Zuhal Şeker

24 Ekim 2021

Markalar niye sanata yatırım yapmalı?

Geçtiğimiz Perşembe, bir güne sığmayacak kadar şeyi ajandama doldurup, sonra da bütün bunlara koşturmaktan bitap düştüğüm bir gündü. Evden koşarak ve telaşla çıktım o sabah, Frieze sanat fuarına gitmek için.

Yol boyunca kendime kızdım. “Aptal kafam yapma işte bunu kendine!” diye söylendim. Niye bu stresi yaşatıyorum ki kendime? Bir günde daha az şey yapmaya çalışsam bu kadar ucu ucuna bir yerlere yetişmek zorunda kalmayacaktım aslında. Ama huy işte; insan istese de değişemiyor kolay kolay. Belki biraz telaş da bana kendimi daha iyi ve daha enerjik hissettiriyor.

Neyse o gün her şey normal gitti; Seçil Erel ile olan randevuma zamanında yetiştim, hatta o biraz daha geç geldi, ben de fırsat bulup sakinleştim biraz.

Regent’s Park’ın içine doğru koşarken uzaktan Frieze’in çadırını görmek bile hoşuma gitti. Girişe ulaşınca etrafıma bakıp aşı kartımı göstereceğim yeri buldum.

Koluma bileklik taktırdığım sırada ressam arkadaşım Seçil de geldi.

Frieze London

Maskeleri takıp içeri girdikten sonra gördüm ki salonun yarısı maskesiz.

Yasal olarak İngiltere'de maske zorunlu olmadığı için de salonun yarısı maskesini çenesinin altına takmış, “var işte maskem, hayırdır?” edasıyla dolaşıyordu.

Frieze London’ı ilk defa bu sene Frieze Master’a göre daha çok sevdim.

Master’da genelde tarihi sanat eserlerinin yanı sıra klasik sanat eserleri de yer alıyor.

Frieze London ise daha çağdaş sanatçıların ve genç yeteneklerin yeri.

Regent’s Park’ın içindeki Frieze Sculpture’ı gezmek ise ayrı bir keyif. Ekim ayının sonuna kadar devam eden bu kısım  ücretsiz gezilebiliyor.

Bu yıl fuarı 60 bin kişi gezmiş. Dünyanın her yerinden sanat meraklıları ve galerilerle doluydu salon.

Özellikle son dönemde Asyalı galerilerin ve sanatçıların temsili de çok artmış.

Lüks Markaların Sanatla Birliktelikleri sergiye damgasını vurmuş!

Bu sene dikkatimi markaların sanatçılarla yaptıkları işbirlikleri çekti.

LG Elektronik'in İngilizlerin ünlü ressamı Damian Hirst ile yaptığı işbirliğinden çok  etkilendim. Bana ayrı bir ilham verdi.

Açıkçası benim için Frieze London’ın en güzel standı burası oldu.

 

Zaten Hirst’ün işlerine, özellikle de kullandığı renklere hayran biri olarak burada vakit geçirmek beni çocuklaştırdı, içimdeki büyük mutlulukla stand’dan ayrıldım.

Sergi alanında kiraladıkları kocaman bir salonu kırmızı tüllerle bölerek oda hissi yaratmışlar. Sonra her bir bölüme de hem sanatçının eserlerini hem de LG Oled ekranlarda dijital sanat eserleri yerleştirmişler.

Gerçekten renkler şahaneydi. Yanındaki yağlıboya eseri ekranda aynı renklerle görmek müthiş bir fikirdi ve izlemesi çok zevkliydi.

Marka, teknolojik alandaki üstünlüğünü sanatla birleştirip rakiplerine benim gözümde iyi fark atmıştı doğrusu. Bir marka kendi özünü bundan daha güçlü anlatamazdı doğrusu.

Üstelik sanat fuarını gezmeye gelen varlıklı sanatseverlere de markasını bir adım daha yaklaştırmayı başarmıştı hiç kuşkusuz.

Sanatla kendini yakınlaştıran bir diğer marka da ünlü kozmetik markası La Prairie’ydi. Onlar da bildiğim kadarıyla uzun süredir sanata yatırım yapan firmalardan biri. İsviçre’deki Foundation Beyeler’in sponsorları arasındalar.

Bu sene yeni çıkardıkları ürünler için Fransız dijital art sanatçısı Maotik ile Art Basel’de ve Frieze’de birlikte çalışmaya başlamışlar.

Kiraladıkları stand’da hem yeni ürünlerini, hem de Maotik’in marka için ürettiği, perdeyle yaratılmış karanlık odada, dijital çalışmalarını sergiliyorlardı.

Perdeyi aralayıp girdim içeri. Karanlık, mavi bir odada bir süre yalnız kaldım. Bir süre sonra karanlık, yerini derin bir maviliğe bıraktı. La Prairie’nin mavi rengi odaya damgasını vurmuştu. Çıkışta da zaten o güzel ambalajlı ürünler mücevher gibi sizi karşılıyordu.

Ürünlerin fiyatını görünce stand’dan nasıl koşarak uzaklaştığımı da bir ben biliyorum.

Matchesfashion Department Store da mekan kiralayıp çok güzel bir köşe yapmış.

Hemen yaklaşıp stand görevlisine sordum, “siz ne yapıyorsunuz?” diye. O da “Biz Frieze’in sponsoruyuz, şu barkodu okutun şimdi.” dedi ve elime bir broşür tutuşturdu. İllüstratör Mac Greevy tarafından tasarlanmış broşürde küçük bir oyunla fuarın içinde Matchesfashion’ın yerlerini bulup “Altın Bilet”ler toplayıp, onarla Mayfair’deki mağazalarında yapılacak çekilişe  davet ediyorlardı.

Ayrıca Tony’s marka çikolata da hediyeleriydi.

Sanatçıların markalarla yaptığı çalışmaların giderek artması çok sevindirici. Uzaktan izlediğim kadarıyla Seçkin Pirim’in Louis Vuitton ile yaptığı çalışma da inanılmaz iyi bir iş olmuş. İstanbula gittiğimde ilk iş gidip bu binanın heykele çevrilmiş halini görmek istiyorum.

Daha çok sanatçımızın markalarla iş birlikteliklerinin artmasını ve sanatçılarımızın uluslararası sergilere katılımının desteklenmesini dilerim.

Son dönemlerde uluslararası sergilerde ve sanat merkezlerinde daha fazla Koreli, Çinli, Japon ve Afrikalı sanatçıları görmeye başladık.

Keşke bakanlık  ve özel sektör  daha çok Türk sanatçımızın Frieze gibi, Art Basel gibi uluslararası fuarlara katılımını  desteklese, biz de sanatçılarımızla, galerilerimizle buralarda daha çok kendimizi gösterebilsek.

Sanat, ülkelerin kendilerini tanıtabilmesi için çok önemli bir araç. Üstelik 7’den 70’e herkesi kucaklayarak.

Kalın sağlıcakla.