.
Çetinkaya ve Karan Charlie Hebdo Dergisi’ne “saldıran,” insanları öldüren “terörü” protesto etmek ve saldırıya uğrayanlarla dayanışmalarını göstermek için Charlie Hebdo Dergisi’nin kapağını yayınladılar.
Ama IŞİD saldırısını protesto ettikleri, bu “dinci” teröre karşı çıktıkları için mahkûm oldular.
Teröre karşı çıkmak nasıl “halkı düşmanlığa” teşvik etmek oluyor?
IŞİD’in saldırısına “neden “olarak gösterdiği o kapağı yayınlamayı, “halkı düşmanlığa teşvik” etmek olarak değerlendirdiğinizde, aynı zamanda IŞİD’in saldırısını da aklamış olmuyor musunuz?
IŞİD terörünün, “tahrike” karşı “tepki” olduğunu kabul etmiş olmuyor musunuz?
Oluyorsunuz.
Niye IŞİD’i protesto edenler mahkûm oluyor?
Ve, Cumhurbaşkanı o davada ne diye “müdahil” olarak bulunuyor?
IŞİD’i protesto eden iki gazetecinin “mahkûm olması” için uğraşmak Türkiye Cumhurbaşkanı’nın işi mi?
Başbakan Davutoğlu o saldırıyı protesto etmek için Paris’teki büyük törene katılmıştı, o mahkûm olmadı ama burada iki gazeteci mahkûm oldu.
Çünkü bu iktidar, kimin, nasıl, ne zaman, neyi protesto edeceğine sadece kendisinin karar verebileceğini, başka hiç kimsenin iktidarın koyduğu bu sınırların dışına çıkamayacağını göstermek istiyor.
Bunu göstermek için hiçbir fırsatı da kaçırmıyor.
IMC’nin haber müdürü Hamza Aktan, attığı “twitlerden” dolayı sabaha karşı evi basılarak gözaltına alındı.
“Twit” atan birinin evi neden sabaha karşı basılır?
Hukukla bunu açıklamak mümkün mü?
Değil.
Şimdi bütün bu saçmalıkları değerlendirirken, AKP’lilerin açıkça söyledikleri hatta övündükleri gibi “bağımsız” yargının kalmadığını, yargının “AKP”lileştiğini de görmek gerekir.
Yargı, “AKP’nin sopası” işlevini görüyor.
AKP’nin koyduğu sınırların dışına çıkan derhal yargı tarafından cezalandırılıyor.
Cezaları, hukuk, yasa ya da anayasa belirlemiyor, AKP’nin koyduğu sınırlar belirliyor.
Yargının “bağımsızlığını” kaybettiği, “terör” kavramını tümüyle muhalefeti ezmek için bir bahane olarak kullanıldığı bir ortamda gazeteciler ne yapacak?
Asıl soru bu.
AKP’den şikâyet etmek sorunu çözmez.
Bu korkunç dönemi aslında medya bir toparlanma fırsatı olarak kullanabilir.
Daha önce karşılaşmadığımız türden bir baskıyla ve daha önce karşılaşmadığımız türden bir “düşünme” zorunluluğu ile karşı karşıyayız.
Hayvanlar âleminin en güçsüzlerinden olan ceylanlar bile bir arada durduğunda, en vahşi saldırganlar onlara bir şey yapamaz, onun için aralarından birini avlamak istediklerinde ilk yaptıkları iş ceylanların dağılmasını sağlayacak bir strateji uygulamak olur.
Bugün muhalif medya da bu stratejiyle karşı karşıya.
Havuz medyası bir propaganda aracı, medya sayılmaz.
Doğan grubu, gazeteleriyle ve televizyonlarıyla “teslim” olmuş durumda ve şu anda AKP için havuz medyasından daha önemli bir işleve sahip.
Havuz medyası, muhalif gazetecileri” dağıtamaz” ama Doğan grubu bunu AKP’ye çok faydalı olacak şekilde yapabilir ve büyük bir “görev” bilinciyle de yapıyor.
AKP’nin karşısında dört grup var, Kemalistler, Kürtler, Cemaat’e yakın olanlar ve “demokrat” kavramını kullanmayı bile beceremediğimiz için “liberal” demeyi tercih ettiğimiz insanlar.
AKP propagandasının ilk hedefi “Kemalistler” çünkü onlar çok büyük bir kesimin sözcüsü durumunda. Elbette hiçbir grup kendi içinde bir bütün değil böyle bir geçiş döneminde… Ben burada “Kemalistler” derken AKP’ye koltuk değnekliği görevini üstlenen Deniz Baykal gibileri ya da bu görüşü kendi iktidar ihtirasına maske yapmak isteyen “darbeciler” gibileri değil, samimi bir şekilde “Kemalizm” kavramını “laiklik, çağdaşlık” türünden değerlerle özdeş kabul eden milyonlarca insanı kast ediyorum.
Doğan grubunun gazetelerini, yazarlarını ve televizyon programlarını izlerseniz, bu tür Kemalistleri diğerlerinden ayırmak için ne büyük bir çaba harcadıklarını görürsünüz.
Kemalistleri, Kürtlere, “paralel” dedikleri Cemaat’e ve liberallere karşı sürekli kışkırtıyorlar.
Ergenekon sanıklarına ve o sanıkların yakınlarına en fazla yer ayıran medya grubu Doğan ekibi.
Ergenekon’un AKP ile “ittifak” yaptığını, bütün darbe ve Ergenekon sanıklarını “AKP yargısının” serbest bıraktığını, 28 Şubat’ın bile “darbe olmadığının” CD’lerle mahkemede “kanıtlandığını” gözlerden saklayarak, AKP’nin “her şey kumpastı” propagandasının “amiral gemiliğini” yapıyorlar.
Kemalistler ne yazık ki bu tuzağa büyük bir istekle düşüyor.
Onlar bu tuzağın içinde diğer “muhaliflerle” kavga etmeyi yeğlerken işin “laikliğin kaldırılmasına” kadar geldiğini fark etmiyor gibiler.
“Bu baskı düşünmek için bir fırsat” derken bunu söylemek istiyorum, Kemalistler eski ezberlerine ve düşmanlıklarına, yeni koşulları hiç düşünmeden devam ederlerse bu korkunç baskıyı atlatmak çok zorlaşır.
Muhalefet bir araya gelemez, tek tek av olur.
Ergenekon’un ve darbe hazırlıklarının olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Ergenekon’un ve darbe hazırlıklarının, AKP’nin iktidarını sağlamlaştırmak için uydurulduğunu mu düşünüyorsunuz?
O zaman şu soruyu kendinize sormalısınız bence:
AKP bunları uydurduysa, neden AKP’nin en güçlü olduğu ve “yargıyı teslim aldığı” bir dönemde bu davanın sanıkları beraat ediyor?
Hem AKP’ye karşı çıkıyorsanız, hem de AKP yargısının akladığı Ergenekon ve darbe sanıklarının durumunu sorgulamıyorsanız, bu nasıl açıklanabilir?
Gerçekten her şeyi “paralellerin” uydurduğuna mı inanıyorsunuz?
“Paralel” diye herkesin suçlandığı, bütün Ergenekoncuların da baştacı edildiği bir dönemde “yargı kararlarının” gerçekten adil ve tarafsız olduğunu mu sanıyorsunuz?
Karan’a ve Çetinkaya’ya karşı âdil olmayan “yargı,” Ergenekon’a ve darbecilere karşı mı âdil?
Buna inanmanızı sağlayan nedir?
Baransu’ya, Karaca’ya, Avcı’ya, onar onar tutuklanan Kürt gazetecilerine, Ceyda Karan’la, Hikmet Çetinkaya’yla, Can Dündar’la, Erdem Gül’le birlikte sahip çıkmazsanız “yırtıcıların” avı olacağınızı, sizi bir tuzağa doğru sürdüklerini fark edemiyor musunuz?
Ergenekoncular ve darbeciler AKP ile “ittifak yaptıkları” için, bir tek Kürdün, cemaatçinin, “liberalin” çıkamadığı Doğan televizyonlarına ve gazetelerine bu kadar rahat ve bu kadar çok çıkıyorlar.
Bu da mı dikkatinizi çekmiyor?
Sadece Doğan grubunun gazetelerine, yazarlarına, televizyon programlarına baksanız bile oynanan oyunu rahatça görebilirsiniz.
Kemalist medya, eğer çok önem verdiği “laikliğe” sahip çıkmak istiyorsa, eski ezberlerinden kurtulmak, Kürtlere, cemaatçilere, liberallere beslediği düşmanlığı, Ergenekonculara darbecilere beslediği sempatiyi yeniden gözden geçirmek ve “demokrasinin,” mücadeleleri için en önemli araç haline geldiğini anlamak zorunda.
Bu korkunç baskı, Kemalistlere “demokrasinin” vageçilemez bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor… Bu açıdan çok önemli bir fırsat aynı zamanda.
Bugün, birlikte hareket etmek, dayanışmak ve “laiklik, demokrasi” mücadelesini omuz omuza sürdürmek zorunda olduğumuz Kemalist grup, demokrasi ihtiyacını hisseder ve kendini dönüştürürse, AKP’nin zorbalığı Türkiye’nin çok önemli bir adım atmasını sağlamış olur.
Bu açıdan da AKP’nin dinci faşizmi, “Kemalist” kesimin durumu ciddiyetle değerlendirmesini, demokrat bir mücadeleye katılımını sağlamak açısından çok büyük ve önemli bir fırsattır.