İstanbul'a her geldiğimde kendimi sanki kalabalık bir caddenin ortasında ne tarafa gideceğini bilmeyen bir yabancı gibi hissediyorum.
Yüzlerce kez geçtiğim yollar bazen yabancı geliyor bana.
Hele arkadaşlarım… Çoğundan ne kadar koptuğumu fark ediyorum.
İstanbul, buraya gelene kadar gözümde tütüyor, geldiğim anda ise hayal kırıklıklarım başlıyor. Bazen sudan çıkmış balık gibi oluyorum.
Zaten çok kuvvetli görünsem de duygusal bir insanım ben, kolay kırılırım.
Özenle seçilmeyen kelimeleri taşımakta zorlanırım.
İnsanoğlu her ortama kolay adapte oluyor. Londra'da insanlar daha sessiz, daha içe dönük, İstanbul'dakiler gibi direkt değil. Daha düşünülerek seçiliyor kelimeler İngiltere'de…
Ben de zamanla İngilizlerin bu özelliklerini sevdim. Şimdi İstanbul bana çok direkt gelmeye başladı.
Hem bu kaosu, hem o düzeni nasıl olacaksa birlikte yaşamak istiyorum.
Bu garip bir ruh hâli. Galiba sadece bana da ait de değil bu hâl. Uzaklarda yaşayan çoğu arkadasım aynı ruh halinde.
Bazen arkadaşlarla konuşuyoruz, bana sorulan soru hep aynı: Londra'da mı İstanbul'da mı daha mutluyum? Sorunun bir tek cevabı yok.
Mutluluk gibi, bu gidilecek tamam şimdi oldu denilecek bir son değil; bir süreç.
Bizimki de öyle; ne oralı ne buralıyız artık.
İstanbul'da evim Maçka'da. Oldum olası sevdim Maçka'yı. Kendine has bir kimliği var buranın. Ne Nişantaşı kadar kalabalık ne de Beşiktaş kadar karmakarışık. Hele evden çıkınca İstanbul Teknik Üniversitesi'nin muhteşem binası ile karşılaşmak muazzam bir his. Bayılıyorum İstanbul'un eskimeyen, görkemli tarihi binalarına, bana güven veriyorlar. Kaç yüzyıl devirmiş hâlâ aynı güzellikle ayakta ve önünden, içinden geçen olup biteni seyrediyorlar. Yaş almak da böyle bir şey işte. Her yıl bir diğerine göre daha iyi hissediyorum. Telaşım azalıyor, etrafım sadeleşiyor.
Bahçeye çıkıp sigaramı yaktım, cep telefonuma bir mesaj düştü.
"Hey ZU, this is my manifestation list. Where is yours?" (Zuhal bak bu benim manifesto listem, seninki nerede?)
Mesaj Jasmin'den geliyordu. Jasmin benim Londra'da görüştüğüm, fikirlerine önem verdiğim bir arkadaşım.
Bir ay önce üç kız Jasmin'in harika evindeyiz. O bize akşam yemeği hazırlarken üç kız kendimizden geçmiş bir şekilde hayatımızdan konuşuyorduk.
Francesca, İtalyan arkadaşım, işi bırakacağını söyledi. Biz şok geçirdik. Kendisi dev bir moda markasının iletişim başkanı. "Dur bakalım bir anlat." dedik hep birlikte. "Artık kocamla daha fazla vakit geçirmek istiyorum." dedi. Francesca 50'lerinde ve geçen sene hayatının aşkını bulup evlenmişti. "Tamam, anlıyorum ama dur bir dakika!" dedim… "İkisini birden yürütebilirsin. Sen işini, üstelik çalıştığın markayı seviyorsun. Hem işini hem eşini daha dengeli yönetebileceğin bir yol yok mu, çözüm hemen ikisinden birini hayatından çıkarmak mı?" diye sordum.
"Nasıl yani?" dedi. "Kafanda bir çözüm üret ve çalıştığın kuruma de ki ben böyle devam edebilir miyim? Eminim onlar da bir başka çözümle sana adım atacaklar. Zira aileyle yıllardır birebir çalışıyorsun, seni sevip değer veriyorlar, bu insanlar için güven çok önemli, onlara neden böyle bir karar almak durumunda kaldığını anlat ki ara bir çözüm bulunsun."
Neyse benim aslında anlatmak istediğim şey şu: O gece hepimiz kendimizi çok iyi hissettik. Francesca bize geçen yıl bitmeden yaptığıma "Mind Map"ten bahsetti. Gelecek yılı karşılamaya hazırlanırken nasıl bir yıl yaşamak istediğini planladığını söyledi. Yaptığı haritaya görseller de eklemiş. Bir dergide gördüğü birbirine kavuşan iki el fotoğrafını da eklemiş. Ve o sene hayatının aşkını bulup evlenmiş. "Yıllar önce tanıdığım arkadaşım gelip o fotoğraftaki gibi elimi tuttu. Şimdi onunla evliyim ve hayatımın diğer yarısı ile çok mutluyum."
Jasmin'le ben Francesca'yı hayranlıkla dinledik. İkimiz de biraz huzursuzuz, sürekli bir arayışta olan iki karakteriz. Jasmin iç mimar. Yıllarca İtalya'da yaşamış, hayat gustosu olan bir hiperaktif. Çok okur, çok bilir. Ama bir şey anlatırken bir türlü tek bir şeye odaklanamaz. Ben ise konuşmaktan çok dinlerim. Dinlerken öğrenirim. O gece eve döndüğümde benim de bir Mind Map'e ihtiyacım var bu yıl için dedim. Geçmişten getirdiklerim ve geleceğe taşımak istediklerim. Bunları derleyip toparlamalıyım.
Yürürken, yemekte, müzik dinlerken, bazen bir Netflix dizisi izlerken gelen dağınık ama etkilendiğim her bir fikrin toparlanmaya ihtiyacı var. Yoksa geldikleri gibi, sadece o anı etkileyip, kayıp gidiveriyorlar.
Oysa bazılarının benimle kalması lazım, onlara ihtiyacım var. Bunlardan benim için önemli olanları seçmeliydim.
Design, creativity, curation (dizayn, yaratıcılık, küratörlük)
Bütün bu yukardakileri kullanarak bir şey yaratmak benim ikinci baharım olmalıydı. İşte benim yeni dünyam deyip buna sarılmalıydım. Benim yeni dünyamda çiçekler, dizayn objeler, sanat, inşaat, insan, müzik, ışık olsun istiyorum. Benim bu yılki moodboard'um bu yani…
Ben çocukluğumdan beri dekorasyona meraklıyımdır. Annem evden her dışarı çıktığında çelimsiz kollarımla evdeki eşyaların yerini değiştirir, kendime göre yenilikler denerdim. O gün bugün de hep aynı şeyi yapıyorum.
Yakın arkadaşlarım bilir, her gittiğim yeni şehirde kendimi eskicilerin olduğu yerlerde bulurum. Eskiye ayrıca merakım vardır.
Londra'ya ilk gittiğim günlerde kendimi Alfie's'te buldum, burası harika bir antika mağazası. Takıdan tutun da ev eşyası, tablo her şey var. İnsanın yaratıcılığını çok arttırıyor böyle yerler. Bu kadar güzelliği birlikte görmek insanı zenginleştiriyor. Yeni yılda dizayn ağırlıklı çalışmak, bol bol etkinlikler düzenlemek, yeni ev dizaynı yapmak istiyorum. Hobilerime daha fazla zaman ayırabilmenin tek yolu onları hayatın merkezine almak olacak. Londra'daki evi de, Maçka'daki evi de bitirdikten sonra anladım ki bundan çok zevk alıyorum. O zaman neden zevk aldığım bu işi yapmaya devam etmeyeyim, öyle değil mi?
Tabii seyahatsiz bir yıl da olmasın. Uzaklara, gidebildiğim kadar uzaklara gidip yeni yaşamlarla buluşmak istiyorum.
Hadi siz de kendi Mind Map'inizi yapın, yeni yıl dileklerinizi yazın ve kendinizi bu dilediklerinize inandırın.
Hepinize mutlu, sağlıklı, şanslı bir yıl dilerim. Yeni yılda buluşmak üzere…