1964 yılında İstanbul'da yaşayan Yunanistan pasaportlu Rumlar, 'ulusal güvenlik' gerekçesiyle kâfileler hâlinde sınır dışı edilirken, Türk basını da onları hedef alan manşetlerle çıkıyordu. Rum basını ise cemaatteki insanların isimlerinin yer aldığı listeler yayınlıyordu. Dönemin Rumca gazetelerinden biri olan Apoyevmati’nin imtiyaz sahibi ve yayın yönetmeni olan Mihail Vasilliadis, 54 yıl önce yaşadıklarını “Bir Rum gazetesi, Türk gazetesinden aldığı haberle tanıdığı, her gün konuştuğu kişilerin sınır dışı edildiğini yazıyor. Hepsi tanıdığım kişiler, bu ailelerin çocukları benim ya sınıf ya okul arkadaşlarım” diye anlatıyor.
O dönemde Türk gazetelerinin sabah çıktığını, azınlık gazetelerinin ise onlarda yer alan haberleri görmek ve aynılarına yer vermek için öğleden sonra basıldığını belirten Vassilliadis, asıl yapmaları gerekenin ise sınır dışı listesinde yer alan, tanıdıkları isimlere, “Sen muzır faaliyetlerde bulunmakla suçlanıyorsun. Ne dersin?” diye sormak olduğu eleştirisinde bulunarak şunları kaydediyor:
“O gün Cumhuriyet ve Hürriyet gazetesi ne yazdıysa aynen onu yazdı. Azınlık basını öyle özel habercilik falan yapamazdı.”
“Hükümetle basın adeta bir uyum içerisindeydi”
1964 yılındaki 'zorunlu göç'te basının rolü de büyüktü. Yaşayanların “Hükümetle basın adeta bir uyum içerisindeydi” diye anlattığı süreçte Türkiye’nin önde gelen gazeteleri birinci sayfalarında Kıbrıs’ta yaşanan gerginliğe geniş yer veriyor, hükümetin açıklamalarıyla İstanbul’da yaşayan Rumları işaret ediyordu.
Sınır dışı kararı sonrasında ise manşetlere, sınır dışı edilecekler listesindeki Rumların isimleri taşındı. Köşe yazarları neredeyse sadece bu konuyu işledi.
Peki İstanbul’da bulunan Rum basını bu ortamda nasıl yayın yapıyordu?
1925 yılında ilk kez Rumca gazete çıkartılacağı zaman o dönem eczacılık yapan Vasilliadis kardeşlere teklif götürüldü. Dönemin politikası sonucu, “Her mahallede 1 eczacı olacak” şartı getirildiğinde.Vassilliadis kardeşlerin eczaneleri kapatılmıştı. Tanıdıkları vasıtasıyla eczanelerini yeniden açtırmaya çalışırken “Ankara’dan Rumca gazete izni çıktı, siz çıkartın” dendi. Vassilliadis kardeşler, gazeteci Kavalieros Markuizos ile anlaşarak Apoyevmatini gazetesini açtı.
“1964 tek başına bir olay değil,
mübadeleyle başlayan bir zincirin son halkası"
Bugün hâlâ yayın hayatına devam eden Apoyevmatini gazetesinin imtiyaz sahibi Mihail Vasilliadis, tanık olduğu 1964 sürgününü T24’e şöyle anlatıyor:
“1964 tek başına bir olay değil, bu bir zincirin son halkası. Bu zincirin başı mübadeledir (1922). Sonra Nafi’a Askerleri, sonra 'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyası, sonra Varlık Vergisi, sonra 6-7 Eylül ve son olarak 1964. Bu zincir bir eritme programıydı.”
Vassilliadis’e 1964 yılında İstanbul’da Rum basınının durumuna sorduğumuzda, “Türk basını sabahtan çıkar, Azınlık basını öğlen. Neden? Türk basını ne yazdıysa, azınlık basını da ondan haber geçerdi.. Apoyevmatini’nin Genel Yayın Yönetmeni Kavelieros Markuizos gazetenin başında olduğu dönem boyunca böyle yayın yapmadı. Bu yüzden onu gönderdiler. Onun yerine gelen Grigorios Yaveridis bu şekilde yayın yaptı. Sabah Türk gazetelerinde yayınlanan öğlen azınlık gazetelerinde yayınlandı. Yalan yok Yaveridis’in bu politikası sayesinde Apoyevmatini bugüne kadar geldi. Biliyor musunuz 1955’te 6-7 Eylül olayları sırasında Apoyevmatini gazetesi saldırıya uğramadı. Çünkü tam karşısında Sovyetler Birliği’nin konsolosluğu vardı. Polisler konsolosluğu korumak için gelmişlerdi. Yani Stalin Amca korudu Apoyevmatini’yi. Bir de Yaveridis’in bu yayın politikası” yanıtını veriyor.
1955’te 6-7 Eylül olaylarından sonra 15 gün Apoyevmatini’nin yayınlamadığını belirterek “Bana kalsa ertesi gün yayınlanması gerekiyordu. Çünkü bu toplumun buna ihtiyacı vardı” diyor.
Rum gazetesi sınır dışı edilenlerin listesini veriyordu
Tam bu sırada arşivden 27 Mart 1964’ün Apoyevmatini’ni çıkarıyor. Gazetede şu 'Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün Kıbrıs’ta görev yapmaya başlaması ve dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün Türkiye-Yunanistan ilişkileriyle ilgili Akis gazetesine yaptığı açıklama yer alıyor.
Başyazının hemen altında yer alan haberde ise sınır dışı edilen Yunan pasaportlu vatandaşların isimleri aktarılıyor. Vassilliadis, "Sabah yayımlanan Türk gazetelerinin yazdığına göre…” ifadesiyle başlayan haberi okurken şunları söylüyor:
“Bir Rum gazetesi, tanıdığı, her gün konuştuğu kişileri Türk gazetesinden aldığı haberle sınır dışı edildi diye yazıyor. Hepsi tanıdığım kişiler, bu ailelerin çocukları benim ya sınıf ya okul arkadaşlarım. Halbuki bu adamlarla konuşmak, röportaj yapmak gerekiyordu. ‘Sen muzır faaliyetlerde bulunmakla suçlanıyorsun. Ne dersin?’ diye sormak gerekiyordu.”
“Ben oradan kovuldum, zaten benim İstanbul’um kalmadı”
1964’ün tanıklarından olan Vasslliadis, “O dönem İstanbul’da Rum nüfusu 90 binin üzerindeydi. Kıbrıs olayları nedeniyle bundan da kurtulma zamanı gelmişti” diyerek şöyle devam ediyor:
“1964 ile 1922 ile karşılaştırılmamalı. Birbirinden farklı durumlar. 1922’de mübadeleyle gidenler her şeyi arkalarında bırakarak taşıyabilecekleri kadar eşya alıp gitmiş kişiler. Yaklaşık 1,5 milyon kişi, 5 milyonluk savaştan yeni çıkmış Yunanistan’a gidiyor. Gittikleri yerde zaten açlık var; sıfırdan başlamak zorundalar. Bir ekmeği 6 kişi bölüşüyorken, 1,5 kişi geliyor; 7.5 kişiyle paylaşıyorlar.
1964’te böyle değildi. Çünkü 1955’ten sonra İstanbul Rumları çocukları için yurt dışında mülk edinmeye başladılar. Çünkü Türkiye’de bir istikballeri olmayacağını anlamışlardı. Anneler sokakta çocuklarının ağzını kapatırdı; çocuklar Rumca konuşursa başlarına bela gelir diye. Böyle bir ortamda artık İstanbullu Rumlar çocukları için yurt dışında yatırım yaptı.
Zannediliyor ki gidenler hala İstanbul’u düşünüyorlar. İllaki dönüp de İstanbul’a bakmıyor kimse. “Ben oradan kovuldum, zaten benim İstanbul’um kalmadı.
18 ay içerisinde 15 bine yakın kişi sınır dışı edildi bu memleketten. Ailelerle bu sayı 60 bine çıkıyor. 1965-75 arasında geçen zamanda Rum olduğunu söylemek bile abesti. 10 yılda nüfusumuz 5 ine düştü" diyor.
"Bizim ekalliyet için öldürücü kurşun oldu bu apelasis"
Embros gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Aleko Papadopoulos ise, “1964’te gerek Türk basınından ya da yabancı yazarlardan haberler alıyorduk. Bu dönemde gazete olarak özel bir baskı görmedik ama ekaliyet olarak baskı gördük. Birkaç içinde 15 bin eksariyet hudut harici oldu. Bizim ekalliyet için öldürücü kurşun oldu bu apelasis” diye anlatıyor 1964’ü.
Papadopoulos, “Sınır dışı olanların ismini yayınlıyorduk ama hepsini değil, meşhur olanların ismini yazıyorduk. 1964 perişan bir durumdu, gazetenin tirajı her gün düşüyordu. 15 bin satarken, 1500 indik sonra bine indik, en sonunda sıfıra indik” diyor ve ekliyor:
“İstikbâl diye bir şey kalmamıştı. 1964’ün Aralık ayında Atina’ya geldim. Burada bir zaman daha gazetecilik yaptım. Abdi İpekçi Ödülü’nü aldım. Daima Türk-Yunan dostluğuna dair yazıyordum”
Papadopoulos 1964’e dair tanıklığını ise şöyle anlatıyor:
“Ellerinde ufak bir çanta Türk parasıyla 200 lira gibi bir para veriyorlardı ülkeyi terk etmeleri isteniyordu. Aileler parçalandı, iş yerleri dağıldı. Ailenin direkleri babalar Yunanistan, anneler Türkiye’de kaldı. Hatta işin sonuna kadar gidip neredeyse Fener’den patriğin alınması bile söz konusu olmaya başlamıştı.”