Kültür-Sanat

'28 Şubat irticaya baraj oldu'

Son filmi 'Deli Deli Olma'da Kars'ın bir köyünde numunelik kalmış tek Malakan'ı canlandıran Tarık Akan, 28 Şubat müdahalesini savundu.

18 Nisan 2009 03:00
Son filmi 'Deli Deli Olma'da Kars'ın bir köyünde numunelik kalmış tek Malakan'ı canlandıran Tarık Akan, Radikal'e verdiği röportajda, 28 Şubat müdahalesini savundu. "28 Şubat, şeriata, irticaya doğru giden bir derenin önüne baraj koydu" diyen Akan, Ergenekon' soruşturmasına ilişkin fikirlerini de anlattı.

İşte o röportaj...

Kars’a ilk gidişiniz çocukluk yılları. O zamanlardan nasıl kareler var kafanızda?
Neler var? Kars-Erzurum sınırı, Dumlupınar diye adlandırılan bir dağın tepesinde yedi-sekiz ev; birinde biz oturuyoruz. Kar yağdığı anda bütün o evler kar altında kalır, sabahleyin biz aşağıdan, askerler yukarıdan açarak gökyüzüne çıkardık. İlkokula orada başladım. Bir odada beş sınıf, bir öğretmen... İlkokul 2’ye geçerken Kayseri’ye geldik.

Kars’tan önce?
Ondan önce yeni doğmuşum, yedi yaşında bir çocuktum işte. İstanbul, Eyüp’teydik. Trenle Kars’a yola çıkışımızı hatırlıyorum ama Eyüp’ü hatırlamıyorum. Kars’ta kayak öğrendim, tek kayağın üzerinde kayardım, bütün kış öyle geçerdi. Bir de karşıda incecik bir dere vardı. Derenin içinde de o dönem harpte kullanılan bombaların içerisinde renkli renkli porselen misketler vardı, onları toplardık, muhteşemlerdi.

Malakanlara dair bilginiz o dönemden var mı?
Yok, Malakanları bu film vasıtasıyla tanıdım. Daha önce Kars’a çok gittim geldim, Altın Kaz Film Festivali’ne her yıl destek olmaya çalıştım. Bu seçimlerde kaybedildi, o festival de bitti.

Kars sempatiniz mi, Malakanlar üzerinden bir azınlık hikâyesi anlatması mı; sizi cezbeden ne oldu?
İkisi de. Senaryonun doğru bir duygu aktardığına inanarak girdim. Her film duyguya dayanır ama burada duygunun seyirciyi sömürmeden konduğuna inandım. Ben de oyuncu olarak bu sömürünün altını çok çizmemeye çalıştım. Zor bir roldü.

Her şeyin kökü geçmişe dayanan aşk hikâyesine bağlanması, filmin Türkiye’de azınlık meselesine dair söyleyeceği sözü zayıflatmıyor mu?
Hayır, sinema sanatında dolaylı anlatırsın, sanat da oradan çıkar. Hedefe doğrudan da gidebilirsin; o zaman film olmaz, belgesel olur, propaganda filmi olur.

'Yaşanmış bir olay'

Başka etnik ve dini kökenden birine koca köyde sadece bir kadın, o da eski bir gönül meselesi yüzünden karşı... Malakanlar Türkiye’de azınlık deyince ilk aklımıza gelenlerden değil. Karadeniz’deki Rumları düşünelim, bir sürü Anadolu köyünde Ermeni olduğunu gizlemek zorunda kalanları düşünelim. Neticede bu gerçekçi bir Türkiye tablosu mu?
Gerçekçi değil, haklısın. Ama bu film de kandırmaca üzerine kurulmamış. Malakanlar buralara neler getirmiş, ne kadarı yaşıyor? Bence sadece yediğimiz kaşar peyniri... Anadolu köylüsü tarımı bilmeden, nehirlere değirmenleri yerleştiren bir kültür bahsettiğimiz. Yaşanmış da bir olay; senarist Kars’ın bir köyünden. O piyano hikâyesi gerçek...

Türkiye’de sermaye yapısında bir değişimden bahsedebilirsek siyasi fikirleriniz yüzünden size ambargo uygulandığını hissettiniz mi hiç?
Evet, bu doğal bir savaşımdır, benim gibi düşünen oyuncular için hep kayıp vardır. Bunu göze alman lazım, geçimini buraya yıkmaman lazım ki rahat hareket edebilesin. Onun dışında karşı sermaye güçleri sana her zaman saldırır. İktidarla kavgalıysan iktidar sana saldırır. Bu zor mücadeleyi vermen gerekir, yoksa satılmış olursun.

'Fetullah hocacılar geldi'

Her açıdan içinize sinen bir film projesinde kaynakların, en kestirmeden söyleyelim, yeşil sermayeden geldiğini öğrenseniz fikriniz değişir mi?
Değişir, yapmam. 40 yıldır böyle. Bir dönem sağ kesimde politik dinsel bir grup yoktu, başka katılmadığım bir düşünce vardı. Onlardan gelen parasal hiçbir teklife ‘Peki’ demiş bir insan değilim. İnancı politikaya sokan her tür teklife de ‘Hayır’ demişimdir. Mesela sana şöyle bir örnek anlatayım. 1990, okulu şu eski binada açtım. 1991 yılında, takım elbiseli, çok yakışıklı beş çocuk randevu istemiş sekreterimden. Kim diye sormuş, ‘Fethullah Hoca’nın yakınları, arkadaşları, çalışanları’ falan demişler. Ektim ben bunları. Aradan bir süre geçti, kapıdan aradılar, “Beş genç sizinle görüşmek istiyor” diye, “Gönderin” dedim. “Tarık Abi bizi Hoca gönderdi” dediler. “Hoca kim?” dedim. İşte Fethullah Hoca. “Hoca sizin eğitime girmenizden çok mutlu oldu. Diyor ki ‘Bu okul çok küçük.’ Siz ne isterseniz her şeyi yapacak.” “Ne diyorsunuz çocuklar!” dedim. “Gidin hocanıza deyin ki, ben solcu bir adamım, o bilir. Ben de onu bilirim. O bana bulaşmasın, ben de ona bulaşmayayım.” 1998’lere geldik, yine param yok. O zamanki TGRT’den bir teklif: “1 milyon dolar Avrupa’da istediğin bankaya yatacak. Senaryoyu, oyuncuları, yönetmeni sen seç, bize dizi yap.” “Kapatın defteri” dedim. İşte sermaye böyle saldırır insana.

'Üç cumhurbaşkanı benim cumhurbaşkanım değil'

Neden sizi istiyorlar?
Kendi politik düşüncesini legalleştirmesinin yöntemlerinden biri. ‘Bakın bizde sağcısı da var, solcusu da var, bu kadar geniş bir demokrasi anlayışı içindeyiz’ mantığıyla toplumu kandırabilmek için... Ama suyun altında her tür oyunu oynarlar. Bakın, Cumhurbaşkanlığı makamına saygım vardır, ama iki cumhurbaşkanı benim cumhurbaşkanım değildir. Biri Kenan Evren, biri Gül. Çünkü onlar siyasi düşüncelerine uygun insanları atarlar.

Demirel, Özal tamamen içinize siniyor muydu?
Doğru, Özal’ı iyi hatırlattın, onu da sayabilirim. Özal da devlet sanatçılığı teklif ettiğinde ilk ‘Hayır’ diyenlerden birisiyim.

İçinize sinen cumhurbaşkanı kim?
Ahmet Hoca işte, Ahmet Necdet Sezer.

Tanışıklığınız var mı?
Hayır, niye olsun ki koskoca cumhurbaşkanıyla...

Siz de koskoca Tarık Akan’sınız; olur olur...
Yok canım. Şu anki cumhurbaşkanının atadığı bütün önemli kurumların başındaki insanların siyasi görüşleri, kendi siyasi görüşlerine uygun olduğu için büyük acılar duyuyorum.

‘Ergenekon terör örgütü’ tamlaması sizde nasıl bir his uyandırıyor?
Sivil terörü kendileri yapıyorlar. Darbeyi asker değil, onlar yapıyor. Ben ‘Ergenekon’un savcısıyım’ diyen Başbakan’dan tut, diğer üç savcıyla beraber dört kişi Türkiye’yi bu noktalara getirdi. Hele bugün (12. dalga gözaltıları) çok acı şeyler yaşandı. Hem Çağdaş Yaşam, hem Haberal... Toplum ne bekliyor, nasıl hiç hareket olmuyor, aklım mantığım almıyor. Cumhuriyet mitinglerinden müthiş rahatsızlık duyan iktidar, bunları yapanları, yaptıranları, tüm aydınları susturarak ülkeyi idare ediyor.

Sonu nereye varacak sizce?
Bilmiyorum, bilen bir köşe yazarı varsa yazsın, okuyayım.

Bir söyleşinizde Ergenekon’dan sizin de gözaltına alınabileceğinizi, çünkü tutuklanan bazı isimlerle görüşmeleriniz olduğunu söylemiştiniz.
Bunu söyleyeli çok oldu. Sanatçı olarak Cumhuriyet mitinglerine katılan ilk benimdir. İstanbul’a, Ankara’ya katıldım, hepsine gitmek isterdim. Çok önemli, demokratik, yasal mitinglerdir bunlar. Başka amaç düşünmenin manası yoktur. ‘Hem darbeye, hem şeriata karşı’ diye sloganı koyan bir mitingdir. Ama bu iktidar bundan çok rahatsız oldu, acısını çıkarıyor.

Dönemsel olarak oportünist düşünülebilir, şeriata karşı darbe kabul edilebilir mi?
Öyle düşünmemek lazım. Bu toplumu, toplumları ayakta tutan direklere bakalım. Bütün dünyada bunları koruyan güçler vardır; başında anayasa gelir, sonra askeri, sonra polis güçleri gelir. Askeri güçten önce MİT’i vardır, bürokratlar vardır. Ülkenin ana temelini tutan güçlerdir bunlar. Bu temeller çaktırmadan değiştirilmeye başlandığında rahatsızlıklar çıkacaktır. Şu anda ülkede de çıkacaktır. Çünkü temellerle oynanıyor. Eğitiminden tut, kültürüne kadar... Onların da tek başına getirdiğini sanmıyorum, çok akıllı götürüyorlar, arkasında çok önemli güçlerin olduğu apaçık ortada. Basın hâlâ Obama’nın bir lafından bahsediyor.

Gözaltına alınmaktan korktuğunuz oldu mu?
Olmaz mı, oldu. Ama kendime güveniyorum, buyursunlar, kapım açık. Karar verildiği zaman içeridesin zaten; aramalar, bakmalar fasa fiso. İçeri aldıklarında sorgulamaya çıkana kadar altı ay, bir yıl seni içeride tutmak için; sen önemli bir piyonsun, iki-üç mahkeme sonra beraat edersin. 75-80 döneminde çok yaşadık bunları. Arkadaşlarımız idamla yargılanırken, iki yıl sonra mahkemeye çıktıklarında beraat... Bu mantıkla şimdiki arasında fark var mı?

Çok net soralım, ‘Ordunun üzerine düşen bir görev vardır, bazı hallerde darbe gereklidir’ diyor musunuz? Bugün bir asker çıksa ve darbe bildirisi okursa ‘Oh’ mu dersiniz?
Öyle demem tabii ki. Ben darbeye karşı olan bir insanım. Darbe yanlıştır, artık dünyadan kalkmıştır zaten. Olamaz... Bir ülkenin halkı her şeyi yapar. Bu halk tepkisizliği ne kadar devam ettirecek bilmiyorum. Bayrak mitingleriyle çok güzel demokratik özgürlükler haline geliyordu, o kesildi.

Cumhuriyet mitingleri tamamen bir halk hareketi miydi sizce?
Oluyordu, ama işte Ergenekon... Başka türlü o kadar insanı nasıl toplayacaksın? Sağcısı, solcusu, faşisti, komünisti, her türlü halk vardı orada.

‘Darbe dünyadan kalkmıştır’ diyorsunuz, peki o günlükler...
O günlükler dediğin nedir? Neyi kast ediyorsun? Sen şayet o günlüklere katılıyorsan hemen keserim konuşmayı, kasetini de alırım. Ben öyle gazetecilerle konuşmuyorum. Günlüklermiş, eee? Çok mu sert çıktım?

Daha sert sorular da sordum, bunda patladınız. Her şey mi komplo, böyle mi düşünüyorsunuz diye sormam gerekiyor.
Geçenlerde bir gazeteciyle konuşurken aynı şey oldu, o yüzden tepki verdim. Kime göre, neye göre? Üç savcının yazdığı 1 milyon 400 bin sayfaya göre... Mahkeme ne kararı vermiş, kaç yıl sonra verecek? Kim haklı? Böyle bir suçlama hangi ülkede görülmüş? Böyle bir adalet var mı?

Bu süreçten film çıkar mı?
Ne 71’in, ne 80’in adam gibi filmini yapabildik ki bunun yapalım. Arjantin ve Yunanistan’dan niye bu kadar güzel işler çıkıyor, çünkü demokrasilerinde bu hataları yapanı yargıladılar. 80 yaşında adamı hapse atabildiler. Bizde bunların filmi olsaydı Ergenekon olmazdı zaten. Böyle politik şeyler sordun, konuşturdun zaten beni...

‘Neden sinema?’ diye mi sorsaydım, Filiz Akın’lı eski filmlerinizden mi konuşsaydık?
Yok, o daha kötü...

‘28 Şubat, irticaya giden derenin önüne baraj koydu’

Atatürk, 2009 yılında yaşasaydı ne yapardı?
1920-26 arasında yaptıklarının aynısını..

İstiklal Mahkemeleri mi?
Bunları konuşmayalım, farazi konuşmayı çok sevmiyorum. Bugüne bakmak lazım. Atatürk temelleri kurmuş, her şeyi noktasına kadar bırakmış. Müziğinden kıyafetine kadar... Yatıp kalkıp dua edelim böyle bir insana sahip olmuş bu ülke ki böyle karşılıklı kadın ve erkek olarak konuşabiliyoruz.

Çok yerinde bulduğunuzu söylediğiniz 28 Şubat’ı, bugün yakındığınız siyasi ortamın mimarlarından görmüyor musunuz?
Yok, öyle postmodern darbeymiş falan, hiç katılmıyorum. Şayet bu demokratik ve doğru hareket yapılmasaydı, şunları 28 Şubat’tan bin yıl sonra konuşamazdık. Her şey bitiyordu ülkede. 28 Şubat, şeriata, irticaya doğru giden bir derenin önüne baraj koydu. O baraj da aşıldı tabii, şimdi ne olacak bilmiyorum.

NTV’nin sansürlediğini iddia ettiğiniz bölümler tamamen TSK üzerine görüşleriniz miydi?
Evet, ben orducu, ordu yanlısı bir insanım. Bunu kitabımın arkasında da yazdım, bundan dolayı çok kişi kızsa da yine yazarım. Kimse o kuruma dil uzatamaz.

Asker çocuğu olmanızın, hislerinizin ne kadar etkisi var bu bağlılıkta?
Hiç alakası yok. Ben 1980’leri yaşamış bir insanım. Türkiye irticaya doğru kaymak üzereyken yapılan yanlışları ortaya koymaya çalışıyorum sadece.

Türkiye irticaya kayarken ordu da kaydı diyelim. Olamaz mı: Üniforma aynı, ama içi başka...
İran’da ne olduysa o olur. İran aydınları gibi ya öldürüleceksin, ya kaçacaksın. Daha ne diyeyim kız, farazi farazi sorular soruyorsun zaten bana...