Rumca yayımlanan Apoyevmatini gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis ve Agos gazetesi editörü Pakrat Estukyan anayasa değişikliği referandumuna ilişkin yorumlarda bulundu. Estukyan, "Mevcut durumda bunun tam tersi için, despotizmin tesisi, cezasızlığın pekişmesi için tasarlanmış bir metin konuyor önümüze. Bu metne bizim evden 'evet' diyen çıkmaz" görüşünü savundu. "Bakın, eşit şartlar sağlandığı sürece bir seçimden çıkacak 'evet' de hayırlıdır, 'hayır' da hayırlıdır" diyen Vasiliadis ise "Şaibeli şartlar altında bir seçim, ülkeyi daha çok karıştırır. Bugün karıştırmazsa beş yıl, on yıl sonra karıştırır" diye konuştu.
"2002’de sırf AKP’ye oy vermek için Yunanistan’dan Türkiye’ye geldim. Bunu yaparkenki düşüncem, AKP’nin, en az benim kadar Avrupa Birliği’nin himayesine muhtaç olduğuydu" açıklamasında bulunan Vasiliadis, "Şimdi ise, yolda yürürken anadilimizi konuşamıyor, gerçek kimliğimizi ayan beyan söyleyemiyor, asıl ismimizi kullanamıyoruz. Azınlıklar, nereye ait olduklarını ifşa edebilecek bütün hareketlerden çekinir oldu" dedi.
Pakrat Estukyan ve Mihail Vasiliadis'in BirGün'den Meltem Yılmaz'a verdiği şöyleşi şöyle:
Pakrat Estukyan: Bu metne bizden ‘evet’ çıkmaz
AKP’nin ilk kez seçimlere girdiği 2002 yılına dönelim. Farklılıkları kucaklayıcı söylemleriyle birlikte okunduğunda, azınlıklar tarafından nasıl karşılanan bir AKP’den söz ediyoruz?
Henüz yeni kurulmuş bir siyasi parti olarak AKP, katıldığı ilk genel seçimden zaferle çıkıp iktidarı ele geçirdiğinde Türkiye’de değişim vaat eden tek siyasi hareketti. Türkiye’de azınlıklar doğaları gereği her zaman demokratik söylemlerle siyaset yapan partileri desteklediler. Çok partili yaşama geçildikten sonra öncelikle Menderes- Bayar ikilisinin DP’si, ardından Süleyman Demirel’in AP, Turgut Özal’ın ANAP’ı, Tansu Çiller’in DYP’si azınlıklardan önemli oranda oy aldılar.
1970’li yıllardan beri emek-sermaye denkleminde şekillenen siyasi yelpaze iki binli yıllara gelindiğinde Türkler-Kürtler-Müslümanlar olarak kamplaşmıştı. Bir yanda CHP ve MHP gibi faşist bir miras taşıyan partilerin temsil ettiği İttihatçı-Kemalist gelenek, diğer yanda yüzde 10 baraj engeliyle oyun dışına sürülmüş Kürt siyasetine karşı, “Milli Görüş” gömleğini çıkartıp liberal söylemlerle İslam adına sahneye çıkan AKP, şüphesiz ki geniş bir tabanın desteğini alacaktı. Oy kullandığım tüm seçimlerde siyasi yelpazenin en solunu desteklemiş biri olarak 2002 seçimlerinde de ÖDP’ye oy verdim. O seçimde muhtemelen çok az sayıda Ermeni veya diğer azınlıklara mensup yurttaş AKP’ye oy vermiştir. Ancak sonrasında, AB ile üyelik müzakerelerindeki heyecanlı tutum, başta sağlık hizmetleri veya ulaşım gibi alanlarda hizmet kalitesinin yükselmesi, geleneksel devletçi vesayeti temsil eden ordu ve bürokrasideki uzlaşmaz ve kaba direnç, bir sonraki seçimde azınlıkların da bu harekete desteğini sağladı. AKP’nin milliyetçiliği yadsıyan söylemleri, hatta, genel başkan Erdoğan “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık” cümlesini muhtelif vesilelerle defalarca tekrarlamasını da unutmayalım.
Referanduma sürecinde azınlıkları rahatsız eden en önemli konular nelerdir?
Yandaş olmayan basının tasfiyesi, muhalif olarak tanımlanan akademisyenlerin üniversitelerden uzaklaştırılmasının ardından girilen referandum sürecinde “bizden olmayan teröristtir” söylemi, “Hayır” kampanyaları yürütenlerin de takibata, soruşturmaya uğratılmasına yol açıyor. En vahimi ise AKP gençlik örgütlenmesi başta olmak üzere hükümete yakın kimi özel güvenlik şirketlerinin silahlanma çabaları ve paralel silahlı güç oluşturma gayretleri.
Peki bu süreçte AKP’nin milliyetçiliği milliyetçilerden daha ateşli savunması, sokağa ve azınlıklara nasıl yansıyor?
Genel hatlarını tarif ettiğimiz bu iklim tüm yurttaşlar için yeterince kaygı verici. Ancak kutuplaştırma, toplumda “öteki” yaratma çabaları her zaman “doğal ve potansiyel öteki” olan azınlıklar için iki kat kaygı unsuru. Bugün için Türkiye Ermenilerinin kaygıları temel olarak asayiş ve ekonomik istikrarla ilgili. Ülkedeki tehlikeli gerilimin kolayca sınırlarımızın dışına da taşabileceği, Türkiye’nin yüz yıl önce olduğu gibi, birkaç sorumsuz yöneticinin fevri kararlarıyla daha büyük bir savaşa sürüklenebileceği abartılı bir öngörü değil artık. Ortada fol yok, yumurta yokken bütün kuvvet komutanları ile Kardak kayalıklarına giderek çıkartılan kriz bu durumun en somut kanıtı. Ne tuhaf mutabakattır ki ülkede kimse de “Bayram değil, seyran değil. Ne yapmaya gittiniz?” diye soramıyor.
"Darbe ruhu korunuyor"
Şimdi yeni bir Anayasa’dan söz ediyoruz. İktidar, içeriği dahi konuşmamak için tüm gücünü seferber edip “hayır”cılara yükleniyor. Peki, bir ülkenin azınlıklarının, o ülke için olan toplum sözleşmesine dair beklentilerini dile getirmelerine dahi sıranın gelmemesi, sizce de tuhaf değil mi?
Anayasanın toplumsal bir sözleşme olduğu iddiası bir safsatadan ibaret. Devletler gibi anayasalar da erk sahiplerinin tasarladıkları metinlerdir çoğunlukla. Devletin sahipleri onun hepimizin örgütü olduğunu iddia ederler ama bizler öyle olmadığını biliriz. Aynı şekilde anayasalar da birileri tarafından başka birilerine karşı kurgulanır. Unutmayalım ki 82 Anayasasının mimarı Orhan Aldıkaçtı hazırlanan metnin ruhunu “Eski Anayasa devlete karşı vatandaşın haklarını savunuyordu, biz şimdi devleti vatandaşa karşı koruyan bir Anayasa hazırladık” sözleriyle açıklamıştı. Bu anlayış yeni metinde de korunuyor, üstelik salt devleti değil, hükümetleri de insanlara, halklara karşı koruyan özelliği ile eskisini de olumsuz anlamda aşmaya çalışıyor.
Ne etnik veya dini azınlıkların, ne de herhangi bir grubun Anayasalardan somut beklentisi olabilir. Esas olan genel ilkelerdir.
Peki mevcut paketin ruhunda, sözünü ettiğiniz ilkelerden bahsedebilir miyiz? Ve son olarak, size göre azınlıklardan “evet” çıkma ihtimali var mı?
Mevcut durumda bunun tam tersi için, despotizmin tesisi, cezasızlığın pekişmesi için tasarlanmış bir metin konuyor önümüze. Bu metne bizim evden “evet” diyen çıkmaz. Bu mantıkla hazırlanan Anayasaya sadece AKP’ye biat etmiş, her koşulda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destek olmaya kararlı olanlar “evet” diyecektir. İnsana karşı kurgulanmış bir Anayasadan hiç kimseye, dolayısı ile azınlıklara da fayda gelmez. Ülkenin kurtuluşu tekçilikte değil çoğulculuktadır. Tekçilik, önerilen modele etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel, anadili vs. konularda farklılık gösteren tüm grupları imha etmeyi amaçlar. “İmha” sadece öldürmek anlamına gelmiyor şüphesiz. Son yüz yıl içinde Türkiye’de kaç dilin yok olduğu sorusu bile imhanın açıklanması için yeterli bir fikir verebilir.
Mihail Vasiliadis: Azınlıklar ifşa olmaktan kaçınıyor
"Farklılıklar bizim zenginliğimizdir" diyen bir partiden, genel başkanı Meclis kürsüsünde bozkurt işareti yapan bir partiye… Başlarken böyle mi düşünmüştünüz?
Elbette hayır. Ben 1975’ten 2002’ye kadar Yunanistan’daydım. Orada gazete çıkarıyordum. Sonra Apoyevmatni gazetesini teslim almak için İstanbul’a gelmeye karar verdim. Kasım ortalarında gelecektim ama sırf AKP’ye oy vermek için 2 Kasım’da geldim. Bunu yaparkenki düşüncem, AKP’nin, en az benim kadar Avrupa Birliği’nin himayesine muhtaç olduğuydu. Nitekim böyleydi de. AKP’nin azınlıkları kucaklayan söylemlerine, buna uygun kadrolar eşlik ediyordu. Hatta 2007’de de oy verebilirdim ama Baskın Oran hoca benim mıntıkamda aday olduğu için ona verdim. Ama şimdi bakıyorum da, AKP’nin benim oy vermeme neden olan söylemleri de, kadroları da ortadan kaybolmuş durumda.
İktidar partisinin 2015’te Kürt açılımın son bulmasıyla birlikte dozajı artan milliyetçi söylem ve eylemleri, azınlıkların günlük yaşamına nasıl yansıyor?
Yolda giderken anadilimizi konuşamamamız, gerçek kimliğimizi ayan beyan söyleyemememiz, asıl ismimizi kullanmamız şeklinde yansıyor. Ve bu yalnızca milli azınlıklar için geçerli değil, dini azınlıklarda da durum böyle. Adı “Hasan Hüseyin” oldu mu çekinir oldu insanlar ismini söylemeye. Nereye ait olduklarını ifşa edebilecek bütün hareketlerden çekinir oldu azınlıklar.
"Şaibeli bir seçim ülkeyi karıştırır"
Bugün Türkiye’nin en önemli gündem maddesi malum Anayasa değişiklik paketi. Türkiye’de Başkanlık sistemini öngören Anayasa değişiklik paketi, azınlıkların penceresinden bakınca, bu ülkeye ne getirir/ ne götürür?
Meclis’i götürür, tek adamlığı getirir, bunun başka bir açıklaması yok. Bakın, asıl sorun Batı ile aramızdaki fark. Batı’da en büyük erdem demokrasidir. Doğu’da ise adalet. Ve Doğu’da sanılır ki, bir kişinin iki dudağı arasından da adalet sağlanabilir. Oysa bir kişinin lakabının Kanuni olması, kardeşlerini boğdurmaktan alıkoymaz onu. Dolayısıyla adaletin, demokrasinin sağladığı yasalar çerçevesinde var olması mümkündür. O yasalar yoksa, adaleti sağlayacak olan kişi, sırtını yasalara değil de, kişilere dayamak zorunda kalırsa, istese de adil kararlar veremez. Bir de demokrasinin şöyle önemli bir özelliği vardır: Demokrasinin beşiği antik Yunan’da yetişen büyük bilim adamları, filozoflar, felsefe ve matematikle uğraşanlar, tragedya yazarlarını bir düşünün. Ama sonra, aniden bir kopma oldu. Ondan sonraki nesillerde bu üretkenlik görülmedi. Neden? Çünkü demokrasinin yerini tiranlar aldı. Tiranlar döneminde bilim, felsefe, güzel sanatlardaki patlama yaratan isimlerin bir daha yetişmemesi bir tesadüf müdür?
Biliyoruz ki Anayasa bir toplumun sözleşmesidir ve çoğunluğun fikri kadar azınlığın fikri önemlidir. Bir dönem Anayasa çalışmaları yapılırken çok farklı kesimlerinin fikri alınmıştı. Şimdi ise, kapalı kapılar ardında, bütün bir ülkeden kaçırılırcasına hazırlanan ve bu şekilde oylanmaya çalışılan bir Anayasa paketinden söz ediyoruz. Böyle bir Anayasa ne kadar sağlıklı olabilir?
Geçmiş dönemde Anayasa çalışmaları sırasında benden de fikir almışlardır. Dolmabahçe Sarayı’nda Cemil Çiçek başkanlığında toplanmış, fikirlerimizi dile getirmiştik. Yeni Anayasa’da ise fikrimiz sorulmadı. Bakın, eşit şartlar sağlandığı sürece bir seçimden çıkacak “evet” de hayırlıdır, “hayır” da hayırlıdır. Ama şaibeli şartlar altında bir seçim, ülkeyi daha çok karıştırır. Bugün karıştırmazsa beş yıl, on yıl sonra karıştırır.
AKP’nin bu referandumda, geçmişte olduğu gibi, azınlıklardan destek almasını olası görüyor musunuz?
Her şeyden önce MHP ile ortaklık kuran bir partinin azınlıklarda yankı bulması zor. Ama bu demek değil ki hiç bulamazlar, çünkü egemen kesim azınlıkları ezmek ya da onlara baskı yapmak isterse kendi ellerini kirletmez. Azınlıklar arasında yandaş olmayı kabul edecekleri bulur, onların vasıtasıyla yapacaklarını yapar. Ama bugün Türkiye’deki azınlıkların büyük bir çoğunluğunun bir rahatsızlık içinde olduğunu söyleyebilirim, Hrant’ın “güvercin tedirginliği” var.
"Türkiye, Yunanistan’ın kriz öncesi hali"
Agos gazetesinin yakın zamanda yayımladığı bir habere göre, Türkiye’de yaşayan azınlıkların gündeminde ‘göç’ var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bakın, güvelik tedbirleri bir haddi aştığı anda güvenlik değil güvensizlik yaratır. Biri telefonda konuşmaktan çekinirse, bir şeyi yazarken acaba yanlış sıfat mı seçtim diye 5 kere okursa yazısını, o ortamda insan nerde çalışıp ne yapacağını bilemez. Bugün Türkiye’de aydın kesim için de bu böyle, azınlık nüfusunun özellikle gençleri için de bu böyle. Dolayısıyla bu insanlar geleceklerini dışarıda arıyor.
Ekonomi ve terör olayları, iktidar tarafından referanduma endekslenmiş durumda. Dolayısıyla toplumda da bu yönde bir beklenti oluştu. Siz bu atmosfer nasıl yorumluyorsunuz?
Kasım seçimlerinden sonra Yunanistan’da bir radyoya söylemiştim: Türkiye’nin ekonomik durumu, Yunanistan’ın kriz döneminden hemen önceki durumunda. Sosyal olarak da, Yunanistan’ın 1946 ile 1949 arasındaki dönemine benziyor, o dönem Yunanistan’da iç savaş vardı. Türkiye için bu gözlemlerim hâlâ geçerli.
Referandumdan “Evet” çıkarsa azınlıklar açısından nasıl bir Türkiye tablosu görüyorsunuz?
Onu düşünmek bile istemiyorum.