Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncusu Ediz Hun aynı zamanda bir çevre gönüllüsü. Bir dönem milletvekilliği de yapan ünlü aktör, Büyükada'daki evinde 3 bin 500 çeşit kaktüs ile Türkiye’de esamesi bile okunmayan Kokoz Palmiyesi ve Karabiber Ağacı gibi bitkileri yetiştiriyor. Türkiye gazetesine konuşan Hun, çevreye olan merakını ve bitkilerini anlattı.
Bundan 25-30 yıl önce, bırakın Türkiye’yi dünyada bile ‘çevre’nin fazla ilgi görmediği bir dönemde, şöhreti bir kenara bırakıp eğitim almak nereden aklınıza geldi?
Aslına bakarsanız benim sinemaya girişim bir tesadüftü. 1963 yılında Ses Dergisi’nin açtığı yarışmaya katıldım. Acar Film’in Müdürü Selahattin Sürmeli, “sen de katıl yarışmaya” dedi. 22 yaşındaydım, o yaştaki bir gencin heyecanıyla fotoğraf çektirip yarışmaya katıldım ve birinci oldum. Kısa sürede birçok film çevirip, izleyicilerimizin beğenisini kazandık. Ancak daha çocukluğumdan beri çevre konularına ilgim vardı. Benim esas seçimim biyoloji ve tabiattaki çeşitlilik üzerineydi. Hatta Norveç’te eğitimime başlamadan evvel iguanaların suni ortamlarda üretilmesi ile ilgili bir çalışma yaptım. Bu çalışmam İsveç ve Norveç’teki çeşitli üniversite ve bilim kurullarında büyük ilgi gördü.
Nasıl yani, bu çok ilginç... İguanalarla ne işiniz olur ki?
Diyorum ya, çocukluğumdan beri çevre konuları, böcekler, hayvanlar ilgimi çekerdi. İguanalar kendi tabii ortamlarında ürerler. O dönemler suni ortamda gelişebilmeleri için yapılan çalışmalarda başarı elde edilemiyordu, ben bunu başardım. Kendi camekanlarımda onları ürettim. Makro objektifle fotoğraflarını çektim. Konu ile ilgili yazdığım makaleler yayınlandı ve birçok üniversiteden okumak üzere davet aldım. Norveç’te Oslo Üniversitesi’ni tercih ederek biyoloji ve çevre bilimleri konusunda eğitim aldım. Uzun yıllar Norveç’te bulundum ve ülkemize döndüğümde Marmara Üniversitesi’nde ders vermeye başladım. Şu an yürekten inanıyorum ki bugün yurt dışında yaşıyor olsaydım, orada bilime verilen destekle başarılı bir bilim adamıydım.
Ülkemizde çevre konusunda da büyük roller üstlendiniz...
Evet, 1991-93 yıllara arasında Çevre Bakanlığı Başdanışmanlığı ve İstanbul Çevre İl Müdürlüğü görevlerini yürüttüm.. 1996’da ‘Doğal Dengenin Korunması’ konularında yurt içi ve dışında konferanslar vermeye başladım. 1999’da ise ANAP’tan milletvekilli oldum. Şu anda da Okan ve Bahçeşehir üniversitelerinde çevre ve ekolojik denge konularında dersler veriyorum.
Seminerler de var...
Evet, birçok şirkete tabiatın korunması ve çevre çalışmalarıyla ilgili seminerler veriyorum. Bilinçli hareket etmeleri için bilgilendirme toplantıları yapıyoruz.
Gündemimizden düşmeyen konulardan birisi de susuzluk. Küresel ısınmayı neye bağlıyorsunuz?
En önemli çevre problemlerinin başına su sıkıntısını koyabiliriz. Küresel ısınmanın insan eliyle olan kısmı son 50-60 senedir önemli boyutta. Susuzluk iklim değişikliklerinin sonucu. İklim değişikliği, metan gazı karbondioksit emisyonlarının artması sonucu ortaya çıkıyor. Zaten küresel ısınma değil, küresel iklim değişikliği demek lazım. Dünyada 1 derecelik değişim bile çok şeyi değiştirir. Bunda tabii küresel ısınmanın insan eliyle olmayan kısmının da etkileri var.
Sanırım hepimize düşen görevler var.
Gayet tabii. Biyolojik sistemlerin gelecek nesillere en iyi şekilde aktarılması lazım. Eğitime ağırlık verilmeli. Bireysel çabaları artırmak ve çevreyi sevdirebilmek için insanları daha çocuk yaşlarda bilinçlendirmeliyiz. Bunun için de tabiat müzeleri, botonik bahçeleri yapmalıyız. Üretim tesislerinin daha verimli çalıştırılması ve çevreci politikalar gerekli.