Türk Ceza Yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası’nın mimarlarından, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer, "Tutuklamaların yüzde 99’unun hukuksuz olduğunu" vurgularken "basmakalıp ifadeler gerekçe sayılmaz. Kişi, aleyhine delillerin ne olduğunu bilmiyorsa formalite yargılama olur" dedi.
Prof. Dr. Adem Sözüer, yeni TCY ve CMY hazırlanırken TBMM Adalet Komisyonu’nda danışmanlık yapmıştı. Sözüer, bugün geldiğimiz noktada ise "Bir öğrencim var. Bir gün hastaneye tedavi olmaya giderken, bir gösteriye denk geliyor. Kendi ifadesiyle gösteriye katılmıyor, velev ki katılsın. Orada yakalanıp tutuklanıyor. Bu çocuk dava açılıp derdini anlatana kadar bir sene geçecek. Her gece bu öğrencimi düşünüyorum" diye yakınıyor.
Sözüer, Cumhuriyet gazetesinden Türey Köse’ye, uzun tutukluluk süreleri ve yargılamalarla ilgili şu açıklamaları yaptı:
Tutuklama gereksiz: Osmanlı’dan beri tutuklama, zaptiye mantığıyla uygulandı. Suç şüphesi altındaki kişileri, “yola getirmek”, “uslandırmak” amacıyla da tutuklama yapılıyordu. Hâlbuki tutuklama, ne bir asayiş tedbiri, ne de bir cezadır. Bu uygulamaya son vermek için evrensel standartlara ve AİHS’ye uygun kanunlar yapıldı. Ancak şu an ki sonuç, hüsran maalesef. Öldürme, yaralama gibi somut bir fiille veya böyle bir fiille azmettirmeyle doğrudan ilişkilendirilmeksizin, örgüt üyesi diye kişiler hakkında tutuklama kararı verilmesi, orantısızdır. Çünkü tutuklamaya alternatif adli kontrol imkânı da bulunmaktadır. Buna rağmen tutuklama, gereksizdir ve haksızdır.
Yüzde 99’u hukuksuz: Üçüncü yargı paketinde tutuklama kararlarına gerekçe yazılsın diye düzenleme yapıldı. Neden? Çünkü gerekçe yazılmıyormuş. Hukuki anlamda gerekçe yazılmaması demek, o kararın hukuka aykırı olması demektir. Basmakalıp ifadeler, gerekçe sayılmaz. Somut olgulara dayalı bir gerekçelendirme yapılmalıdır. Diğer bir sorun ise, özellikle gizlilik kararı bulunan dosyalarda verilen tutuklama kararlarında kendisini göstermektedir. Bu kararlar, AİHS’de de yer alan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırılık teşkil etmektedir. Hakkında tutuklama kararı verilen kişi, tutuklama kararına dayanak olan delillere ulaşma imkânından yoksun tutuluyor. Kişi, aleyhine olan delillerin neler olduğunu bilmiyorsa bu tutuklama yargılaması, sadece formalite icabı yapılmış bir yargılama gibi olmaktadır.
Dava 10 yıl sürer mi?: CMK tasarısının alt komisyonda hazırlanan şeklinde, ağır ceza mahkemeleri bakımından öngörülen azami tutukluluk süresi 2 yıl olarak belirlenmişti. Bu 2 yıllık süre, 1 yıl daha uzatılabilir şeklinde bir öneride bulunduk. O dönemlerde eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri mensupları, Yargıtay ve kolluk, tutuklama süreleri uzun tutulsun şeklinde etkin lobi faaliyetleri yaptılar. Başarılı da oldular. Bunlar, o dönem komisyonda görev yapan akademisyenlerin tamamı tarafından eleştirildi. Eleştirilerimize karşılık, “halen süren terör davalarında 10 yıldan beridir tutuklu olan kişiler var, süre sınırlanırsa serbest kalırlar” denildi ve Hizbullah örneği verildi. Bu eleştiri, elbette haklı yanlar içerebilir. Ancak asıl sorulması gereken, nasıl olur da bir dava 10 yıldır bitirilemez sorusudur.
Hukuk zehirlendi: Türkiye’de kolluğun ve devletin resmi belgelerinde uzun yıllar terör grubu olarak “Aşırı sol, aşırı sağ, irtica ve bölücülük” diye bir tasnif yapılmıştır. Siyasetçi, gazeteci ve akademisyenler başta olmak üzere, toplumun önemli bir bölümü bu tasnife göre hesaba çekilmiştir. Terörle Mücadele Kanunu, değişiklikler yapılmadan önce, bu tasnifi esas alan bir tanım içermekteydi. Bunlar, belirsiz ve torba tanımlardı. Bir hukuk devletinde, torba tanım olmaz! Güçlü devletler, zamana göre, ülkeye göre sürekli değişen ve adına terör denen bir “öcü” göstererek siyasi amaçlar güdüyorlar. Hukukta, irticacı, bölücü, darbeci şeklinde öcüler yoktur. BM Güvenlik Konseyi Yaptırımlar Komitesi’nin terörü finanse edenlerin listesindeki hemen herkes Müslümandır. Böyle belirsiz ve kötüye kullanmaya müsait kavramların ceza hukuku alanına girmemesi gerekirdi. Ama girdi ve ceza hukukunun tüm güvencelerini, reformlarını zehirledi ve zayıflattı.
Doldur-boşalt: Son bir kanunla 15 bin kişi erken tahliye oldu deniliyor. Bu tür dolaylı aflar, sistemi ve reformları dejenere etmektedir. Sık değişikliklerle ceza adalet sistemi, yine “piyango” düzenine geçirilmektedir. Doldur-boşalt hastalığından bir türlü kurtulamamaktayız. Siz, adli kontrol ile binlerce tutukluyu serbest bırakma imkânına sahipken bunu yapmıyorsunuz, ama suçlu olduğu kesinleşmiş ve cezası infaz edilen kişileri serbest bırakıyorsunuz. İlkeye dayanmayan bu tür mevzuat değişiklikleri sadece hukuka güveni zedeler.